'Cehennem'in şifresi çözülüyor
“Da Vinci Şifresi” ile “Melekler ve Şeytanlar”ın ardından Profesör Robert Langdon bu kez de “cehennem”in şifrelerini çözüyor. Final sahneleri İstanbul’da geçen “Cehennem” (Inferno) hızlı temposuyla sürükleyici bir macera
Dan Brown romanlarının en hoş yanı, Hıristiyanlık ve Avrupa tarihini “gizemli polisiye macera” türünün kalıplarıyla birleştirmesidir herhalde... Tarihin epeyce eğilip büküldüğü, gerçeklerin hayallerle karıştığı “Da Vinci Şifresi” ile “Melekler ve Şeytanlar”, Avrupa’nın karanlık geçmişinden bugüne uzanan komplo teorileriyle ilgilidir. “Cehen- nem”in öyküsü ise günümüzde planlanan bir komplo üzerine şekilleniyor. Planın özelliği, sanat tarihi ve Ortaçağ’daki veba salgınından esinlenmesi... Çılgın ve varlıklı Bertrand Zobrist (Ben Foster) dünyanın en önemli sorunu olarak gördüğü nüfus artışını bir virüsle çözmeyi kafasına koyuyor. Kıyamet korkusu ile radikal çevreciliğin çılgınlık mertebesine geldiği bir nokta bu... Kuşkusuz Zobrist “insanlığı, insan öldürerek kurtarmak” isteyen ilk kişi değil. Ancak birkaç diyalog hariç film, bu meseleyi pek kurcalamıyor. Daha önceki iki filmde olduğu gibi, her şey Profesör Robert Langdon’ın (Tom Hanks) şifreleri çözme sürecine odaklanıyor.
SANAT TARİHİ YOLCULUĞU
Floransa’daki hastane odasında başında bir yarayla uyanan ve oraya nasıl geldiğini hatırlamayan Langdon, genç doktor Sienna Brooks’un (Felicity Jones) yardımıyla Zobrist’in virüsü nasıl ve nereden “dolaşıma” sokacağını çözmeye çalışırken entrikayı tarih üzerinden deşifre ediyor... Biz de kendimizi Dante’nin “Cehennem”i ve Botticelli’nin “Cehennem Haritası”yla başlayan bir sanat tarihi yolculuğunda buluyoruz. Floransa’da Boboli Bahçeleri’nde dolaşıyor, savaşı anlatan resimlerin içinde gizli şifreler arıyor ve oradan Venedik’teki müzelere geçiyoruz. Langdon’un Venedik’te bulduğu ipuçları ise bizi İstanbul’a, Ayasofya’ya ve Yerebatan Sarayı’na kadar getiriyor. Bütün bu süreçte, Zobrist’in neden daha basit bir plan yapmadığını düşünmek mümkün elbette. Ama sonuçta Dan Brown’ın dünyasındayız. Burada her şey inandırıcılıktan ziyade Langdon’un derin kültürel birikimini kullanarak gizemleri çözmesi üzerine kurulu... Ama bu yaklaşımın, filmi bir tür oyuna çevirdiği de söylenebilir.
FİLMİN TEMPOSU ÇOK HIZLI
İlk iki filmin yönetmeni Ron Howard kısa planlardan oluşan son derece hızlı bir kurgu ve hareketli kamerayla “Cehennem” i bir “kaçma kovalamaca filmi” gibi çekmiş. Düşünmeye dahi fırsat bulamadığınız, filmi yüzeyselleştiren bir tempo bu... Önceki filmlerinde sürate bu kadar düşkün olmayan Ron Howard’ın hikâye anlatımının tadını çıkaramadığı kesin. Romana göre önemli değişiklikler içeren senaryo da belli ki Howard’a çok fırsat tanımıyor. Howard, belki de Langdon’ın zihninde geçen sahneler nedeniyle ilk iki filmdeki 2.35:1 formatı yerine 1.85:1’i tercih etmiş. Ama mimarinin ve mekân duygusunun önemli olduğu bir filmde dar çerçeve bence öykünün aleyhine çalışıyor.
FİNAL YEREBATAN SARAYI’NDA
Son olarak, Floransa ve Venedik’teki çekimlere oranla daha soluk filtreler kullanılsa da İstanbul sahnelerinin iyi çekildiği ve turistler için şehri çekici kıldığı söylenebilir. Özellikle Yerebatan Sarayı’ndaki final sahnesi hayli dikkat çekici...
Filmin notu: 6
- Issız adaya düşen robot2 dakika önce
- Hikâye farklı, formül aynı39 dakika önce
- Peri masalına dahil olan modern sapık2 gün önce
- Gençlik bağımlılığa dönüştüğünde…6 gün önce
- Amerikan rüyasının peşinde1 hafta önce
- 'Yandaki Oda': Sade, duru ve hüzünlü2 hafta önce
- Yeni bir 'beden değiştirme' hikâyesi2 hafta önce
- 'Venom: Son Dans': Simbiyotik dostluk hikâyesi2 hafta önce
- Pop müzik yıldızının kâbusları3 hafta önce
- Trump'ın yükselişinin öyküsü3 hafta önce