Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Gösterime giren yerli korku filmlerinin tümünü izleyebildiğim söylenemez. Ama 2000'li yıllarda seyrettiğim filmler üzerinden Türk korku sinemasının zaman içinde kendine özgü tuhaf formüller geliştirdiğini söyleyebilirim.

Korku gerilimde Batı ya da Uzakdoğu ekolleri, birbirlerinden farklı da olsalar bazı ortak özelliklere sahipler. Sözgelimi, hikâye ağır ağır geliştirilir ve önce karakterler tanıtılır; çünkü gerilim kurmak zaman alır. Hedef tansiyonu giderek yükseltmek ve korku unsurlarını finale doğru zirveye çıkarmaktır. Bizde ise Batı ve Uzakdoğu ekollerinin aksine korkutma trükleri ilk 10 dakika içinde tüm şiddetiyle başlar.

Türk korku sinemasının önde gelen yönetmenlerinden Alper Mestçi'nin yazıp yönettiği “Siccin 5” de daha ilk dakikalarından itibaren bir korku şovuna dönüşüyor.

Mestçi, seyirciyi kurgu teknikleri, özel efekt, makyaj ve ses efektleriyle korkutmayı tercih ediyor; şok unsurunu kullanıyor. “Siccin 5”te makyaj ve özel efektle korkunç, ürpertici, deforme, yaralı, irinli korku masklarını andıran yüzler görüyoruz sürekli... Bu yüzler ara planlar olarak aniden karşımıza çıkıyorlar. Ses efektleri de aynı anda yükseliyor. Daha uzun planlarda ise bir kızın yüzünü kesmesi ya da korkutucu varlıkların yaklaşması gibi katlanılması zor görüntüler, gürültülü ses efektleriyle birleşiyor. Ses değişimleri, yerli korku yönetmenlerin sevdiği trüklerden biri. Gaipten gelen boğuk sesler bir yana, karakterler bir anda korkutucu seslerle konuşmaya başlıyor.

Yerli korku filmlerinde hikâyenin geliştirilmesine fazla özen gösterilmese de hepsinin iyi, kötü bir öyküsü var. “Siccin 5” kansere yol açan bir toprağa sahip olduğu için terk edilen, Nevşehir yakınlarında bir yerde geçse de kanserin hikâyeyle direkt ilgisi yok. Olayların merkezinde Azra (Rüya Önal) karakteri var. Babasını kaybetmiş. Abisi kayıp, annesi (Ece Baykal) hasta, yeğeni Hale (Merve Ateş) ise kötü bir ruh tarafından ele geçirilmiş durumda... Ailede herkes rahatsız. Sevgilisi Selim (Özgür Hacıer) ona evlenme teklif ettiği akşamdan itibaren kâbuslar görmeye başlıyor. Selim'in ablası (Pınar Gülkapan) da kâbuslardan nasibini alıyor. Zaten film finale kadar karakterlerin gördüğü dehşet verici rüyalar üzerinden ilerliyor...

Senaryonun alt metin diye bir derdi yok. “Zorlayıp öküz altında buzağı ararsak neler buluruz?” derseniz, erkek evladın kız evlada tercih edilmesinden söz edilebilir mesela... Aslında her şey aile içinden gelen tehditler üzerine kurulu... Sözgelimi, küçük Hale “Babanne beni öldürecek mi?” endişesini taşıyor. Baba ve abi gibi erkekler hiç güvenilir değil. Kadınlarsa hem kurban hem isyankâr konumundalar.

Mestçi, “aile içi güvensizlik” üzerine kurulu “Siccin 5”i lüks pansiyon gibi düzenlenmiş eski, büyük Türk evlerinde, halıcı, kuyumcu gibi dükkânlarda çekmiş. Geniş açılı lenslerle çektiği planlarda loş kadrajları tercih etmiş ama tüm bu turistik mekânların hikâyeye bir katkısını göremedim; dekorla film arasında organik bir bağ bulamadım.

“Siccin 5”i seyrederken gerildiğimi ya da korktuğumu, etkilendiğimi söyleyemem ama o korkunç yüzlerin ürpertici olduğu kesin. Sadece Türk korku filmi meraklılarına tavsiye edebilirim.

Filmin notu: 4.5

* * *

SÜRPRİZLERİ BİTMEYEN ÖYKÜ

Gözleri görmeyen yalnız kadınlar, gerilim türünün vazgeçemediği konulardan biridir. “Karanlıkta”nın (In Darkness) ana karakteri Sofia da gözleri görmeyen ve yalnız yaşayan bir kadın. Londra'da film müziği kayıtları yapan orkestrada piyanist olarak çalışıyor. İşinde çok iyi. Orkestra şefi onun kulaklarına o kadar güveniyor ki, bazı bölümlerde hata olup olmadığını anlamak için kayıtları dinlemesini istiyor. Ancak öykü, Sofia'nın (Natalie Dormer) müzisyen yanı üzerinden değil, üst kat komşusu Veronique'in (Emily Ratajkowski) ölümü üzerinden ilerliyor. Sofia ile apartman girişinde karşılaştığı birkaç sahnede yalnız ve dertli bir kadın olarak karşımıza gelen Veronique, gece evine gelen erkekle tartışırken pencereden düşüp ölüyor...

Öldüğü gece Veronique'in yalnız olmadığını bilen ve tartışmaları duyan Sofia, soruşturmayı yürüten dedektif Mills'e (Neil Maskell) hiçbir şey anlatmıyor. İlk başta Sofia'nın haklı olarak korktuğunu, belaya bulaşmak istemediğini düşünüyor ve kötü insanların Sofia'nın peşine düşeceğini tahmin ediyoruz. Diğer bir deyişle, ilk 20 dakika itibarıyla beklentimiz, Sofia'nın ölümle tehdit edileceği bir gerilim filmi...

Ne var ki, hikâye beklemediğimiz bir yönde gelişiyor; Veronique'in babası Radic'in (Jan Bijvoet) geçmişine, Balkanlardaki iç savaşta işlenen insanlık suçlarına kadar uzanıyoruz. “Karanlıkta” sürprizlerle ilerleyen bir film... Her sürpriz öykünün yapısını, hatta filmin türünü değiştiriyor. Gerilimden polisiyeye, politik filmden psikolojik drama kadar uzanıyoruz. Gözleri görmeyen kadının gerilimi olarak başlayan hikâye finalde bambaşka bir noktaya geliyor. Başroldeki Natalie Dormer ile yönetmen Anthony Byrne'in birlikte yazdığı senaryonun amacı, sürprizli hikâye yapısıyla bizi finale kadar şaşırtmaya devam etmek... Hedeflerine ulaştıkları kesin ama ortaya çıkan sonucun çok etkileyici olduğu söylenemez; çünkü intikam arzusu dışında filmde dişe dokunur hiçbir tema yok...

Ed Skrein'ın oynadığı Marc, çelişkileri, çatışmaları ve yaşadığı değişim itibarıyla duygusal anlamda seyirciye yakın bir karakter ama öykü Sofia'nın bakış açısından anlatılıyor. Sofia'nın seyirci için her geçen an daha gizemli bir karaktere dönüşmesi bence filmin lehine işlemiyor. Buna karşılık, filmin en büyük avantajı, Hitchcock filmlerinin soğuk sarışınlarını hatırlatan Natalie Dormer'ın performansı... “The Tudors” dizisinden, “Açlık Oyunları: Alaycı Kuş” ve “The Forest” gibi filmlerden hatırladığımız Dormer, oyunculuğu ve enerjisiyle filmi ayakta tutmasını başarıyor. Ancak özel hayatını paylaştığı yönetmen Byrne ile yazdığı senaryo bence parlak değil. Ayrıca, seyircinin şaşırmaya karşı bağışıklık kazandığını ve asıl kozu sürpriz olan öykülerin artık eskisi kadar ilgi görmediğini düşünüyorum. Yine de “Karanlıkta” polisiye gerilim türüne ilgi duyanlar için iyi bir seçenek olabilir. Son olarak, tecrübeli İngiliz aktris Joely Richardson'ın merhametsiz Alex karakterinde akılda kalıcı bir performans sergilediğini belirtelim.

Filmin notu: 5.5

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar