Yanarlı dönerli 'Dark Phoenix'
“X-Men: Dark Phoenix”, X-Men serisinin on ikinci filmi… Ancak X-Men serisinin, Marvel Sinematik Evreni’ndeki gibi, filmlerin birbirleriyle tutarlı ilişkiler halinde olduğu tek ve düzenli bir kronolojik akış içermediğini hemen söyleyelim. Dolayısıyla, “Dark Phoenix” ikibinli yıllardaki ilk X-Men filmleriyle aynı zaman akışını takip etmiyor.
Seri, 2014’de seyrettiğimiz “X-Men: Days of Future Past” ile zaman akışını değiştirmiş; 2016’da gösterime giren “X-Men: Apocalypse” ise Jean Grey gibi bazı karakterleri yeni baştan ele alarak farklı hikâyelere zemin hazırlamıştı.
Film 1975 yılında açılıyor. Geçen aylarda seyrettiğimiz DC Comics filmi “Shazam!”da olduğu gibi bir otomobil sahnesiyle... Jean Grey otomobilin arka koltuğunun ortasında oturan küçük, şirin bir kız olarak çıkıyor karşımıza… Ebeveynlerinin dinlediği şarkıyı sevmediği için telekinezi yeteneğini kullanarak radyo istasyonunu değiştiriyor. İlk sahneden biraz inatçı bir çocuk olduğu anlaşılıyor. Asıl önemlisi, yeteneklerinin pek farkında olmadığını ve özellikle de gücünü kontrol etmekte zorlandığını görüyoruz.
Zaten filmin ele aldığı asıl mesele, güç kontrolü…
Jean Grey’in iç sesinden dinlediğimiz filmin ilk cümleleri, ilk soruları da önemli. Güç kontrolü dahil her şey, kim olduğumuzla ya da kendimizi nasıl gördüğümüzle ilgili aslında…
Gerçekten de bu soruların yanıtını veremediğimiz zaman başkalarının bizi nasıl gördüğü önem kazanmaz ve kimlik bunalımına girmez miyiz? Jean Grey’in de bir noktadan sonra Jessica Chastain’in oynadığı uzaylı Vuk'un etkisi altına girmesinin nedeni kim olduğunu tam olarak bilemiyor oluşu…
Jean Grey küçük bir çocukken, ilk karşılaşmalarında Charles Xavier’yi dinlediğinde “Sen doktorlar gibi değilsin” diyor... O ana kadar sadece doktorların değil, anne ve babasının da onu tam olarak anlamadığını hissediyoruz… Belli ki kendini insanlara zararlı biri olarak görmüş. Bir mutant olarak yeteneklerinin kötücül bir yanı olduğunu düşünmüş. Charles ise yeteneğinin bir hediye olduğunu, nasıl kullanması gerektiğine kendisinin karar vereceğini söyleyen ilk kişi...
Charles Xavier, Jean Grey’i bir baba, bir öğretmen olarak sahipleniyor; ona bir yuva veriyor. 1992 yılında açılan ikinci bölümde Jean Grey’i büyük bir ailenin parçası olarak görüyoruz. Cyclops ile romantik bir ilişkisi var ve uzaydaki kurtarma operasyonunda gördüğümüz gibi X-Men ekibinin en güçlü süper kahramanı… Çocukken egemen olamadığı gücünü kullanmasını biliyor… Görünürde hiçbir sorun yok ama operasyon sırasında gizemli ve kozmik bir varlıkla bütünleşmesi ya da anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğmasıyla birlikte bilinçdışındaki sorunlar açığa çıkmaya başlıyor. Charles Xavier’nin çocukken bastırdığı, unutturduğu travmalar bunlar…
Film burada, “Bir insan travmalarını unutarak ve geçmiş acılarını bastırarak mı yoluna devam etmeli, yoksa kendi gerçeğiyle yüzleşerek mi?” sorusunu akla getiriyor. Jean Grey ise gerçeklerin kendisinden saklanmasına ve zihninin kontrol edilmesine şiddetli tepki göstererek geçmişiyle yüzleşmeye karar veriyor.
“Dark Phoenix”, Charles Xavier ve yöntemlerinin belki de en çok sorgulandığı X-Men filmi olmuş… Sadece Jean Grey değil, Raven ve Beast de Xavier’yi sorgulamaktan, onu sert şekilde eleştirmekten kaçınmıyorlar. Raven mutantları hep bir yabancı, öteki gibi gören devletle olan uzlaşmacı ilişkilerini; bu ilişkileri mutantların sağlığından bile daha çok önemsemesine karşı çıkıyor...
Raven haksız değil. Seri boyunca insanlar, çıkan ilk sorunda mutantların yaptığı her iyi şeyi unutup onları kontrol etmeye, baskı altında tutmaya, silahlarını doğrultmaya hazırdırlar...
McCoy da Jean Grey'e söylediği yalanlar için isyan ediyor Xavier'ye...
Tam da bu noktada, Erik Lehnsherr’in insanlardan uzakta, orman içinde bir tür komün kurduğunu unutmayalım. Erik, insanlarla birlikte yaşamayı her şeyin üstünde tutan Xavier’ye göre çok daha bağımsız, özerk bir hayatı savunuyor. Üstelik Erik serinin ilk filmlerindeki gibi insan düşmanı bir konumda değil. Sadece dışlanmayacağı bir hayat istiyor… Dolayısıyla, diğer mutantlar için Xavier'nin karşısında önemli bir ekol oluşturuyor...
Charles Xavier – Erik Lehnsherr karşıtlığı, kuşkusuz ilgiye değer bir yan tema ama iyi geliştirildiği ya da bir yere vardığı söylenemez. X-Men dünyasını iyi bilen yazar yönetmen Simon Kinberg’in ortaya karışık önümüze sürdüğü motiflerden biri...
Bence filmin asıl sorunu, Jean Grey’in bir ana karakter olarak çok iyi işlenememiş olması… Farklı nedenlerle iyi ve kötü tarafları arasında kalan süper kahramanlara alışığız. Sözgelimi, Superman ve Spider-Man’in de geçmişte yaşadığı bir sorundu bu... Ama bu sorunla karşılaştıklarında her ikisini de iyi tanıyorduk. Jean Grey ise Phoenix olur olmaz değişiyor.
Öfke ve saldırganlığa erken teslim oluyor; sağduyusunu hızla kaybediyor… Öyle ki, Xavier'nin okulunda yıllarca ne eğitimi aldığını bile anlayamıyoruz. Ayrıca bir ana karakterin bu kadar hızlı değişmesi rahatsız edici… Bir iktidar figürü olarak zihniyle oynayan Xavier’ye tepki duyması tamam ama “aile” bellediği tüm arkadaşlarına karşı bir anda agresifleşebilmesi biraz zorlama… Diyelim ki, bir şok yaşıyor, içine giren gizemli güç onu etkiliyor vb... Bunlar doğru olsa bile, üstüne titreyebileceğimiz, iç hesaplaşmalarını duyarlıkla takip edebildiğimiz bir ana karakter haline gelemiyor.
Xavier, Erik, McCoy ve Raven’in aralarındaki çatışmalar açıkçası daha ilgiye değer... Ayrıca, Jean Grey o kadar güçlü ve yenilmez ki, diğerlerinin onun karşısındaki kırılganlığı, zayıflığı bizi daha çok etkiliyor. Dolayısıyla, Jean Grey gönlümüzün kahramanı olamıyor, sadece gücüne hayran oluyoruz o kadar… Oysa “Dark Phoenix”in Jean Grey'in gücüyle değil, kahramanlığıyla seyirciyi yakalayacak bir film olması gerekiyor...
Bu arada, “Dark Phoenix”te 2000’lerdeki ilk X-Men filmlerinin hikâye akışıyla uyumsuz başka sürpriz gelişmeler yaşanıyor ve bunlar açıkçası kafa karıştırıcı. “X-Men: Apocalypse”i temaları ve karakterleri ele alışıyla serinin ruhuna uyumlu bulmuş ve beğenmiştim. Ama “Dark Phoenix”in eski X-Men filmlerini özlettiğini söyleyebilirim... Öte yandan, Fox'u satın alan Disney'in X-Men serisini sonlandırarak Marvel Sinematik Evreni içine katma planları yaptığını düşünenler de var. İşte bu yüzden, “Dark Phoenix”de “X-Men: Apocalypse” gibi kötü eleştiriler alır ve gişede çok başarılı olamazsa seri "bağımsızlığı"nı kaybedebilir.
Son olarak, başta Sophia Turner olmak üzere oyuncuları iyi bulduğumu belirtmek istiyorum. Simon Kinberg'in, Jean Grey dışında diğer karakterleri iyi yazdığı kesin. Aksiyon sahneleri de önceki X-Men filmlerinde olduğu gibi hikâyeyle bütünleşiyor ve karakterler arası psikolojik çatışmaları yansıtabiliyor.
Phoenix’in gizemli kozmik güçle biraz “yanarlı dönerli” ve gösterişli bir süper kahramana dönüşmesinin görsel olarak beni çok cezbettiğini söylemem mümkün değil. Ama Hans Zimmer’in müziklerinin de katkısıyla filmi, baştan sona hiç sıkılmadan seyrettim...
6/10
- Issız adaya düşen robot2 dakika önce
- Hikâye farklı, formül aynı39 dakika önce
- Peri masalına dahil olan modern sapık2 gün önce
- Gençlik bağımlılığa dönüştüğünde…6 gün önce
- Amerikan rüyasının peşinde1 hafta önce
- 'Yandaki Oda': Sade, duru ve hüzünlü2 hafta önce
- Yeni bir 'beden değiştirme' hikâyesi2 hafta önce
- 'Venom: Son Dans': Simbiyotik dostluk hikâyesi2 hafta önce
- Pop müzik yıldızının kâbusları3 hafta önce
- Trump'ın yükselişinin öyküsü3 hafta önce