Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

2010 yapımı “Toy Story 3”, ilk filmini 1995'te seyrettiğimiz seriyi gerçekten güzel bir noktaya bağlıyordu. Andy'nin üniversiteye başlaması, oyuncaklarını küçük Bonnie'ye vermesiyle üç filmlik bir hikâye sona eriyordu. Yapımcıların niyeti seriyi bitirmekti aslında... Ne var ki, üçüncü filmin gördüğü büyük ilgi, kazandığı 2 Oscar ve gişe sonuçları bizi “Toy Story 4”e kadar getirdi.

Toy Story, ilk filmden bu yana, özünde ekip olmanın ilkeleri (özveri, dostluk, dayanışma) ve bir ekip olarak zorlukların üstesinden gelmeyle ilgili bir seridir. Hatırlarsak, ilk iki filmde oyuncaklar, kötü sahiplerin ellerine düşer ve kendilerini seven Andy’ye dönmek için uğraşırlar. Üçüncü filmde ise hapishane benzeri bir yuvadan kurtulmaya çalışırlar. Dolayısıyla, seri “hapisaneden kaçış” ve “eve dönüş” filmlerinin özelliklerini taşır.

Hikâye üzerine kafa yormadan önce “Toy Story 4”ün gerçekten eğlenceli, sürükleyici ve çok hareketli bir film olduğunu belirtmekte fayda var.

Özellikle panayırda ve antikacı dükkânında geçen sahnelerin, “canlı çekim” aksiyon filmlerini aratmayacak kadar iyi olduğunu düşünüyorum.

Pixar her zaman olduğu gibi animasyon tekniği açısından en mükemmel seviyeyi yakalamasını biliyor. Oyuncaklar ve insan karakterler dışındaki dünyada, diğer bir deyişle filmin arka fonunda, canlı çekimlerdeki kadar gerçekçi bir atmosfer kuruyorlar. Serinin görsel fikri, önceki filmlerde de benzer bir kontrasttan yola çıkıyordu.

“Toy Story 4” özellikle arka fonun ayrıntılı gerçekçiliği açısından dikkat çekici bir film. Seride ilk kez daha geniş bir perde formatı (2.39:1) tercih edilmesi de animasyon tekniğindeki hiper gerçekçiliğin etkisini artırıyor.

“Toy Story 4”, oyuncakların yeni sahibi şirin Bonnie'nin de katkısıyla önceki filmlerdeki erkek bakış açısından uzaklaşmaya gayret ediyor... Bo Peep ile Gabby Gabby, erkek oyuncaklardan aşağı kalmayan, aktif karakterler olarak öne çıkıyorlar. Özellikle Bo Peep, filmin en özgürlükçü, en olumlu karakterlerinden biri.

Ne var ki, “Toy Story 4” önceki üç filmde olduğu gibi yine Kovboy Woody'nin merkezde olduğu bir hikâye anlatıyor. Sahibi Andy'nin çocukluk ve gençlik yılları boyunca favorisi olan Woody, dolapta bırakılan oyuncak olmanın nasıl bir şey olduğunu ilk kez bu filmde anlıyor... Hatta Bonnie'nin öylesine umrunda değil ki, Woody'nin göğsündeki şerif yıldızını alıp Jessie'ye takıyor...

Ama Woody, dolapta kalmaya razı olmuyor. Bonnie'nin hayatında daha etkin bir rol oynamak için gizlice sırt çantasına giriyor ve onunla okula gidiyor. Anaokuldaki ilk gününde, evdeki oyuncaklarından uzak kalan, arkadaş edinemeyen ve bunalıma giren Bonnie, çöpten bulduğu çatal-kaşık karışımı bir plastiği oyuncağa çeviriyor ve ona Forky adını veriyor.

Tüm bunlara tanık olan Woody, Forky'nin Bonnie için çok özel bir oyuncak olduğunu hissediyor ve onu korumaya karar veriyor. Bonnie'nin okula ancak Forky'nin varlığıyla alışacağını düşünüyor... Gerçekten de Forky, bir anda Bonnie'nin bir numaralı oyuncağı haline geliyor. Ne var ki, Forky diğer oyuncaklar gibi canlanıp, konuşmaya başladığı andan itibaren çöpten geldiğini ve tekrar çöpe dönmesi gerektiğine inanıyor.

Woody, bir süre sonra Forky'nin “kimlik sorunu” olduğunu çözüyor... Sadece kimlik sorunu değil aslında... Varlığına bir anlam bulma çabası daha doğru bir ifade olabilir.

Hatta filmin ana temasının burada gizlendiği söylenebilir. Çünkü film boyunca sadece Forky değil, başka oyuncaklar da hayatlarının anlamını sorguluyor; geleceklerine nasıl yön vermeleri gerektiğini düşünüyorlar...

Woody ise sorgulamıyor. Daha doğrusu sorgulamıyormuş gibi görünüyor. “Öncelikli amacım Bonnie'yi korumak” diyor. Sadece Bonnie'yi değil, diğer oyuncakları da koruyor, kayıp oyuncakları bulmak için kendini tehlikeye atıyor.

Öte yandan, kaybolmak bazı oyuncaklar için özgürlük anlamına geliyor.

Sözgelimi, özgürlüğün tadını alan porselen bebek Bo Peep, artık kimsenin oyuncağı olmak istemiyor. Woody'nin kayıp oyuncak olmadığını anladığı zaman gösterdiği tepki hayata bakışını özetliyor aslında: “Çocuğun mu var senin?”...

Filmin en çarpıcı ikilemi, finalde Woody'nin de özgürlükle bağlılık arasında bir seçime sürüklenmesi...

Kayıp oyuncak olmak, kendi hayatının efendisi olmak anlamına geliyor. Bir çocuğun oyuncağı olmak ise pasif şekilde sevgi beklemek...

Yıllardır antikacı dükkânındaki camlı dolapta duran bebek Gabby Gabby, “çocuk sevgisi” isteyen oyuncaklardan biri...

Bo Peep, özgürlüğü; Gabby Gabby sevgiye duyulan özlemi simgeliyor...

Yıllar önce sahibi tarafından terk edilmenin travmasını yaşayan motosikletli Duke Caboom'u unutmayalım... Panayırdaki bir stand'de “vurulmayı” ve bir çocuğa verilmeyi bekleyen tavşanla civcivin durumu daha karışık. Onlar ne istediklerini tam olarak bilmiyorlar. Tıpkı Woody gibi... Aslında Woody'nin aşkla ilgili vermesi gereken önemli bir karar daha var...

Yönetmen Josh Cooley'nin de dahil olduğu sekiz kişilik öykü ve senaryo grubu, tüm bu ikilemleri “ortaya karışık” bir şekilde önümüze sürüyor.

Önceki üç filmde oyuncaklar ısrarla bir çocuğun gerçek sevgisi ve ilgisini arıyorlardı. Bu filmde ise “özgürlük” giriyor devreye. Ama özgürlük ve çocuk sevgisi özlemlerinin karşı karşıya gelmesi bence çok anlamlı bir yere varmıyor.

Açıkçası ilk 3 film, benim için daha heyecan vericiydi. Burada hikâyenin karışık, dağınık ve odaksız olduğunu düşünüyorum... Ama yetişkin seyircileri de cezbedecek eğlenceli bir film olduğu kesin.

Yeni karakterler de hiç fena değil. Forky ve Duke Caboom çok eğlenceliler. Antika dükkânındaki vantrlog bebeklerini hatırlatan kuklalar tekinsiz ve komikler... Tavşan ve civcivin ise filmin gizli yıldızları olduğunu düşünüyorum.

Filmi basın gösterisinde Türkçe dublajlı kopyasından seyrettim. Dublaj ve şarkılar gayet iyiydi. Ama orijinal filmdeki yıldız oyuncuların performanslarını merak edenler Türkçe altyazılı orijinal kopyayı seyredebilir.

6,5/10

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar