Galaksinin 'temizlikçi'leri
‘Blade Runner’ gibi distopik filmlerin karanlığını, melankolisini hatırlatan karelerle açılıyor ‘Space Sweepers’ (Seungriho)… 2092 yılındayız. UTS adlı şirketin küresel ısınma nedeniyle zor günler yaşayan Yeryüzü’nü yoksullara bırakıp yörüngede ‘yeni bir dünya’ kurduğu, Mars’ı yerleşime açmayı hedeflediği bir dönemdeyiz… Sınıf farkları bir yana, sömürü ve baskının had safhada olduğunu anlıyor, patlayabilecek isyanın kokusunu ilk anlardan seziyoruz. Tüm bunlar bizi tematik olarak distopyanın henüz adı konmamış alt türlerinden birine götürüyor. Zenginlerin cennet ütopyasını, yoksulların ise sefaleti yaşadığı gelecek öyküleridir bunlar… 2013 yapımı ‘Elysium’da da benzer durumlar vardır.
Bir yanda, ileri teknoloji yaşam biçiminin yemyeşil, cennet gibi bir doğayla birleştiği yaşam alanları… Diğer yanda ise insanların gaz maskesiyle dolaştığı, havası suyu zehirli, bereketsiz çorak bir dünya… Dünyaya turuncu bir sis hâkim. Parası olanların yaşadığı uydu ise yeşil ile mavinin buluştuğu bir tür cennet…
UTS’nin CEO’su James Sullivan (Richard Armitage) Mars’ı cennete dönüştürme projesine kilitlenmiş durumda... Ama seçkin ‘UTS vatandaşları’nın bu mutluluk ütopyasına ulaşmasının bedelini yoksullar ve işçilerin ödediği çok açık. UTS’nin imtiyazlarından yararlanamayan çoğunluktaki alt sınıf, azınlıktaki zenginlerin bütün kirli işlerini yapıyor, son derece ağır koşullarda çalışıyor. Bunların arasında uzay sanayisinden arta kalan ve dünya için tehlike arz eden çöpleri toplayarak hayatlarını kazanan insanlar da var.
‘Space Sweepers’, giriş bölümünün hemen ardından Zafer adlı gemileriyle uzay enkazı toplayan dört kişilik bir temizlikçi ekibin öyküsüne odaklanıyor. Onları önce ‘iş üzerindeyken’ tanıyor ve para uğruna meslek etiği falan kafaya takmayan karakterler olduklarını görüyoruz. İlk izlenim itibarıyla, Marvel Sinematik Evreni’nden tanıdığımız Galaksinin Koruyucuları’nı (Guardians of Galaxy) andırıyorlar…
Film onların geçmiş öykülerini anlatmak için hiç acele etmiyor. Ama dördünün de UTS’nin dışında kaldığı belli… Kaldı ki, iflas etmiş durumdalar. ‘Hizmetçi’den (Ah-gas-si) hatırladığımız Kim Tae-ri’nin oynadığı Kaptan Jang, ekibin en havalı ve bıçkın üyesi… Dövmeleriyle saldırgan ve tehdit edici bir imaja sahip olmasına rağmen Tiger Park’ın (Seon-kyu Jin) duygusal ve özverili biri olduğunu anlamakta gecikmiyoruz. Filmin hemen başında Yeryüzü’nde geçen bir sahnede tanıdığımız Tae-ho (Song Joong-Ki), içlerinde en hedefe odaklı kişi… Tek derdi, yüklü miktarda para bulup kim olduğunu daha sonra anlayacağımız küçük bir kız çocuğuna ulaşmak… Parasızlıktan henüz bir yüz dokusuna kavuşmayan Robot Bubs (Hae-Jin Yoo) ise ‘Asimov’un robot yasaları’ndan habersiz gibi görünüyor; çünkü kimsenin hizmetinde olmayan kendi hesabına çalışan bireyci bir robot kendisi… Kumar oynadıkları sahnede dördünün de öncelikle bireyci olduklarına ya da öyle görünmeye çalıştıklarına tanık oluyoruz.
‘Space Sweepers’in öyküsünü Dorothy (Ye-Rin Park), adında şirin kız çocuğu şekillendiriyor. UTS’nin canlı kitle imha silahı olarak her yerde aradığı Dorothy, Zafer gemisinin dörtlü ‘çete’sini, UTS’nin merhametsiz askerlerini, ihtiras küpü James Sullivan’ı ve terörist örgüt Kara Tilkiler’i dünyanın kaderinin söz konusu olacağı bir kaçıp kovalamaca hikâyesinde birleştiriyor.
Gişelerde çok başarılı olan fantezi türündeki ‘A Werewolf Boy’ (2012) ve aksiyon–suç türündeki ‘Phantom Detective’ (2015) ile tanınan Sung-hu Jee’nin yönettiği ‘Space Sweepers’in asıl ruhu, Zafer ‘çete’siyle diğer uzay temizlikçilerinin ‘enkaz avcılığı’ yaptığı aksiyon sahnesinde ortaya çıkıyor. Öykü temelde distopik motifler üzerine kurulmuş olsa da ‘Space Sweepers’ her şeyiyle bir uzay operası…
Uzay operası (space opera) 1936’da ‘Flash Gordon’ ile ortaya çıkan, 1977’de ‘Star Wars’ ile olgunlaşıp modern çağa ayak uyduran bir tür… Uzayı ve çoğunlukla geleceği konu almasına rağmen öylesine macera ve fantezi ağırlıklıdır ki çoğu kişi, bilimkurgu türü içinde değerlendirilmesine dahi karşı çıkar. Ama ‘Space Sweepers’in bilimkurgu dışında düşünülmesi açıkçası biraz zor. Sonuç olarak, çok da uzak olmayan bir gelecekte distopik bilimkurgu ile aksiyonu birleştiriyor ve ‘uzay operası’ türünün gereklerini fazlasıyla yerine getiriyor.
Özellikle bilgisayar oyunlarını hatırlatan uzaydaki kovalamaca sahneleri aksiyona ve hıza doyuracak cinsten... Seyretme koşullarınıza göre sesi biraz açarsanız, kendinizi sinema salonunda gürültüsü pek dinmeyen bir aksiyon filmi seyreder gibi hissetmeniz mümkün. Kaldı ki, sinema salonları için çekilmiş, pandemi nedeniyle çevrimiçinde gösterime girmek zorunda kalan, özel efekt bütçesi yüksek bir film olduğunu unutmamak gerek. Silahlı çatışmaların yanı sıra yakın dövüş sahneleri de var. Enkaz yakalama sahnelerinde zıpkın kullanımıyla balina avcılarını anlatan filmleri akla getiren ‘Space Sweepers’, Güney Kore aksiyon sinemasına Tiger Park’ın baltası üzerinden bağlanıyor. Ama kan veya aşırıya kaçan bir şiddet olduğunu söyleyemem.
‘Space Sweepers’ her yanı özel efektlerle dolu filmlerden. Bilgisayar üzerinden şekillendirilmeyen sahnelerinin sayısı çok fazla değil. Aksiyon dışında melodram, duygusallık, komedi, trajedi, ne ararsanız her şey var… Öyküsüyle ‘Elysium’u; uzayda geçen aksiyon sahneleri ve isyan temasıyla ‘Star Wars’ serisini; karakterleri ve mizah duygusuyla ‘Galaksinin Koruyucuları’nı akla getiriyor.
En açık ve net alt metin, çocukların her anlamda geleceğimiz olması… Çocuk saflığının karşısında, ileri teknolojiyi ölüme meydan okumak, daha çok hükmetmek ve toplumu istediği gibi dizayn etmek için kullanan Sullivan var… 40’lı–50’li yaşlarında gibi görünse de 152 yaşında olan Sullivan’ın topraklı elleriyle birşeyler atıştırdığı sahne, karakterin tiksindirici yanlarını baştan sezdiriyor… 1940’ta, modern çağların en korkunç ve kıyıcı döneminde doğmuş olması insan sevmezliği hakkında bir ipucu veriyor aslında.
Nanobotların da kritik bir işlev üstlendiği hikâyenin alt metinlerine günümüz dünyasının bir yansıması olarak bakmak mümkün… Varlıklı azınlığın huzuru için yoksul çoğunluğun sayısının azalmasından yana olan kötü adamımız Sullivan’ın tavırları, zararları kendilerine çok dokunmayacağı için küresel ısınma konusunda gereğini yapmayan günümüzün bütün büyük ülkelerini düşündürüyor. ‘Avengers’ serisinin final filmlerinde Thanos, huzur için ırk, din, gezegen, sınıf ayırmadan evrenin yarısını öldürmekten yanaydı. İnsanlığa karşı öfke duyan Sullivan ise sadece kendi kontrolündeki zenginlerin huzur bulmasından yana… Finale doğru sınıfsal dayanışma ve isyan duygusu da var ama ‘Space Sweepers’ öyle çok politik bir film değil. Zaten her şey sistemden ziyade tek kişinin kötülüğüne bağlanıyor. Sullivan’ın kişiliğinde günümüzün elit kesimlerinin insan sevmez yanları öne çıkarılıyor.
Aslına bakarsanız, tüm bunlar bahane… ‘Space Sweepers’in asıl amacı seyirciye hiç sıkılmadan seyredeceği bir 2 saat yaşatmak… Yönetmenin hedefine ulaştığı kesin… Filmin en ciddi sorunu çok fazla özgün olmaması, başka filmleri hatırlatması…
Beni hayal kırıklığına uğratan yanı, Amerikalıların icat ettiği her türü alıp eğip büken ve dönüştüren Güney Kore sinemasının ‘her şeyiyle Amerikan usulü’ bir uzay operasıyla karşıma çıkması oldu... Kaldı ki, son yıllarda Güney Kore sinemasının fazlasıyla Batılılaştığını düşünüyorum. Balta dışında ve duygusal aşırılıklardan kaçınmayan bazı yanlarını saymazsak bir Güney Kore dokunuşundan söz etmek mümkün değil.
Öte yandan, hiç sıkılmadan severek izlediğimi ve eğlendiğimi söyleyebilirim. Netflix’te seyredebilirsiniz.
6.5/10
- Issız adaya düşen robot2 dakika önce
- Hikâye farklı, formül aynı39 dakika önce
- Peri masalına dahil olan modern sapık2 gün önce
- Gençlik bağımlılığa dönüştüğünde…6 gün önce
- Amerikan rüyasının peşinde1 hafta önce
- 'Yandaki Oda': Sade, duru ve hüzünlü2 hafta önce
- Yeni bir 'beden değiştirme' hikâyesi2 hafta önce
- 'Venom: Son Dans': Simbiyotik dostluk hikâyesi2 hafta önce
- Pop müzik yıldızının kâbusları3 hafta önce
- Trump'ın yükselişinin öyküsü3 hafta önce