Kimliğimi kaybettim, hükümsüzdür
Son yıllarda, Yunanistan’dan gelen ve yeni bir yönetmenler kuşağının elinden çıkan bazı filmler Yunan Tuhaf Dalgası (Greek Weird Wave) diye adlandırılıyor. Sinemalarda geçtiğimiz hafta gösterime giren ‘Elmalar’ın (Mila – Apples) yönetmeni Christos Nikou, bu akımın içinde görmüyor kendini. Hatta böyle bir akımın varlığından kuşku duyduğunu söylüyor.
Haklı olabilir. Birçok yönetmen kendisini akımların içinde görmek istemez zaten. Akımlar, genellikle eleştirmen ve tarihçiler tarafından keşfedilip tanımlanır. Yunan Tuhaf Dalgası, gelecekte tarihçiler tarafından ‘Tescillenir mi, tescillenmez mi?’ bilemem. Kendi adıma tek bildiğim, Yunan sinemasından son yıllarda gerçekten tuhaf ve birbirine benzeyen iyi filmler geldiği… Akım olsun ya da olmasın, benim için bu filmleri birbirine bağlayan iki şey var: Öncelikle bildiğimiz anlamda gerçekçilikle pek ilgileri yok. ‘Tuhaflık’ları modern dünyayı gerçekçi olma kaygısından uzak öyküler aracılığıyla; fantastikten bilimkurguya, absürtten kafkaesk motiflere kadar uzanan geniş bir alanın içinde hareket ederek anlatmalarından geliyor. İkincisi, son derece serinkanlı ve ince bir mizah anlayışına sahipler. Christos Nikou’nun ilk uzun filmi ‘Elmalar’ı da bu iki özelliği nedeniyle aynı gruba koyabilirim. Yeri gelmişken, ‘Elmalar’ı seyrederken Yunan Tuhaf Dalgası’nın diğer temsilcileri kadar Aki Kaurismaki’nin sinemasını, mizah duygusunu ve özellikle de ‘Geçmişi Olmayan Adam’ (2002) filmini hatırladığımı belirtmek isterim.
Yalnızlık imgeleriyle açılıyor ‘Elmalar’… Açılışta filmin ana karakteri Aris’i evinin içinde donuk bir halde, soğuk renkli kadrajların içinde tek başına görüyoruz. Hikâyenin sonuna kadar da bu yalnızlık hissi sürüyor.
Aslına bakarsanız, film boyunca bu yalnızlığı bitirmek için öyle çok güçlü bir arzu gözlemlemiyoruz Aris’te. Hatta finalde geldiği noktayı düşündüğümüzde, sanki artık yalnız kalmaktan yana pek şikâyeti yok gibi görünüyor. Ama yine de her şeyin kökeninde yalnızlığın, daha doğrusu yalnız kalma duygusunun olduğunu hissediyoruz.
Öte yandan, ‘Elmalar’ sadece yalnızlık üzerine bir film değil. Asıl temalar, finale doğru yaklaştıkça belirginleşiyor. Ama unutmak ve unutulmak, hemen ilk başta karşımıza çıkan temalar.
Tam da buradan, ‘Elmalar’ın hikâye örgüsüne geçebiliriz. Film, hafıza kaybına yol açan salgın bir hastalıkla ilgili: İnsanlar aniden kim olduklarını unutuyorlar. Sabah evden çıktıktan sonra çiçek alırken gördüğümüz Aris (Aris Servetalis), gece vakti belediye otobüsünde şoför tarafından bulunduğunda, hiçbir şey hatırlamadığını söyleyince, ambulansla hastaneye kaldırılıyor. Ceplerinden kim olduğuna dair herhangi bir belge ya da ipucu çıkmıyor.
Aris hastanedeyken tedavisi olmayan çaresiz bir hastalığa yakalandığını öğreniyoruz. Doktorlar hafıza testleri yapıp birkaç ilaç vermenin ötesine geçemiyorlar. Kimliği tespit edilemeyen hastalar, bir yakınları onları gelip alana kadar hastanede tutuluyor. Arayan hiç kimse çıkmazsa ve yakınları da aynı hastalığa yakalanmışsa, doktorlar onları ‘Yeni Kimlik’ adındaki bir programa tabi tutarak yeniden ‘topluma kazandırma’ya çalışıyor. Kendisini arayıp soran tek kişi dahi olmayınca, Aris de aynı programa dahil oluyor.
Filmin geri kalanı, Aris’in, doktorların talimatlarına uyarken yaşadıkları üzerine kurulu… Aris, program gereği kendisine verilen küçük dairede tek başına kalıyor ve ne denilirse onu yapmaya çalışıyor.
Doktorlar, hastaların denilenleri mutlaka yerine getirmelerini, hatta Polaroid fotoğraf makinesiyle belgelemelerini istiyor. Ama tüm bunların neden ve hangi gerekçeyle yapılması gerektiğini pek açıklamıyorlar. Aris de uzun süre hiç sorgulamadan kendisinden istenilenleri yapıyor. Filmin mizah duygusu biraz da bu doktor talimatları üzerinden gelişiyor. ‘Yeni Kimlik’ programı deneme aşamasında olduğundan doktorların ne yaptıklarını tam olarak bildiğinden emin olamıyoruz.
Biraz üstüne düşündüğümüzde, bisiklete binmek gibi basit eylemlerle başlayan bu isteklerin hastaları sosyalleştirmek, yeni bir kimlik oluşturmak kadar, onların duygu ve içgüdülerini harekete geçirmeyi hedeflediğini söyleyebiliriz. Özellikle de cinsellik ve korkuyu…
Yönetmen Christos Nikou’nun, senaryosunu Stavros Raptis ile yazdığı filmde salgın hastalığın, öncelikle kimlik kaybını temsil ettiğini düşünüyorum. Çünkü insanlar bisiklete binmeyi, otomobil kullanmayı, dili kullanmayı ve temel hayat bilgilerini değil, sadece kim olduklarını ve geçmişlerini unutuyorlar. Hikâyenin gelişimi üzerine düşündüğümüzde, kimlik kaybının ve geçmişi unutma isteğinin insanların ‘gizli arzusu’ olduğunu öne sürmek dahi olası. Aslına bakarsanız, Aris ve diğerleri için ‘Yeni Kimlik’ programı, gündelik hayatın tekdüzeliğinden kurtuluş anlamına geliyor. Yakınları tarafından hastaneden alıp eve götürülenler, onlara göre çok daha şanssız; çoğunun bir evin içinde oturmaktan başka çareleri yok. Oysa Aris gibi ‘hastanede sahipsiz kalanlar’ doktor talimatları sayesinde farklı duygusal deneyimlerden geçebiliyorlar. Kendi iradelerinden ziyade tıp otoritelerinin dediğini yaparak yaşamanın, onlar için kuşkusuz ayrı bir anlamı var. Bu yanlarıyla, anne ve babalarının sözünden çıkmayan çocukları getiriyorlar akla.
Peki, doktorların giderek daha da zorlaşacağını söylediği; aralarındaki diyaloglardan protesto eylemlerine katılmaya kadar varacağını anladığımız tüm bu talimatlar, Aris’in ve diğer hastaların işine yarıyor mu? Aris’in bir sinemada talimat gereği korku filmi izlerken tanıştığı Anne’in hepsini harfiyen yerine getirdiğini, hayata ancak bu şekilde tutunabildiğini fark ediyoruz. Sonuçta, yeni bir hayat için öncelikle yeni anılar gerekmiyor mu? O yüzden Anne’in (Sofia Georgovassili) korku filmindeki gibi çok zorlansa dahi yeni bir kimlik için sonuna kadar gideceğini seziyoruz.
Aris’in durumu ise daha farklı. Onun öyküsü üzerinden baktığımızda ‘Elmalar’, insanın kendinden kaçması ve başka bir kimlik bulma özlemine dair bir film. İşte bu nedenle, ‘Elmalar’, hafıza kaybı filmleri kadar insanın kendisinden kaçması ve farklı bir kimlik aramasını anlatan filmlerle akraba…
Aris’in finalde geldiği nokta bence her tür yoruma açık. Aris’in tüm yaşadıklarını olgunlaşarak belirli bir aşamaya ulaşma, hatta bir iç aydınlanma olarak yorumlayanlar çıkabilir. Öte yandan, ‘yalnızlığı ve yenilgiyi kabullenme’ veya ‘yeniden kendi kabuğuna çekilmesi’ olarak da okunabilir. Kesin olan, doktorların verdiği o son talimatın Aris için dönüştürücü bir yan taşıması ve ‘Yeni Kimlik’ programına olan ilgisini tümden kaybetmesi. Tam da burada finalde portakal yerine yeniden elma yemeye başlaması, kritik önem taşıyor.
‘Elmalar’, Yunan Tuhaf Dalgası’nın diğer örnekleri gibi hemen yorumlanıp üstü kapatılacak filmlerden değil. Kaldı ki, seyir sırasında size keyif veren yorumlama çabası değil, filmin kendisi ve özellikle de mizah duygusu…
Aris ve Anne’in ‘Titanic’ filmini konuşmaları, ‘Daha Dün Annemiz’ şarkısını çıkarmaya çalışan sokak çalgıcısı gibi detaylar çok hoş. Aris’in NASA astronotu olarak, talimatlar gereği katıldığı kostümlü partiyi ise filmin mizahının zirve noktası olarak görmek mümkün. Batman kostümlü kişinin hafızasını kaybetmesi, Kedi Kadın’ın otobüs durağında astronot giysisinin içindeki Aris’e bakması, hiç uzatılmadan yakalanmış çok eğlenceli anlar. Bu sahne hiç kuşkusuz insanların bir başkasına dönüşme arzusunu da yansıtıyor.
Hastaların polaroid fotoğraflardan oluşturdukları albüm de çağımızı yansıtan bir başka imge. Çektiğimiz fotoğrafları sosyal medya hesaplarından paylaşmamızla o albümü tutmak arasında özünde çok büyük bir fark yok. Her ikisinde de hayatımızı belgeliyor, görsel tarihimizi oluşturuyor ve başka insanlara var olduğumuzu duyuruyoruz.
‘Elmalar’da aklımdan kalan sahnelerden biri, Aris’i sadece bir köpeğin tanıması. Aris’in insanlar içindeki yalnızlığının altını çizen bir detay bu… Hastanede ziyaret ettiği ölümcül derecede hasta adamın kendisinden ev yapımı çikolatalı pasta istemesi de atlanmaması gereken bir ayrıntı. Kaldı ki, Aris’in sürekli elma yemesi başta olmak üzere filmde alttan alta ilerleyen bir ‘iştah, afiyet’ motifi var. Talimatları veren doktorun Aris’in evinde yemeği kaşıklarken ‘İyi yemek yaptığını’ söylemesini unutmayalım. Aris film boyunca iştahını pek kaybetmiyor galiba. Anne ile birlikte otomobilin içinde giderken sevdiği şarkıya eşlik etmesi, Aris’in hayatın tadını yeniden hissettiği anlardan biri.
Christos Nikou’nun eski usul dar 1.33:1 formatıyla çektiği filmde görüntü yönetmeni Bartosz Swiniarski, gündüz çekimlerinde soluk ve cansız renkler üzerine kuruyor filmi. Gece sahnelerinde ise genel olarak karanlığın içinde ‘hastalıklı’ bir sarı veya cansız turuncu ışıklar görüyoruz. Nikou’nun biçimin varlığını pek hissettirmeyen işlevsel ve sade bir anlatımı var. Çok fazla açı değiştirmediği, çok kesme yapmadığı uzun çekimlerin yanı sıra kısa planlar da kullanıyor.
Dünya prömiyerini 2020 yılında Venedik Film Festivali’nde yapan, özellikle Amerikalı eleştirmenlerden çok yüksek notlar alan ‘Elmalar’, rahat seyredilen, komik olduğu kadar hüzünlü bir film. Az sayıda salonda gösterildiğini belirtelim.
7/10
- Issız adaya düşen robot2 dakika önce
- Hikâye farklı, formül aynı39 dakika önce
- Peri masalına dahil olan modern sapık2 gün önce
- Gençlik bağımlılığa dönüştüğünde…6 gün önce
- Amerikan rüyasının peşinde1 hafta önce
- 'Yandaki Oda': Sade, duru ve hüzünlü2 hafta önce
- Yeni bir 'beden değiştirme' hikâyesi2 hafta önce
- 'Venom: Son Dans': Simbiyotik dostluk hikâyesi2 hafta önce
- Pop müzik yıldızının kâbusları3 hafta önce
- Trump'ın yükselişinin öyküsü3 hafta önce