Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Geçtiğimiz nisan ayında gerçekleşen Oscar ödül töreninin 6 adaylıkla öne çıkan filmlerinden biriydi ‘Minari’… En iyi film, yönetmen, özgün müzik, özgün senaryo, erkek oyuncu dallarında adaylıkla yetinirken yardımcı kadın oyuncu kategorisinde Güney Koreli Youn Yuh-jung ile Oscar’a ulaştı.

‘Minari’, Amerikalı yönetmen Lee Isaac Chung’ın kendi hayat hikâyesinden yola çıkarak yazdığı bir film. Hikâye 1983’te ABD’de Arkansas’ta geçiyor.

Güney Koreli göçmen Jacob Yi (Steven Teun), banka kredisiyle Arkansas’ta geniş bir arazi satın alır. Niyeti, ABD’deki Koreli göçmenlere memlekette alışık oldukları tatları vadeden taze sebzeler yetiştirmektir. Ne var ki, daha ilk sahneden, araziyi satın alırken ve çiftçilik hayalleri kurarken eşi Monica’ya (Han Ye-ri) danışmadığını anlarız. Monica, tekerlekli prefabrik ev karşısında yaşadığı hayal kırıklığını saklamaz. Kalp hastası küçük oğulları David’in (Alan S. Kim) en yakın hastaneden 1 saat uzaklıktaki bir evde kalmasından rahatsızdır. Daha önemlisi, kızı Anne (Noel Cho) ve oğlunun şehir yerine kırsal alanda dış dünyadan izole bir çiftlikte büyümesine karşıdır. Civcivlerin cinsiyetini belirleme işinde son derece iyi olan Jacob’un ülkedeki bütün tavuk yetiştirme çiftliklerinde hemen iş bulacağını bildiği için, bu emrivaki onu daha da rahatsız eder. Üstelik ikisi de aynı işyerinde aynı saatlerde çalışırken henüz okul çağına gelmeyen David’e evde kimin bakacağı belirsizdir.

Monica, annesi Soon-ja’nın (Youn Yuh-jung) Güney Kore’den gelip David’e bakması karşılığında Jacob’un çiftçilik hayallerine bir süre daha katlanmaya karar verir. Ama David ve büyükannenin hemen kaynaşıp anlaşmalarının pek kolay olmayacağı ilk andan belli olur. Dahası, Jacob’un önceden hesaplayamadığı sorunlar, ailenin hayatını giderek zorlaştırır.

‘Minari’, büyük risklere girme pahasına kendi çiftliğine sahip olmak isteyen hayalci bir adam ile çocuklarının geleceğine odaklanan, sağduyulu ve gerçekçi bir kadın arasındaki çatışma üzerinden ilerlemiyor yalnızca. Hayalindeki nineyi bulamayan David ile çok sevdiği torunlarına kendini olduğu gibi kabul ettirmeye çalışan Soon-ja arasındaki anlaşmazlıkları da seyrediyoruz.

Jacob - Monica ilişkisi filmin dram ayağını oluştururken, David’in büyükannesine olan isyanı, hikâyeyi yer yer incelikli bir durum komedisine taşıyor. Arkansas’lı çiftçilerin Asyalı komşularıyla olan deneyimleri de birkaç eğlenceli sahneye vesile oluyor ama ‘Minari’ye kuşkusuz komedi demek mümkün değil.

Her tür zorluğa karşı başarıya ulaşacak göçmen bir ailenin hikâyesi gibi başlayan ‘Minari’ gerçekçilikten pek sapmıyor. Başarı ya da başarısızlıktan ziyade göçmenliğin neden olduğu farklı ruh hallerini inceliyor.

Lee Isaac Chung’ın, ABD’nin çiftçilikle geçinmeye çalışan ilk göçmen aileleri akla getiren bir hikâyeye imza attığı söylenebilir. Jacob’un, geçmişini geride bırakarak ABD topraklarında kök salmaya çalışan o ilk çiftçi göçmenlerden özünde çok farkı yok. Niyeti bir toprağa tutunmak ve orada yerleşmek. Bir sahnede Monica’ya ‘Çocuklarımın başardığımı görmesini istiyorum’ diyor. Çünkü asıl istediği hayallerini gerçekleştirmek, kendi işini kurmak. İşte bu yüzden, risk almaktan çekinmiyor. Ayakları yere basan ve ailenin önceliklerini her şeyin üstüne koyan Monica’nın kabul edebileceği şeyler değil bunlar. O risk almaktansa çocuklar için en doğru olanı yapmayı istiyor.

İkisi iki farklı tezi temsil ediyorlar: Monica, mütevazı ama sağlam bir hayata ve sosyal uyuma önem verirken; Jacob girişimci ruhu ve başarıyı her şeyin üstüne koyuyor. Geçmişe bakışlarının da farklı olduğunu hissediyorsunuz. Jacob geçmişle tüm bağlarını koparmışa benziyor ve sadece geleceğe odaklanıyor. Monica ise ondan çok farklı. Annesini karşıladığı anda gözlerinde beliren yaşlardan veya ‘Bölgede bir Kore Kilisesi yok’ diye hayıflanmasından geçmişle ve memleketiyle olan duygusal bağını hiç koparmadığını görüyoruz. Annesinin onlarla yaşamasını istiyor. Çünkü Soon-ja ailenin Güney Kore ve geçmişle olan bağlarını simgeliyor. Eşine ve annesine oranla daha inançlı olduğunu unutmamak gerek. Kore Kilisesi’ni dindar olmaktan ziyade çocuklardaki aidiyet duygusunun gelişmesi için istediği belli. Jacob ise çocukların satın aldıkları araziyle bağ kurmalarından yana. Özetle göçmenlik psikolojisinin iki farklı yanını temsil ettikleri söylenebilir.

Başlangıçta sorunları daha da artıran sıra dışı bir büyükanne olarak aileye dahil olan Soon-ja’nın anahtar bir konumu var filmde. Filme adını veren minari bitkisi ise senaryoda çok yönlü bir metafor işlevi görüyor. Soon-ja’nın tohumlarını yanında getirdiği minari, sadece memleketi değil, ‘hem Jacob’un hem de Monica’nın henüz göremediklerini’ temsil ediyor. Minari tüm aile için bir uzlaşma noktası aslında… Evlerinden, köklerinden hiçbir zaman tam olarak kopamayacaklarını, Kore’yi her zaman yanlarında taşıyacaklarını ifade ediyor.

Yıllar boyunca Hollywood’un ‘Koreli market sahibi’ ve ‘kalabalık ve kaotik Çin Mahallesi egzotizmi’ gibi vazgeçilmez klişelere mahkûm ettiği Uzak Asyalı göçmenlerden son yıllarda gerçekten çok iyi filmler geliyor. Bu filmler, ‘My Big Fat Greek Wedding’ tarzında kültürel çatışmalar üzerine kurulu eğlenceli komedilerden farklı olarak ‘Elveda’ ve ‘Minari’de olduğu gibi göçmenlik psikolojisine odaklanıyorlar. Şüphesiz, en büyük avantajları gerçek yaşam deneyimlerinden yola çıkmaları…

‘Minari’nin hoş yanlarından biri, Arkansaslı Amerikalılara Asyalı bir ailenin gözünden bakması. Tam da burada Jacob’la birlikte çalışan ve dindarlığıyla dikkat çeken Paul (Will Patton) karakterini hatırlamak gerek. Paul kendinden başka kimseye zararı olmayan, kendi halinde bir Hıristiyan ama onunla birlikte derin Amerika’daki akıl dışı bağnazlığı hissediyoruz.

ABD’de doğan ve Korece’ye çok hâkim olmayan Lee Isaac Chung’ın, Yi ailesinin iki dil arasındaki gidiş gelişlerini anlatan bir film çekmesi, öykünün gerçekçilik dozunu artırıyor. Sosyal hayatta İngilizce konuşan anne ve babanın evde de iki dil arasına gidip geldiklerini görüyoruz. Uyum için Amerikan isimleri seçtiklerini unutmamak gerek. Torunların büyükannelerini İngilizce konuşturarak çekiştirdikleri sahne çok hoş. Sonuçta, göçmenlik biraz da iki dil arasında kalmak değil midir?

Lee Isaac Chung’ın daha ilk sahnelerden seyirciye sıcak gelen bir film yapmak istediği belli. Zorluklarla baş etmeye çalışan bir ailenin hikâyesini anlatmasına rağmen görsel tasarımda kasvetli tonlara sapmıyor. Doğanın güzelliğini hissettiriyor, huzur verici yeşil ağırlıklı manzaraları sıkça kullanıyor. Sürekli sorunlar yaşasalar da onları koruyan kollayan cömert bir doğanın içinde olduklarını hissediyoruz. Görüntü yönetmeni Lachlan Milne ile birlikte dış mekânlarda yer yer Terence Malick tarzını hatırlatan kadrajlar yakalıyorlar. Geniş perde formatını (2.39:1), müzik eşliğinde geniş açılı lensler ve hareketli kamerayla buluşturuyorlar. İç mekânlarda ise koyu ama sıcak renkleri öne çıkarıyorlar.

Müziğin de ilk anlardan itibaren ‘Minari’ye farklı bir hava verdiğini düşünüyorum. Emile Mosseri’nin melodik yönü güçlü kompozisyonları, tıpkı filmin görüntüleri gibi her şeyin iyiye doğru gideceğine dair bir his uyandırıyor. Müzik, hüzün ve umudu iç içe barındırıyor. 1970’lerde moda olan büyük hafif müzik orkestralarının enstrümantal işlerini akla getiren bir tarz bu... Müziğin varlığını hissediyor ve onun keyfini çıkarıyorsunuz.

‘Minari’yi baştan sona sevdim. Belki çok derinlere inen bir film değil ama büyük ve iddialı şeyler söylemeden derdini anlatıyor. Filmin güzel yanı galiba bu iddiasızlığı... Yemek ve kurabiye yapmasını bilmeyen, bütün gün televizyon seyreden tuhaf nine Soon-ja’da Youn Yuh-jung, Oscar’ı hak eden bir performans çıkarıyor. Amerikalıların oyunculuk ödüllerinde performans ve teknikten ziyade oyuncunun karaktere kattığı artı değerlere baktıklarını düşünürüm hep. Youn Yuh-jung da oynadığı karakterin hikâye içindeki yerini daha da değerli ve anlamlı kılıyor.

‘Burning’ filminde kibirli zengin rolünde izlediğimiz Steven Yeun, çok farklı bir kişiliğe bürünebileceğini gösterirken, Monica’da Han Ye-ri sade ama etkili bir performans çıkarıyor. Bu arada, çocuk oyuncu Alan Kim’in şirinliğini unutmamak gerek. Tecrübeli Will Patton’un ise coşkulu, dengesiz ve yalnız Paul karakterinde kariyerinin en iyi işlerinden birini çıkardığını düşünüyorum.

Özetle ‘Minari’, haftanın en iyilerinden biri…

7.5/10

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar