Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Cyrano De Bergerac deyince aklıma çocukluğumda siyah beyaz TRT ekranlarında seyrettiğim 1950 tarihli, Hollywood yapımı film gelir.

O zamanlar tüm filmler dublajlı gösterilirdi. Dolayısıyla, Jose Ferrer’in performansı kadar tiyatro sahnelerinde Cyrano’yu canlandıran, efsane oyuncu Mücap Ofluoğlu’nun seslendirmesi de kalmış aklımda. Edmond Rostand’ın 1897 tarihli tiyatro oyununun Jean-Paul Rappeneau imzasını taşıyan 1990 yapımı Fransız uyarlamasını beğendiğimi hatırlıyorum. Cyrano’nun kendi memleketine ve diline döndüğü bu uyarlamada Gerard Depardieu’nün performansı yabana atılır gibi değildi. Steve Martin’in başrolde oynadığı Amerikan komedisi ‘Roxanne’ın (1987) bende iz bıraktığını söyleyemem. Buna karşılık, uyarlamadan ziyade esinlenme olarak görülebilecek, Alice Wu’nun yazıp yönettiği hüzünlü gençlik öyküsü ‘Bir Bilsen’i (The Half Of It - 2020) sevmiştim.

Tüm bu filmler arasında, 2021 yapımı, İngiliz yönetmen Joe Wright’ın imzasını taşıyan ‘Cyrano’nun da ayrı bir yeri olacağını düşünüyorum. ‘Cyrano’, 2018 tarihli aynı adlı sahne müzikalinden uyarlanan bir film. Hem tiyatro hem film uyarlamasının altında yazar olarak Erica Schmidt’in imzası var.

Erica Schmidt’in, Edmond Rostand’ın klasik eserini ‘sahne müzikali’ haline getirmenin dışında onu nerdeyse yeniden yazarak serbestçe yorumladığını en baştan söylemem gerek. Kuşkusuz, hikâye örgüsü, olayların geçtiği tarih ve temel karakterler aynı. Cyrano De Bergerac tıpkı oyundaki gibi kralın muhafız alayına kumanda eden, kılıç dövüşünde usta, soylu ve korkusuz bir kahraman. Aynı zamanda, ağzı çok iyi laf yapan ince ruhlu bir şair. Tek farkı büyük burunlu değil, kısa boylu biri olması… Güzeller güzeli Roxanne’a âşık ama dile getiremiyor çünkü dış görünüşüne güvenmiyor.

Aslına bakarsanız, filmin afişinde olduğu gibi, ünlü oyuncu Peter Dinklage’in fotoğrafını koyup altına Cyrano yazdığınızda dahi, klasik esere getirdiğiniz yorumun ilk önemli adımını atmış oluyorsunuz. Yeri gelmişken, tiyatro uyarlamasında da başrolleri filmdeki gibi Dinklage ve Haley Bennett’in paylaştığını belirtelim.

Dinklage’in hayat arkadaşı Erica Schmidt’in uyarlamasında, oyundaki bazı yan karakterlerin ağırlığının azaltılması, metnin sadeleşmesi ve dört temel karaktere odaklanılması gibi irili ufaklı birçok değişiklik daha var. Ayrıca final dahil hikâye akışına çok fazla müdahale edilmeden, erkeklik değerlerine ve erkekler dünyasına övgünün silikleştirildiğini görmek mümkün. Hatta biraz ileri gidip, kadın bakış açısıyla revize edilmiş bir Cyrano De Bergerac’tan söz etmenin mümkün olduğu iddia edilebilir. Özellikle, Roxanne’in ilk bölümde bir kadın olarak bağımsızlığına yaptığı vurgu dikkat çekici. Roxanne’in orijinal oyundan farklı olarak Christian’dan önce harekete geçtiğini de atlamamak gerek. Haley Bennett’in canlandırdığı Roxanne, sadece erkekleri kendine çeken bir güzel olarak değil, güçlü bir kadın olarak da çiziliyor.

Öte yandan, eserin özünün korunduğunu söylemek gerek. Erica Schmidt’in senaryosu ve Joe Wright’ın yönetmenliğinin ortak hedefi, Rostand’ın klasik eserinin ana temasını 21. Yüzyıl’ın bakış açısıyla yeniden ele almak.

Eserin özü ne derseniz, kendi adıma ‘aşkın doğasını anlama çabası’ derim öncelikle. Film, Roxanne’ı isteyen üç erkek üzerinden aşkın farklı hallerine bakıyor, aşkın anlamını sorguluyor. Şehrin kraldan sonra en güçlü kişisi olan De Guiche (Ben Mendelsohn) karakterine baktığımızda, sevgiden çok Roxanne’e sahip olma isteğinin ağır bastığını görüyoruz. Gerektiğinde zor kullanmaya hazır biri De Guiche. Roxanne’e baktığında onda fiziksel güzellikten başka bir şey görmüyor aslında.

Cyrano’nun yönettiği muhafız alayına katılmak üzere şehre gelen genç Christian de Neuvillette’in (Kelvin Harrison Jr.) durumu da çok farklı değil. Hiç tanımadığı Roxanne’i görür görmez önce fiziksel güzelliğinden etkileniyor. Sokakta konuştuğu birisinin ‘Roxanne’in erişilmezliği’nden söz etmesine aldırış etmeden tiyatro salonuna giriyor ve gözlerini dikip hayranlıkla bakıyor ona.

Roxanne’in, Christian’a ilk görüşte âşık olmasında kuşkusuz dış görünüşün büyük payı var. Ama tiyatroda soylu locasında oturan Roxanne’in halkın içinden kendine bakan Christian’ın dış görünüşü kadar cesareti ve özgüveninden etkilendiğini unutmamak gerek. Parasıyla, itibarıyla koca adayı olarak karşı çıkan De Guiche’e karşı kendi dengi olarak gördüğü Christian’a âşık olmasını otoriteye isyan olarak okumak mümkün.

Üç erkeğin içinde Roxanne’in sadece güzelliğine değil ruhuna âşık olan tek kişi onu çocukluğundan beri tanıyan Cyrano… Roxanne konusunda üç erkeğin ortak özelliği ise özgüvensizlik. Cyrano, Roxanne gibi güzeller güzeli bir kadının kendisi gibi kısa boylu bir erkeği sevmeyeceğini düşünüyor. De Guiche, Roxanne’in kalbini kazanmanın imkansızlığını bildiği için parasını ve nüfuzunu kullanarak onunla ilk fırsatta evlenmek istiyor. Christian ise dış görünüşüyle etkilediği Roxanne’in ruhuna hitap edememekten, onu elinden kaçırmaktan korkuyor. Roxanne’in Christian ile olan ilişkisini önce mektuplarla sürdürmek istemesi, tesadüf değil. Çocukluğu kitaplar arasında, kütüphanelerde geçen Roxanne için belli ki ‘sözlü ve yazılı dil’ çok önemli. Bir erkeğin dış görünüşü kadar iç dünyasına da değer verdiğini anlıyoruz. Çünkü dil, Roxanne için iç dünyanın, iç güzelliğin bir yansıması…

Christian, Roxanne’i elinden kaçırma korkusuyla mektup yazması için yardım istediğinde Cyrano, yanlış olduğunu bildiği halde teklifi geri çevirmiyor. Daha önce, şiir meraklısı fırıncıya yardım ederken ‘En iyi bildiğin, kendine ait imgeleri kullan’ diyecek kadar dürüst olan Cyrano, bu kez Christian’ı ‘kukla’ haline getirmekten çekinmiyor. Çünkü özgüvensizliği nedeniyle karşısına geçip aşkını bir türlü ilan edemediği Roxanne’i yazıyla baştan çıkarma fırsatını elinden kaçırmak istemiyor. İlk mektupla birlikte Christian, Cyrano’nun nerdeyse ‘avatar’ı haline geliyor. Christian durumdan rahatsız oluyor ama tek başına hareket ettiğinde Roxanne’i kaybedeceğini anlayınca, kendini tümden Cyrano’ya teslim ediyor. İşte o noktadan sonra, film aşk üçgeninden ziyade Roxanne – Cyrano aşkının öyküsüne dönüşüyor.

Ama 21. Yüzyıl bakışıyla anlatılan bir öykü bu… Her şey ne kadar romantik olursa olsun, asıl sorunun Cyrano’nun erkeklik gururuna bağlandığını görebiliyoruz. Aşkı her şeyin üzerine koyan Roxanne, çevresindeki üç erkeğe göre ne istediğini çok daha iyi biliyor. Balkon sahnesinde sevgilisini ilk kez öpmek istediğinde, gözlerini kapatması sıradan bir detay değil. Christian ile ilk fiziksel buluşmalarında işler hiç de istemediği gibi gelişirken, akşam balkon karşılaşmasında kendini kelimelerin, dilin akışına bırakıyor ve gözlerini yumuyor. Dolayısıyla, Roxanne’in belirli bir noktadan sonra karşısındaki insanın dış görünüşünün ötesine geçebileceğini hissediyoruz. Ama Cyrano için aynısını söylemek zor. Aslına bakarsak, kısa boyunun değil erkeklik gururunun kurbanı oluyor.

‘Aşk ve Gurur’ (Pride and Prejudice - 2005), ‘Kefaret’ (Atonement - 2007) ve ‘Anna Karenina’ (2012) gibi filmleriyle tanıdığımız Joe Wright’ın ‘Cyrano’yu, tarihsel bağlamını bir yana bırakıp 21. Yüzyıl’ın bakış açısıyla çektiği kesin. Paris’te geçen bir öyküyü Sicilya’ya taşıması, senaryo yazarı Erica Schmidt’in metni sadeleştirmesine paralel bir uygulama aslında. Tarihi mekânlar güzel, zarif ama asla gösterişli değil.

Wright, açılışta tüm önemli karakterlerin bir araya geldiği tiyatro sahnesi dahil olmak üzere her sahnenin hakkını veriyor. Baştan sona göze hoş gelen, sizi duygusal olarak hemen içine alan ve hiç bırakmayan bir filme imza atıyor.

Wright, biçimci bir yönetmendir. Dönem filmlerine çağdaş film gramerinin enerjisini, dinamizmini getirmeyi sever. Bir anlamda, İngiliz usulü dönem filmleriyle MTV estetiği arasında bağ kurduğu söylenebilir. ‘Cyrano’da da biçim öne çıkıyor. Daha önce beş filmde birlikte çalıştığı görüntü yönetmeni Seamus McGarvey ile hareketli kameraya dayalı çok özenli bir anlatım yakalıyor. Ama deniz kenarında tarihi bir mekânda geçen, muhafız alayındaki ironik danslı sahne dışında, seyirciyi hikâyenin duygusal boyutundan koparan gösterişli bir müzikal estetiğine sapmıyor.

Bu arada, ‘Cyrano’da bizi direkt olarak 21. Yüzyıl’a bağlayan en önemli unsur, aslında müzik. Hatta elektro gitarların öne çıktığı bazı şarkıların, bize 17. Yüzyıl’da olmadığımızı sezdiren bir yabancılaştırma efekti işlevi gördüğünü dahi söyleyebilirim. Sahne müzikalinde olduğu gibi şarkıların bestesi ikiz kardeşler Aaron ve Bryce Dessner’e, sözleri ise Matt Berninger ve Carin Besser’e ait. İlk üç ismi Amerikan indie rock grubu The National ile tanıyoruz. Benim gibi The National grubunun sound’unu sevenlerdenseniz, filmden daha çok keyif almanız olası… Finalde son jenerik akarken grubun vokalisti Matt Berninger’in yorumuyla dinlediğimiz ‘Somebody Desperate’ şarkısının filmi çok güzel noktaladığını da belirtmek isterim.

Müzik gayet iyi ama ‘Cyrano’nun en güçlü kozu, hiç kuşkusuz Peter Dinklage’in varlığı. Sinemaya girdiği ilk günlerden itibaren aldığı süre ne olursa olsun oynadığı her filme ve ‘Game of Thrones’ gibi popüler bir diziye damgasını vuran Dinklage, hem yıldız karizmasını hem oyunculuğunu bir kez daha gösteriyor. Açılıştaki tiyatro sahnesindeki oyuncudan rol çalıp herkesin önünde müthiş bir özgüven şovu yapıp havasını attıktan sonra, Roxanne’e uysal ve masum bir çocuk gibi baktığı o an, Cyrano’ya kendine özgü çok farklı bir yorum getireceğini hemen hissediyoruz. Ayrıca, burun protezi veya makyajından arınmış bir Cyrano De Bergerac fikrinin filme çok farklı bir hava getirdiğini düşünüyorum. Haley Bennett, Kelvin Harrison Jr. ve Ben Mendelsohn da üstlerine düşeni fazlasıyla yapıyorlar.

‘Cyrano’ öyle çok derinlikli ve çarpıcı olmayabilir. Ama Dinklage’in duyarlı oyunculuğu, Schmidt’in yenilikçi senaryosu, Joe Wright’ın göz alıcı yönetmenliği ve şarkılarıyla baştan sona severek izlediğim bir film olduğu kesin.

7/10

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar