Gezi mi dediniz?
BİRKAÇ gündür gazetemiz Habertürk, Aşiyan’dan başlayarak yeşil alanların yok olmasına dikkat çekiyor. Konu sadece bir parkın küçültülmesi değil, iklim değişimi tartışmaları ekseninde hepimizin geleceğini de etkileyecek bir sorun. Kıyametin kopması gerek, ama pek umursayan olduğunu zannetmiyorum. Büyük bir gazete ısrarla manşetine taşısa bile.
Dalga geçmek için söylemiyorum, ama bu park meselesi tam da Beyaz Türklerin infial haline geçmesi için bulunmaz fırsat. Bu umursamama hali bir yorgunluk mu, konunun derinliğini anlamamak mı?
Son yıllarda bu gibi toplumsal protestolarla ortaya çıkan infiallerde ciddi bir yorgunluk ve bıkkınlık göze çarpıyor. Özellikle sosyal medya yüzünden her küçücük olay haddinden fazla abartılıyor, bir süre sonra da Kırmızı Başlıklı Kız’ın kurt hikâyesi misali etkisini kaybediyor.
İmza kampanyalarından protesto yürüyüşlerine kadar Beyaz Türklerin enerjilerini harcadıkları konuları düşünelim. İnci Pastanesi’nin, önce Emek Sineması’nın, bugünlerde Beyoğlu Sineması’nın kapatılması, AKM’nin yıkımına karşı yıllardır süregelen bir pasif mücadele, Karaköy’deki yolcu salonu yıkımına karşı itirazlar... Çok azı sonuç verdi; özellikle Gezi Parkı’na kışlanın yapılmaması zafer sarhoşluğuna dönüştü.
BİRKAÇ YÜZ KİŞİ
Gezi’nin söz gelimi bir Emek Sineması protestosundan farkı geniş çaplı bir katılım olmasıydı. Bu başlı başına eşsiz bir durumdu Türkiye için. Zira bütün diğer protestolar hep aynı birkaç yüz insan arasında dönüyor. Hassasiyetin toplumsal bir duyarlılığa dönüştüğünü iddia etmek zor. Sosyal medya yüzünden kimi tepkilerin ardında dev bir kitle olduğu yanılsamasına düşülüyor. Halbuki Karaköy yolcu salonunun yıkılmasına yerinde itiraz edenler yine aynı olağan şüphelilerdi.
Sosyal medyanın bir negatif etkisi de Gezi sonrası oluşan mizahın dozunu artırarak hemen her olaya sirayet etmesi oldu. Annelerin parka çocuklarının direnişine destek için gitmelerine #DirenTerlik diye etiket açılması kuşkusuz yaratıcıydı, ama her olayın, her tepkinin mizaha döndürülmesi vahametinin yumuşamasına neden oluyor. Çocuk tacizi haberlerinde bile toplumsal tartışmayı komik tweet’ler belirliyorsa bir yerlerde hata yapıldığı gerçeğiyle yüzleşmemiz gerek.
MEDYANIN ABARTISI
Bir büyük çuvaldız da biz gazetecilere.
Direniş haberlerinin bir alıcısı ortaya çıktığından en ufak infial hali teşvik ediliyor, çünkü reytingi var. Halbuki bir Aşiyan’la Emek Sineması’nın kapatılmasının toplumsal sonuçları eşit değil. Oysa medyanın yaklaşımı, sosyal medyada oluşturulan tepkinin dozu hemen hemen aynı. En ufak bir hareketlilikte hemen ikinci Gezi çağrışımları yapılması da ucuz gaza getirme yöntemleri.
İnfial yorgunluğuna kapılmadan her savaşın kazanılmayacağını, her mücadelenin eşit derecede anlamlı olmadığı bilincine ulaşılması hayati önem taşıyor. Çürüyen, hiçbir yatırım yapılmayan, açık olduğu zamanda bile gitmediğimiz Emek Sineması’na sahip çıkmak o kadar önemli miydi mesela? Yoksa o enerji, dolu felaketinde de sonuçlarını gördüğümüz iklim değişimi için mi harcanmalıydı?
FENERBAHÇE BAHSİ
DIŞARIDAN baktığımda en azından metal yorgunluğundan dolayı Aziz Yıldırım’ın bir daha Fenerbahçe başkanı olmayacağını düşünmek epey kolay. Üstelik karşısında kimi çevrelerin Cumhurbaşkanı adayı olması için hafiften lobi yaptığı Ali Koç gibi karizmatik ve kuvvetli bir aday da var.
Aziz Yıldırım yıllardır sahip olduğu koltuğu kaybederse ne yapacak?
Ali Koç eğer Fenerbahçe başkanı olursa laiklerin Cumhurbaşkanı adayı kim olacak?
Sanırım bu soruların hiç ama hiç anlamı kalmayacak. Zira son günlerde futbol dünyasından konuştuğum önemli insanlar Aziz Yıldırım’ın ne pahasına olursa olsun kongreden yine galip ayrılacağını söylüyor. “Aziz Bey garantilemeden hiçbir yarışmaya girmez”in çok ötesinde tahminler, agresif bir kampanya ve tuttuğunu koparan kişiliğiyle mutlaka yeniden Fenerbahçe’nin başkanı olacağında hemfikir olan futbol elitlerinin sayısı az değil. Pek çoğu bahsi şu iddia üzerine kuruyor: Aziz Yıldırım kulübün tarihinin kendisiyle özdeşleşmesini istiyor.
SON KULLANMA TARİHİ
ERGENEKON ve Balyoz sürecinde daha önce adlarını bilmediğimiz isimlerin ekrana uzman olarak sık sık konuk olduğunu görmüştük. Mesela bir sene boyunca bayrağı bir isim taşıyor, ardından aynı yalan propagandayı yapma görevi bir başkasına devrediliyordu.
Epey bir süre Cemaat’in sözcüsü görevini yapsa da Hüseyin Gülerce’nin ekran macerası sürekli değildi. Ona sıra sonlarda geldi, bir süre sonra da dönüp FETÖ karşıtıymış gibi konuşmaya başladı.
Söyleyeceğini söyledi, bundan sonrası önemli değil adeta. Açıkçası çok bir şey de söylemedi. Benim ve yıllardır FETÖ’yü takip eden gazetecilerin yazdıkları Gülerce’nin itiraflarından daha kritiktir, her iddiasına girerim.
Bugün FETÖ karşıtı olması değiştirmiyor, sanırım Gülerce’ye ayrılan sürenin sonuna geldik. Baksanıza dört yandan ona yönelik eleştiriler artıyor.
EĞLENCELİ DEĞİL ÜZÜCÜ
MÜZİK çalan Çeşme plajlarında zaman zaman Puff Daddy’nin “I’ll Be Missing You” şarkısına denk geliyorum. The Police’in “Every Breath You Take”i üzerine inşa edilmiş şarkı aşinalığından olsa gerek herkesi bir anda etkisi altına alıyor. Önceki gün bir grubun şarkı başlar başlamaz masalarında tempo tuttuğuna, havaya girdiğine tanık oldum.
Sonra da şarkının sözleriyle verilen tepki arasındaki ters ilişkiyi düşündüm.
“I’ll Be Missing You” hüzünlü bir şarkı. Biggie Smalls’ın katlinin ardından yazıldı, rahmetlinin dul eşi de var. Bu dünyayı terk etmesi, cennetten bizi izlemesi, mirasının ailesi tarafından hayata geçirilmesi gibi sözlere sahip...
Şarkının kolayca dillere yapıştığı gerçek, ama ben her dinlediğimde hüzünleniyorum.
- Konserler, ünlüler, paralar6 dakika önce
- Trump oligarklar rejimi kuruyor2 gün önce
- Baklavacı asla sadece baklavacı değildir4 gün önce
- Bir eski eroinman Amerika'nın patates kızartmalarını düzeltecek mi6 gün önce
- First lady Elonia1 hafta önce
- Seçimi kazandıran podcast sunucusu1 hafta önce
- Aradığım Çin lokantası Erdoğan'a komşu çıktı1 hafta önce
- Kamala olarak girdi, Kemal olarak bitirdi1 hafta önce
- Anneciğim erkeklik elden gidiyor2 hafta önce
- Çöplük gibi kriz2 hafta önce