Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

ATATÜRK Kültür Merkezi, tarihi boyunca hep simge ama hep sorunlu da bir bina oldu. Türkiye’deki siyasi bölünme özünde AKM’ye aşırı tapınanlar ile nefret edenler diye iki ayrı grupla özetlenebilir. İki kesim de inandığına körü körüne bağlı olup hiçbir uzlaşmaya açık olmadığından dolayı şehrin en kıymetli meydanının tam girişinde 10 yıl boyunca hayalet bir bina durdu. Katı kamplaşmalarla hayaletleştirilen demokrasimizin simgesiydi adeta.

AKM sorunluydu; çünkü şehrin en kıymetli meydanına bakmasına rağmen sokakla arasında bir iletişim sorunu vardı. Halkı içine davet etmeyen, gün içinde yaşamayan, kapıları herkese açık olmayan bir binaydı. Binanın atrium’undan dışarı bakıldığında hemen önünde duran Taksim Meydanı’na hissi uzaklığı ve erişilmezliği devlet ile toplum arasındaki kopukluğu çağrıştırırdı.

AKM’nin en ateşli savunucuları belki hayatları boyunca bir kez bile orada temsil izlememiş, binanın içine adımlarını atmamıştı. Ama yıkılsa Atatürk’ün de mirasının çökeceği paranoyası kazınmıştı bilinçaltına. Atatürk’ü kent meydanlarına zorla dikilen heykellere, anıtlara indirgeyen bu yüzeysel gardırop Atatürkçülüğü, tıpkı AKM gibi dışarıdakileri uzun yıllar dışladı, içine sokmadı. AKM’nin yıkılmasını savunanların en temel gerekçesiyse binanın simgeselliğine aşina olmamaları, “Alt tarafı bir bina canım, ne olacak” diye değerlendirmeleriydi.

BULUŞMA NOKTASI

Yüksek sanat dallarının (opera, tiyatro, bale, klasik müzik vs.) bir devlet politikasından çıkıp toplumun özel televizyonlarla birlikte popüler kültüre teslim olduğu yıllarda ise AKM iyice marjinalleşip dışıyla var olabildi kolektif hafızada. Cep telefonsuz hayattan cep telefonlu hayata geçişe tanık olan benim kuşağım için AKM gişeleri buluşma noktası, AKM dolmuşları “karşı” tarafa geçme aracıydı sadece.

Yıllar içinde buluşma noktası İstiklal Caddesi’ndeki Fransız Konsolosluğu’na kaydı. Bu bina da, tıpkı AKM gibi, şehrin en kıymetli ve işlek noktasında olmasına rağmen dışarıya kapalıydı. Yıllar süren beyhude Avrupa Birliği mücadelemiz gibi kapısına kadar gidebiliyor ama içeri alınmıyorduk.

Halbuki tam karşısındaki Burger King’in zamanla bir çekim merkezi olması Türkiye’nin Amerikan kapitalizmini nasıl da kolayca bağrına bastığının örneğiydi. Bu davetkâr mekânın tek bir şartı oldu hep: Parayı verdiğiniz sürece herkes girebiliyor, bir kahveyle gençler dev terasında saatler geçiriyordu.

Yeni AKM’nin içinde üç restoran olacak açıklanan planlara göre, içerideki temsiller de ekrandan sokağa yansıyacak. Oysa bu binanın ne kadar kapsayıcı olacağını mimarisi değil, yönetilmesi belirleyecek. Bunlar yarının konuları.

MELEZ BİR ÇÖZÜM

“Projenin en ilginç tarafı, ana salonun bir yarımkürenin (kubbenin), onun da (eski AKM’yi canlandıran) bir ‘kutu’ içine alınması” diye yazıyor Korhan Gümüş. “Bu bireşim bence muazzam bir sembolizm içeriyor: Yeni AKM projesinde Cumhuriyet modernizminin simgesi olan ‘kutu’ ile Yeni Osmanlıcı akımın simgesi olan ‘kubbe’ bir araya geliyor.”

Murat Tabanlıoğlu kurnazca melez bir çözüm buldu AKM krizine. Açıklanır açıklanmaz çoğunlukla alkış toplaması Türkiye’nin böylesi bir uzlaşmaya ne kadar ihtiyacı olduğunun da kanıtı. Ara yol mümkünmüş işte. Bizimki gibi kolayca bölünen, ajite olmaya hazır toplumların ortak noktada buluşması için epey zorlu bir geçiş dönemi gerekir, bu uğurda birçok hata yapılarak ders alınır ve bu da vakit alır. 10 yıl tarih perspektifinde bu açıdan çok kısa bir süre. Yıllarca kopukluğu simgeleyen AKM’den uzlaşmanın sembolüne geçiş gerçekten sokağa yansıyacak mı; bina hep olduğu gibi yine Türkiye’nin kaderini belirleyecek.

**************

TÜCCAR YAYINEVİ

YUNUS Günçe’nin şiirleriyle dalga geçiliyor, ama bu şiirlerin bir yayınevi bulup basılması, kitapçılarda satılması daha korkutucu değil mi? Son yıllarda edebiyattan anlamayan, hiç kitap okumamış bir dolu tüccar kısa yoldan para kazanmak için yayıncılık işine girdi. Metrolarda bu yüzden kitap reklamı patlamaları var.

Eskiden en kötü yayınevinin bile belli bir kitap yayımlama standardı olurdu, şimdi en iyileri bile sırf kârlı olduğu için hiçbir kıymeti olmayan kitapları basıyor. Kalite çıtası yerlerde.

Sorun Günçe gibi şiir yazmaya cüret edenlerde değil, ona bu imkânı tanıyanlarda.

**************

KAFAMDA SORULAR

- HACI Sabancı gerçek mi yoksa bir çizgi film kahramanı mı?

- “Ayla” filmi bugüne kadar Batı’da çekilen kaç tane İkinci Dünya Savaşı filminin kolajından oluşuyor?

- Erol Erdal Alkan aslında Türkiye’nin aradığı yakışıklı erkek figürü mü?

- Nazire ve Kadri Gürsel çifti destek için Bodrum uçağında “öpüşme eylemi” yapar mı?

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar