Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Seçim öncesinde kafamı en çok kurcalayan sorulardan biri Meral Akşener’in kampanyasında seçtiği yöndü. Birkaç kere dile getirdim; medyada sınırlı da olsa göründüğünde adeta bir solcu lider gibi propaganda yapıyordu. Yıllarca Susurluk’çu olarak bildiğimiz, solcular tarafından “Faşist teyze” gibi yakıştırmalar yapılan biri nasıl son derece liberal bir söylem tutturabilmişti?

Türkiye’nin sağ bir ülke olduğu, sağ partilerin siyasette ağırlığı ortadayken Meral Akşener sosyal demokrat bir adaymış gibi davranarak oy toplayabileceğini düşünüyor olamazdı. Üstelik, kurduğu partinin yok olan merkez sağı diriltmesi, milliyetçi oyları toplaması beklenirken.

Oysa tam aksini yaptı Akşener. İçişleri Bakanlığı yaptığı dönemi “Zaten çok kısa süre” diye önemsiz hale getirdi, beyaz Toros’larla arasına mesafe koydu, Selahattin Demirtaş’ın özgürlüğünü savundu.

İlkesel olarak tarihin doğru yerinde durdu belki, ama bu taktiğin oy getirmediği sandık sonuçlarında da ortaya çıktı. Türkiye bu kadar bölünmüşken, milliyetçi dalgalar yükselirken ve bu çağda gerçekliğin hiçbir önemi yokken “HDP’yi kapatacağım, Demirtaş asla dışarı çıkmayacak, Apo’yu ben getirdim ve şimdi de idam edeceğim, bütün Suriyelileri kovacağım” gibi ultra-faşist söylemlerle o damarı yakalasa ne olurdu?

Bu basit matematik ortadayken… Marine Le Pen olacakken Macron olmaya oynadı ve kaybetti.

Ya da biz öyle sanıyoruz.

TEK BİR MİSYONU VARDI

Siyasette kimi figürlerin varlık nedeni her zaman başarı kazanmak değildir. Kimi zaman, gerçek başarı kasten başarısız olmaktır. O yüzden Meral Akşener’in seçim gecesi aniden ortadan kaybolması, sonraki günlerde da görünmemesi, sonra aniden İYİ Parti’yi kongreye davet edip aday olmayacağını açıklamasına sıradan bir seçim kaybeden siyasetçi senaryosu olarak bakamıyorum. Yavaş yavaş neden kaybettirmesi garanti bir strateji uyguladığını ise anlıyorum.

Akşener’in neden kendisine siyasi getirisi olmayan bir taktiği uyguladığını hiçbir zaman tam olarak bilmeyeceğiz. Belki üzerinden uzun zaman geçtikten sonra yaşadığımız süreç mikroskopla incelenince anlaşılacak. Ama şimdiden her iddiasına girerim, Akşener’in bu seçimdeki rolü ve misyonu “Abdullah Gül’ün aday olmasını engelleyen kişi” olarak tarihe yazılacak.

Başını liberallerin çektiği, dış dünyanın da desteklediği bir hayaldi Abdullah Gül’ün adaylığı. Hatırlayalım bütün muhalefet bloku Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu projeye dahil olmasında ısrar ediyordu. Eğer istediklerini alsalardı siyasetteki bütün dengeler değişebilir, halihazırdaki proje ve operasyonları da büyük ölçüde aksardı.

Sözde ferahlama, topluma nefes aldırma, demokratikleşme adına bugün devletin yürüttüğü önemli bir süreç darbe alacaktı. Türkiye hala kendi içinde bir mücadele verirken bu yanılsama görünmez ama büyük bir tehlikeye neden olacaktı uzun vadede.

GÖRÜNMEZ EL DEVREDE

Serbest piyasayı kontrol eden “görünmez el” gibi devletler beka kriziyle karşı karşıya olduğunda bir mekanizma devreye girerek sistemi yörüngesine sokar. İlla ki derin devletten, dış devletin müdahalesinden bahsetmiyorum. Bunu, işin uzmanı komplo teorisyenlerine bırakıyorum.

Ama bazen bir siyasetçinin kendi şahsi vicdani kararı da tarihin akışını değiştirebilir. Yaklaşan tehlikeyi görüp kendini yok etmek adına böyle bir hamle yapmış olma ihtimali yabana atılmamalı.

Meral Akşener etrafındaki bütün baskıya rağmen tek başına inat etti, direndi ve belki de Türkiye’nin kaderiyle ilgili karar verici bir rol oynadı. Bu tercih ileride çok daha net anlaşılacak. Şimdilik ise Akşener görevini tamamladı ve ona ayrılan sürenin sonuna gelindi. İleride yeniden siyasete döner, aday olur; farketmez. Bunlar bugünün tartışmaları değil.

* * *

Altı ay sonra yine CHP’ye genel başkan ararız

Muharrem İnce’den büyük bir lider yaratmaya çalışanlara siyasi partilerin nasıl işlediğini hatırlatmam gerekiyor. Belli ki birileri onu Deniz Baykal’a “Bu arkadaşın ağzı çok iyi laf yapıyor, Yalova’da oy toplar” diye getirmiş, İnce’nin bir tehdit oluşturmayacağını gören Baykal da hazırcevaplığını, esprilerini beğenip siyaset yolunu açmış.

Nerede liyakat sistemi işlemiş ki CHP’de işlesin zaten…

Her partide böyle figürlere ihtiyaç duyulur. Bütçe görüşmelerinde falan bir-iki konuşma patlatıp partiye hareketlilik getirecek, diğer partilerin sinir uçlarıyla oynayacak figürlerdir bunlar. Muharrem İnce aslında modern bir Kamer Genç.

Ancak her ne kadar karikatürize edilse de Kamer Genç iyi eğitim görmüş, yurtdışı tecrübesi olan, Danıştay’da önemli görevler yapmış ve devletin işleyişini bilen derinlikli bir siyasetçiydi. Düşünün, ona tahsis edilen görevin içini doldurmak için bile çıta daha yüksekti birkaç sene öncesine kadar.

İNCE KAZANIRSA ŞAŞIRMAM

Muharrem İnce iyi koku alıyor. Baykal olsa, kafasını sudan kaldıramazdı ama Kemal Kılıçdaroğlu’yla birlikte CHP’nin bir devlet dairesine döndüğünü ve kendisinin de bu yapıya meydan okuyabileceğini gördü. Sonuçta CHP’yi yöneten “muhasebecilere” kıyasla bir avantajı var, ağzı laf yapıyor.

CHP’nin başına geçebilir, şaşırmam. Bir altı ay sonra CHP’lilerin “Genel başkan değişmeli” isyanına, İnce’ye bayrak açmalarına, sürekli kongreye gitmelerine de şaşırmam. Çünkü olacak bu, kendimizi kandırmayalım.

CHP’liler yeni sistemi kavrayıp CHP genel başkanlığı makamını hak ettiği gibi evrak onaylayacak bir bürokratik kuruma indirgeseler, genel başkan trafik polisliği yaparken yeni bir siyaset söylemi ve programı üzerinde çalışsalar… Hem Türkiye’ye hem de partiye daha fazla hizmet etmiş olurlar.

Amaç Türkiye’ye hizmet değil ki…

Muharrem İnce hareketinin orkestra şefliğinde Türkiye’nin en başarısız belediye başkanı Aziz Kocaoğlu’nun olması niyet için yeteri kadar fikir veriyor. “Delegeleri tek başına belirleyen adam” efsanesine bayılan eski politbüro üyesi Önder Sav’la birlikte kalan küçücük pastayı paylaşacaklar

Çankaya, İzmir, Beşiktaş… Yeter de artar bile.

* * *

Kim ne dedi

Kıyaslamayı önceki gün okudum...

2018’de Mesut Özil: “Kazandığımda Alman, kaybettiğimde göçmen sayılıyorum.”

1922’de Albert Einstein: “İzafiyet teorisi başarılı olursa Almanlar beni Alman sayacak, Fransızlar da dünya vatandaşı olduğumu söyleyecek. Eğer teorim doğru çıkmazsa, Fransızlar benim Alman olduğumu, Almanlar da Yahudi olduğumu söyleyecek.”

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar