Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        En tepki çeken yazım

        Freddie Mercury rolü için düşünülen Sacha Baron Cohen’in aklında seks ve düşüklük hakkında eğlenceli bir film yapmak vardı. Sonra Queen üyeleri devreye girip tarihi aklamayı tercih etti ve ortaya “Bohemian Rhapsody” saçmalığı çıktı. Ama bu saçmalık son beş yılda sinemaya hiç gitmemiş insanları bile salonlara çekti. İnsanlar müzikal seviyor demek ki, benimle kitleler arasındaki uçurum da giderek büyüdü. Buna işaret edip bu kadar tepki çekeceğimi de bilmiyordum doğrusu:

        En yandaşı olduğum siyasetçi

        Yıl bitmeden okuduğu kitapların, dinlediği şarkıların, izlediği filmlerin listesini yayımladı her sene yaptığı üzere. Siyasetten önce iyi bir akademisyen ve kuvvetli bir yazar olduğunu unutanlara iyi bir hatırlatma oldu sanırım. Beğendiği şarkıların arasında gezinirken “Aaa bunu da seviyormuş” diye ortaklıklar bulmak belki kimsenin paylaşmayacağı bir heyecandı. Bu sene ben de Barack Obama gibi “Love Lies” dinledim ve onun gibisinin bir daha gelmeyeceğini düşündüm.

        En sıkıldığım figür

        Yerel seçimlerden sonra sandık fetişizmi yok. O yüzden belki Beyaz Türk mahallesinde “Bu sefer iktidar panikte” diye başlayıp seçim gecesi “Oylar çalındı”yla devam eden, sonra “Kılıçdaroğlu gitmeli”ye varan o bilindik hikayeye bir süre maruz kalmayacağız en azından. Bu yaz en çok “Quantum Muharrem”den bir lider adayı çıkarabilen hayal gücüne, koskoca Türkiye’nin bir şakaya bu kadar gülmeden kapılmasına hayret ettim. “Başından beri kaybedecekti, sonunda da kaybetti” demiştim Quantum için.

        En unutamadığım toplumsal olay

        Fransa’daki Sarı Yelekler’in gösterilerini yerinde izlerken telefonumu şarj (ya da şarZ) etmek için gittiğim bir cafe’yi hiç unutamayacağım. Gösterilerin merkezi Champs-Elysee’ye birkaç adım mesafedeki cafe’de bir yandan protestocular bira içip milli marş söylüyordu, diğer yandan da lokanta tam mönü hizmette servisi sürdürüyordu. Az ileride polis biber gazı atıyor, protestoyla gündelik hayatın rutini birlikte ilerliyordu. Paris’i hayalet şehir olarak görmek de varmış; Ağustos ayı bile değildi üstelik.

        En fazla alıntı yaptığım kitap

        Arkadaşlarıma bıkkınlık verecek kadar Joan Didion’dan bahsettim bu sene. Özellikle Malibu yangınları sırasında ta 70’lerde yazdığı ve California üzerine bir başucu kitabı niteliğindeki “The White Album”den satırları tekrar tekrar yüksek sesle okudum. Özellikle hiç kimsenin bilindik anlamda tatil yapmadığı Malibu’nun eski halini hatırlamak, insanların markette karşılaşıp birbirlerinin paketlerini aldığı o yıllar hakkındaki gözlemleri. Tabii her California hikayesi gibi Didion’un kalemi de bir doğal felaketi anlatıyor yine.

        En hayran olduğum ünlü

        Los Angeles Lakers’daki ilk maçını izlerken sanki kendi tanıdığım birinin başarısından gururlanır gibiydim. LeBron James ısrarla kendisinin bir sporcudan daha fazlası olduğunu vurguluyor ve her adımıyla bunu kanıtlıyor. Bir gün onun Amerikan başkanı olması can’ı gönülden dilerim. Parıltısını her konuştuğunda belli ediyor. Özellikle “The Shop” adlı talk-show’u televizyonların son zamanlardaki en ilginç yapımı. Bu sene Staples Center’da maça çıktığında ben de Los Angeles’taydım:

        En çabuk kaybettiğimiz ünlü

        Geçenlerde ortak bir arkadaşımızla karşılaştığımızda Arda Turan’ı sordum. “Bir musibet bin nasihatten iyidir” dedi ve kendisini toparlamaya başladığını söyledi. Genç bir futbol mucizesi olarak yola çıkan Arda bir süre sonra tahammül edilemez birine dönüştü. En sevilenden en nefret edilen olmaya uzanan bu yolculuğun bu kadar kısa sürmesi de şaşırtıcıydı. İşin ilginci, neredeyse içinde yaşadığı “Gizli Kalsın” gece kulübünün aksine bütün skandalları, saçmalıkları da gizli kalmadı. Arda hakkında çok yazdım, ama ne dediğim de Arda’nın kendi hayatında ne yapmak istediği gibi pek anlaşılmadı.

        En kolay tahmin ettiğim konu

        Cumhurbaşkanlığı seçimini Tayyip Erdoğan’ın kazanacağını daha seçim kararı açıklanır açıklanmaz, ta Nisan ayında açık açık yazmıştım. “Ya tutarsa” değil, Türkiye’nin siyasi dinamiklerine dayanarak yaptığım bir gözlemdi. En azından bu sayede “Sen Türkiye’yi okuyamıyorsun” eleştirilerini püskürtmüş oldum sanırım. Türkiye’yi okumanın en güzel yolu Türkiye’den uzakta kalmak zira. Bana bu eleştirileri yapanlar da Kemal Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşünden büyük bir lider olarak çıktığını anlatıyordu.

        En çabuk etkilendiğim film

        Bu sene sinema için iyi bir yıl mı oldu, kötü mü? Doğrusu Oscar yarışında öne çıkan film bile yok. Hiçbir film iddialı olmadığı için “Black Panther” ödül kazanan ilk süper kahraman filmi olacak mı? Şubat ayında izleyip epey beğendim; yaz sonunda izlediğim “Blackkklansman” de harikaydı. Ama bu sene en çabuk etkilendiğim film vaat ettiğini karşılaşması bakımından “A Star is Born” oldu. Salona ne istediğimi bilerek girdim, karşılığını da fazlasıyla aldım. Üstelik şarkısı “Shallow” da epey oyaladı beni.

        En çaktırmadan dinlediğim uzman

        Erol Mütercimler’i geç keşfettim, çabuk sıkıldım. Gerçi her-iki cümlede bir “Işıklar içinde uyusun” diye bu dünyadan göçenlerden bahsetmesi, kanalına göre değişen gözlük çerçeveleri ve döndürüp döndürüp tekrarladığı aynı anekdotlar ilgimi çekiyor… Ama bir yere kadar. Bir süre sonra “Amaaan be” deyip adını hala bilmediğim o kanalda (Meltem? Mesaj?) yayınlanan programı izlemeyi bıraktım. Bir-iki söylediği tutan uzmanlar Türkiye’de kolayca karikatürleşir, Erol Mütercimler’in de durumu böyle. Her konuda fikrine başvurulan aktör-binbaşı uzmandan (evet aktör, filmi var) en önemli konudaki kanaatini hala duyamadım ama: Menemen soğanlı mı soğansız mı olur?

        En sevdiğim polemik

        Türkiye’yi değiştirmedi belki, yoğun gündemde kaybolup gitmiş de olabilir ama entelektüel çıtayı yükseltmek adına Serdar Turgut’la girdiğimiz “Amerika’da sol” tartışmasını özel bir yere koyarım. Serdar Turgut sol siyasetin yaşam alanı bulamadığı ABD’nin sosyal devlet olarak çarpıklıklarını dile getiriyordu. Bense “Evet, ama en azından kendilerine bırakılan küçücük bir alanda etkililer, bari bizimkiler de o kadar etkili olsa” diye topa girdim. Birkaç gün artık basında görmeye alışık olmadığımız bir “düzeyli tartışma” yaptık.

        En sarsıldığım ölüm

        Anthony Bourdain’den Tom Wolfe’a yine bir sürü kıymetli ismin dünyaya veda ettiği yıl oldu 2018. Aralarından Avicii’nin ölümünden çok sarsıldım, çünkü neredeyse adları depresyonla eşit olan milenyum kuşağının en önemli simgelerinden biriydi. Ve fişi çekti. Tek tesellim genç ölümlerinin devamının gelmemesi oldu.

        En yanıtsız kalan sorum

        Epey bir süredir merak ediyorum, ama bir türlü yanıtını bulamıyorum. 2018’de de FETÖ’nün neden “kullanışlı eşcinselleri” bünyesinde bulundurduğunu anlamaya çalıştım. Sadece FETÖ değil, ABD’deki alt-right hareketi de en iğrenç, anti-demokratik, hatta homofobik görüşleri eşcinsel sözcüleriyle duyuruyor.

        En eğlendiğim hafta

        Bir aksilik çıkmazsa yeni yılın ikinci haftası Paris’te olacağım yine. Ama bu sefer protesto takip etmeye değil, moda haftası için. Gerçi Paris’te her hafta moda haftası gibi. Dünyanın en şık insanları günün herhangi bir saati sokaklarda dolaşıyor. Moda haftası olduğundaysa insan kendini o şık insanların bir parçasıymış gibi hissediyor. Bir hafta hayattan kopup kumaşların, modellerin ve ünlülerin dünyasına teslim olmaktan daha güzel kaçış var mı?

        Diğer Yazılar