Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

MUHALEFET CEPHESİ

Süreç uzadıkça biri bir yerde hata yapacak, bu da büyük ihtimalle CHP olacak diyordum ya. Bir hafta içinde hem iktidar hem de muhalefet kendilerinden beklenmeyecek hatalar yapmaya başladı.

Önce Ekrem İmamoğlu…

Parmağını sallayarak medyayı uyarması nasıl yanlış bir stratejik adım. Muharrem İnce’nin seçim öncesi medyayı hedef alarak sadece kendi tabanına gaz vermesine benziyor. Bu akılları Enis Berberoğlu mu veriyor İmamoğlu’na?

Haklı ya da haksız meselesi değil; medyayı hedef almanın kendisine nasıl döneceğini nasıl hesap edemez? Nasıl bu kadar bariz bir stratejik hata yapabilir?

Bakın, konu oyların yeniden sayımından çıktı medyayı tehdide döndü. Günlerdir bu konuşuluyor, gündem değişti. Köşe yazarları, hükümet temsilcileri ha bire gündemde tutuyor bu meseleyi.

Her türlü inandırıcılığı yok olmuş Hürriyet’e cennetten malzeme indi adeta. Sakız gibi uzatıp duruyorlar konuyu. Biraz daha uzun sürerse Hürriyet’in basın özgürlüğünü savunmaya dönecek iş.

Göz göre göre böyle bir koz verilir mi rakibe? İmamoğlu’nu şimdiden Cumhurbaşkanı ilan edenler daha siyasette pişmesi gerektiğini anlamıştır belki. İstediği kadar “Tehdit değil, eleştiri” deyip dursun; yapılan gaf aklıda kalır, kırılan bir daha toparlanmaz. En basit iletişim kuralıdır.

Bir de not…

İmamoğlu yatıp kalkıp şikayet ettiği Habertürk’e şükretsin. Söylediklerini olduğu gibi verdi, “tehdit” falan demedi, konuyu köpürtmedi, uzatmadı.

İKTİDAR CEPHESİ

Hala anlamakta zorlanıyorum Ankara seçimleri öncesi yapılan büyük hatayı. Mansur Yavaş popüler bir adaydı, evet, ama fark atarak Ankara’yı alacağının bir garantisi yoktu. Hele hele ilçeler AK Parti’ye oy vermiş, iktidar seçimin genelinden farklı bir galibiyetle ayrılmışken.

Seçimden önce Mansur Yavaş hedef alındı ve bir mağdur yaratıldı.

Türk seçmeni mağdur seviyor. Hakkında “Güldürmeyin beni” denen Demirel’i 11 sene sonra yeniden iktidara taşıdı. Hapisten çıkan Recep Tayyip Erdoğan’a devletin en üst makamını emanet etti. Selahattin Demirtaş’ın tek bir tweet’iyle Kürt seçmen mobilize oldu.

Mağduriyete olan destek sadece Mansur Yavaş’a rahat bir seçim galibiyeti tanımadı, başka şehirleri de etkiledi. Antalya, Adana sürpriz olmadı mı? İstanbul’da yarış bu kadar başa baş mı olmalıydı?

Şimdi benzer bir mağduriyet havası Ekrem İmamoğlu’nun etrafında yaratılıyor.

Oylar yeniden sayılıp yeniden seçim çağrıları yapıldıkça kendisinin bile beklemediği bir seçim başarısı elde eden Ekrem İmamoğlu kahramanlaştırılıyor. Usulsüzlük varsa tabii ki ortaya çıkarılmalı, failleri cezalandırılmalı. Ama bu işin yönetilme süreci en kaba hattıyla “İktidar bir türlü İstanbul’u vermiyor” görüntüsü doğuruyor. Hele hele seçimler tekrar edilirse bu mağduriyet İmamoğlu’na çok daha rahat bir seçim zaferi sağlamaz mı?

Daha da kötüsü, kapasitesi sınırlı İmamoğlu’ndan durup dururken potansiyel bir lider adayı yaratılıyor. Ne gerek var?

Belki Ekrem İmamoğlu çok başarılı olacak İstanbul’u yönetirken. Ama belki de çok başarısız olacak, görev süresinin sonunda tarih sahnesinden silinecek. Bu ikinci seçeneğe oynamak, başarısız olmasını beklemek iktidar açısından uzun vadeli ve karlı bir strateji olmaz mı? Kısa vadede yok yere İmamoğlu’ndan bir kurtarıcı mit’i yaratmaktan daha anlamlı bence beklemek.

Kim bilir, belki de “büyüklerimizin” bildiği bir şeyler vardır; benim kafam basmıyor.

***

In / Out

Darbe yapan Kenan Evren’in resim sergisi OUT… Darbe gecesi yayın yapan Hande Fırat’ın resim sergisi IN.

Hakkında çıkan eleştirileri patronlara şikayet eden Defne Samyeli tipi spiker OUT… Hakkındaki eleştirilere düzeyi mümkün olacak en aşağıya çekerek yanıt veren Buket Aydın tipi spiker IN…

***

Adil yayıncılık yasayla garanti altına alınmalı

Siyasetçiler, iktidar ya da muhalefet fark etmeksizin, televizyon kanallarının çok kıymetli yayın saatlerinin kendi tekellerinde olduğu kanısına nereden kapıldılar? Serbest piyasa kanallara istedikleri şekilde yayın yapma özgürlüğünü tanıyor. Kimse de izleyicinin kafasına silah dayamıyor, beğenmeyen kanal değiştirebilir.

Dahası, günümüzde sesini duyurmak isteyenin yerleşik medyaya da ihtiyacı yok. Akıllı telefonu olan herkes aynı zamanda yayıncı.

Piyasa gerçeğinin bu olması liberter yaklaşıma katıldığım anlamına da gelmemeli. Aksine ben serbest piyasanın sıkı bir denetim altında olması gerektiğini, regülasyonun önemini savunanlardanım.

Liberal politikalar dünyanın her yerinde regülasyonu korkulan bir kelimeye dönüştürdü, serbest piyasanın kendi kaderini tayin etmesini savunanlar galip geldi.

Liberallerini iletişim alanındaki en büyük zaferi ABD’de 1949’da yürürlüğe giren “hakkaniyet doktrinini” 1987’de sonlandırmak oldu. Reagan’ın bu hamlesi sayesinde Fox News gibi aşırı taraflı kuruluşlar filizlendi, kelebek etkisi gibi bugün dünyanın her yerinde mantar gibi biten taraflı habercilik anlayışını doğurdu.

Kabaca Wikipedia’dan özetleyeyim… “Hakkaniyet doktrini” iki temel esasa dayanıyordu: Kamu yararının söz konusu olduğu tartışmalı konularda televizyonların her tarafa eşit süre tanıması ve farklı görüşlere yer verilmesi.

Eski bir dünyanın takıntıları gibi geliyor kulağa değil mi? Oysa dünya giderek regülasyonun önemini yükselen yalan haber dalgasıyla, “post-truth” çağında daha iyi anlıyor.

Medyadan sürekli şikayet eden Türkiye’deki muhalefetin ne basın özgürlüğü ne de adil yayıncılık konusunda yasal adımlar attığını hatırlamıyorum. Gazeteci vekilleri hapisteyken bile CHP nedense ifade özgürlüğünü garanti altına alacak bir yasanın geçmesi ya da kamuoyunda tartışılması için hiçbir adım atmadı. Oysa birkaç vekil takıntılı bir şekilde bu konuya eğilebilir, dava haline dönüştürebilirdi. Bunu ne CHP yaptı, ne de bugüne kadar medyadan şikayet eden diğer partiler.

Basın özgürlüğü yasayla garanti altına alınmadığı sürece medyayla yapılan her polemik rating amaçlı görünüyor.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar