Amerikan medyası da Türk medyasına benzedi
Yaklaşık 10 yıl önce Türkiye’nin o zamanlar büyük bir gazetesinde patronunun kızı ve onun danışman olarak atadığı biri birlikte ülkenin gidişatı üzerine bir analiz yaptılar. Onlara göre ülkenin merkezi artık değişmişti, mevcut gazete, özellikle de yazarları bu yeni merkezin çok uzağında kalmıştı. Özellikle 2010 referandumunda gazetenin bütün yazarlarının “Hayır” yönünde görüş bildirmesi, ama sandıktan “Evet” çıkması bu görüşlerini kuvvetlendiriyordu. Hiçbir bilimsel veriye dayanmayan, sadece iki kişinin şahsi fikrine dayanan bu analiz hem Türk medyasının hem de gazetelerinin yönünü belirleyecek bir yayın çizgisi değişikliğine neden olacaktı.
Belki haklılardı, belki Türkiye’nin merkezi hakikaten de değişmişti artık. Ama gözden kaçırdıkları ufak bir ayrıntı vardı: Gazete okurları hala “eski” merkezdeydi. Farkında olmadan “yeni merkez” diyerek hem mevcut okurlarını karşılarına alıyorlar, hem de kendi ayaklarına kurşun sıkıyorlardı.
AYNISI AMERİKA’DA YAŞANIYOR
Amerikan medyasında da benzer bir afallama 2016’da Donald Trump’ın Başkan seçilmesiyle başladı. Özellikle de New York Times bu yeni normale nasıl adapte olacağını şaşırdı. Haber ve yorum arasında kalın bir duvarın örüldüğü, bu iki servise ayrı yayın yönetmenlerinin baktığı NYT bu çift başlı yapının arasında kaldı.
Gazete bir yandan Trump’a karşı yaptığı haberlerle tiraj alıyordu, bir yandan da dijitalleşmeye öncelik verip abonelik sistemine geçerek okur desteğine bağımlılığını artırıyordu. Bu anlamda medyanın ticari yapısını da kökten değiştiren bir değişimdi. Okur desteği artıkça reklam verene duyulan ihtiyaç zayıflamıştı. O yüzden de Trump’a yönelik eleştirel haberler artıkça arttı.
Bütün patronlar gazetelerinin ortada durmasını ister; NYT’de de durum farklı değil. O yüzden gazetenin haberdeki muhalefet dozu yorumdaki yeni merkezle dengelenmeye çalışıldı. Gazete -köşe yazarları, başyazı ve dışarıdan yollanan makalelerden oluşan- yorum sayfalarında nispeten belli bir dengeyi tutturmaya hep dikkatliydi aslında. William Safire, sonra onun yarım akıllı çömezi David Brooks gibi muhafazakar-sağcı yazarlar yayın çizgisi “sol liberal” olan bu gazetede hep köşe yazarlığı yaptı. Ama o zamanki muhafazakarlıkla bugünkü muhafazakarlık farklıydı.
Trump’ın seçilmesine neden olan rüzgarlardan biri ülkenin belli bir kesiminin Fox News’ün manipülasyonları ve sosyal medyadaki yalanlarla beyni yıkanmış kitlenin giderek artmasıydı. Merkez medya uzun yıllar komplo teorilerine, aşırı sağın spekülasyonlarına karşı kendini korumayı başardı. İklim değişikliğini inkar etmek gibi bilimsel temeli olmayan görüşler marjinal yayın organlarında ancak kendine yer buldu.
New York Times da kendisini yeni “merkeze” adapte edeceğim derken bunca sene gazeteyi var eden değerlerini de esnetmekten çekinmedi. Yorum sayfaları ideolojik çeşitlilik adına aşırı sağın yalanlarına alet olmaya başladı. Trump sonrası atanan iki sağcı köşe yazarı iklim değişikliğini inkar etmeye ya da dark web’de solcuların nasıl örgütlendiğine dair hiçbir delili olmayan, yanlış bilgilere dayanan makaleler yazdı örneğin.
Gazetecilikte kendinden konuşturmak bir başarı ölçütü olduğundan NYT’nin yorum sayfaları son yıllarda gerçek-yalan ya da ideolojik ayrıma bakmadan ses getirecek makaleler yayınlar oldu. Reklamın iyisi kötüsü olmaz, ama ABD’deki kutuplaşan iklim bu tarz cilvelerin, provokasyonların hoş görülmesini engelliyor.
Dahası, Trump’ın hedefe koyduğu gazetesine abone olarak destek olan, gazeteyi karlılığa taşıyan okur da parasını verdiği gazetede kendi değerlerine hakaret edilmesini istemiyor. Kuşkusuz herkes her istediğini ifade etmekte özgür, ama bunu her yerde yapabilme hakkı var mı? Gazetelerde farklı görüşte isimler olabilir, ama yalanla gerçek arasındaki çizgi çok net çizilmeli. Her şey bir yana objektif olunmayacak konularda -çocuk evlilikleri, silahlanma, iklim değişikliği- her iki tarafın eşit ifade hakkı olmalı mı?
VE PATRON KELLE ALDI
Geçen hafta Cumhuriyetçi bir senatör ülkedeki protestoları bastırmak için ordunun görevlendirilmesi gerektiğini savunan bir makale yazdı New York Times’a. Yazının temel sorunu sadece “Askerleri yollayın” başlığı değildi. İçinde altı doldurulmayan, kanıtlanmayan birçok iddia vardı. Günlerdir devam eden gösterilerde Antifa’nın parmağı olduğu gibi.
Yazının yayımlanmasından sonra gazetenin bin çalışanı patrona itirazlarını bir mektupla yolladı. NYT çalışanları sözleşmeleri gereği sosyal medyada siyasi tavır almamalarına rağmen bu yazının gazetenin özellikle siyah çalışanlarının hayatını tehlikeye attığı ifadesini paylaştılar. Gazete önce patron ve yorum yayın yönetmeni nezdinde ifade özgürlüğünü gerekçe göstererek yayının yayımlanmasını savundu, tepkiler arttıktan sonra da önce patron fikir değiştirdi, sonra da yorumdan sorumlu yayın yönetmeni, gazetedeki bu tür fikir provokasyonlarının mimarı James Bennet’in işine son verildi.
Günlerdir Amerikan basını bu konuyu tartışıp duruyor. Bennet’in işine haksız yere mi son verildi, gazete okurlarının baskına mı boyun eğdi, sosyal medyanın mı gazına geldi…
Benimse aklım hep Türkiye’nin zamanındaki o büyük gazetesindeki “yeni merkez” analizine gidiyor. Patron danışmanı bugün Londra’da uyduruk bir İtalyan lokantası işletiyor. Patron artık medya patronu değil. Gazeteyse Total benzincilerinde cam silmeye yarıyor.
- Bluesky o eski sosyal medya günlerini geri getirecek mi? (Hayır.)18 dakika önce
- Hamiş'in vasiyeti adeta1 gün önce
- Konserler, ünlüler, paralar5 gün önce
- Trump oligarklar rejimi kuruyor1 hafta önce
- Baklavacı asla sadece baklavacı değildir1 hafta önce
- Bir eski eroinman Amerika'nın patates kızartmalarını düzeltecek mi1 hafta önce
- First lady Elonia1 hafta önce
- Seçimi kazandıran podcast sunucusu2 hafta önce
- Aradığım Çin lokantası Erdoğan'a komşu çıktı2 hafta önce
- Kamala olarak girdi, Kemal olarak bitirdi2 hafta önce