Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Önceki gün ekranda bir katili ağırlayan eski güzellik kraliçesinin programı kadar utanç verici çok az olay vardır özel televizyonculuk tarihinde herhalde. Masum yedi kişinin ölümüne neden olan Bahçelievler katliamını Abdullah Çatlı’yla gerçekleştiren Haluk Kırcı meşru bir konukmuş gibi ağırlandı, kendisine mikrofon tutuldu, platform açıldı ve bir kez daha kamuoyu önünde aklamasına fırsat tanındı. Katil, yıllardır üzerinden atamadığı kibrini bir kez daha ekranda sergiledi ve katliamı savundu: “Kimse solcuların yaptığı katliamdan bahsetmiyor, biz oraya intikam için gittik.”

Bir kez daha vurguluyorum: Yedi kişiyi soğukkanlılıkla öldüren bir katil.

Eski güzellik kraliçesi Jülide Ateş’in katile sorduğu diğer sorular: “Sizi 15 yaşında siyasete sokan neydi? Türkeş nasıl bir liderdi? Kavga etmeyi seven bir çocuk muyduk? Abdullah Çatlı bu ülkeye ne kattı? Eşinize firardayken mi aşık oldunuz? Hayatınızda hiç yalan söylediniz mi? İdam cezasını onaylıyor musunuz?” En sevdiği renk, yemek, favori tatil mekanını da sormuş mu diye devam edemedim öfkemden.

EKRANDA REHİNE PAZARLIĞI

Bugünlerde unutulmuştur, ama Türk televizyonculuğunun utanç verici olaylarından bir diğeri de Kanal D’deki rehine pazarlığıydı. Alacağını teslim almak için üç kişiyi rehin alan bir sapkın canlı yayında Kanal D’nin ana haber bültenine bağlanmış, bir saat boyunca ekrandaki spikerle rehine pazarlığı yapmıştı. Yanında Emniyet’ten bir yetkiliyle, bu işin uzmanı bir kişiyle değil. Bu kadar hassas bir konuda hiçbir eğitimi olmayan ana haber spikeri Defne Samyeli’yle.

O bir saatin sonunda saldırgan rehin tuttuğu masum insanların canına kıyabilir, bir katliama neden olabilirdi. Neyse ki felaketle sonuçlanmadı, ama bu spikerin başarısı veya uzmanlığından değil, tamamen bir tesadüftü. “Allah korudu” da diyebilir.

Kanal D’nin bağlı bulunduğu medya grubu o zaman o kadar güçlüydü ki, bir de bu işi reklama dönüştürdüler: Saldırganı Kanal D ikna etti, Türkiye ekranlara kilitlendi... Halbuki kelle alması gerekiyordu, ama tıpkı “Eski Türkiye” gibi eski medya her yönüyle pek matah değildi.

Ekranda rehine pazarlığına izin veren haber merkezini yöneten kişi şimdi muhalefetin milletvekili, rehineleri kurtardığı gibi Türkiye’yi de kurtarmasını bekliyoruz. Samyeli ise sosyal medyada paylaştığı fotoğraflarla güzellik konusunda kızlarıyla yarışıyor, bir de şarkıcılık yapıyor. Halbuki habercilikten önce de heves ettiği şarkıcılıktan “Sensiz Seninle” klibinden sonra vazgeçmiş olduğunu sanıyordum. Zaten şarkıcılıktan önce de güzellik yarışmasında adını duyurmuştu.

Evet, o da bugün katille söyleşi yapan kişi gibi güzellik yarışması kökenli. Ve her ikisine de özgeçmişleri hatırlatıldığında sinir krizi geçiriyorlar, unutturmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Oysa o zamanlar ekrana çıkmanın tek şartıydı güzel olmak, piyango da ikisine vurmuştu.

SADECE BİR İŞ

İkisi de zamanla kendilerini geliştirmeye çalıştılar, onlara yöneltilen güzellik yarışması eleştirilerini yıllardır haber mutfağında çalıştıklarını anlatarak bastırmaya çalıştılar. Bu anlaşılabilir bir durum. İnsanın ilerlemesi için kendisin geliştirmesi şart; hiç kimse hayata başladığı yerde takılı kalmıyor. Zamanında Playboy’a soyunan biri de sonradan cerrah olabilir.

İkisini aynı potaya koymuyorum, bu haksızlık olur. Sonuçta biri ana haberden alındıktan sonra hemen sahnelere döndü. Bu durum gazetecilik yapanlar için şaşırtıcı, zira yapılan birçok akademik araştırma gazetecilerin mesleği bıraksalar, halkla ilişkiler ya da sinema alanında çalışsalar bile mesleki aidiyetlerinden, gazeteci kimliklerinden vazgeçmediklerini, hala kendilerini gazeteci olarak tanımladıklarını ortaya koyuyor. O yüzden gazeteciler mesleki olarak bir uçtan bir başkasına savrulmazlar, meslekten sonra sahneleri seçecek pek gazeteci bulmak kolay değildir.

Demek ki şarkıcı-spiker için habercilik sadece geçici olarak yapılan bir iş, ciddiye alınması için üzerine giydiği bir kıyafetten ibaretmiş.

Diğeri hala bir şekilde habercilik yapmakta ısrar ediyor, ama bunu da kötü yapıyor. Haluk Kırcı’yla yaptığı söyleşi haber merkezlerinde geçirdiği bu kadar yıla rağmen gazeteciliği hiç öğrenmediğini, onun da haberciliğe sadece bir iş olarak baktığının kanıtı. Başta herkese eşit söz hakkı verilmemesi gerektiğini, her konuşmaya hevesli olana mikrofon tutulmaması gerektiğini bilmiyor. Bunca sene bunu öğrenemediyse bundan sonra da öğrenemez, o yüzden de “ad hominem” eleştirileri hak eder.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar