Batı neden bir şey yapmıyor
Geçenlerde Can Dündar’ın bir yorumuna denk geldim. Başta yaşadığı Almanya olmak üzere Avrupa Birliği’ni Türkiye’ye yeteri kadar sert çıkışmadığı için eleştiriyordu. Sorsanız, özellikle Avrupa ülkeleri kendilerinin dünyadaki demokrasinin öncüsü olduğunu iddia ederler. Ama HDP’ye yönelik kapatılma davası, bir milletvekilinin tutuklanması, AİHM kararlarına rağmen serbest bırakılmayan isimlere karşı epeydir sessiz Avrupa Birliği, verilen tepkiler kozmetik.
Avrupa ne olursa olsun Türkiye’yle iyi geçinmeye mecbur olduğunu biliyor; demokrasi veya insan hakları dersi vermek artık öncelikleri değil. Almanya özellikle Suriyeli mülteciler yüzünden Türkiye’ye muhtaç; pandemi sonrası ekonomik toparlanma için de Türkiye’yi karşısına alamaz. Merkel gittikten sonra Almanya’nın pragmatik politikasında bir değişiklik olur mu, Yeşiller yıllardır kendileriyle özdeşleşen insan hakları konusunda Türkiye’yi sıkıştırır mı? ABD’nin yeni yönetimini örnek olarak kabul edersek AB’nin genel tavrında da çok da büyük bir değişiklik olacağını tahmin etmiyorum. Dünyanın lider devletlerinin başka ülkelerin iç meseleleriyle ilgilendiği, üçüncü dünyaya demokrasi getirme önderliğini yaptıkları çağ epeydir geride kaldı.
KAPIMIZI ÇALMAYIN
Aslında bu değişimi 10 sene önce Barack Obama dünyaya duyurmuştu. O günlerde “Obama doktrini” denilen ama sonradan nedense unutulan, üzerinde durulmayan tarihi bir konuşmada ABD’nin hala dünyanın lideri olduğunu, ama diğer ülkelerin her sorun için kendi kapılarını çalmamaları gerektiğini, asıl önceliklerinin kendileri olduğunu söylemişti. ABD uzaktan ağabeylik yapacak ama başımız sıkıştığında her dakika yardımımıza koşmaya hazır olmayacaktı. Hala devam eden Irak ve Afganistan savaşlarından bunalan Amerikan kamuoyunun böylesi bir içe kapanma garantisine ihtiyacı vardı. Trump döneminde de ABD’nin dünyaya demokrasi getirme misyonundan net bir şekilde vazgeçtiği anlaşıldı.
Dünyadaki mülteci krizi ABD’nin açık açık beyan ettiği soyutlama politikasına hız kazandırdı. Joe Biden’ın bile bugün en büyük önceliği güney sınırına yığılan mülteciler. Çocukların kafeslere konması gibi Trump döneminde epey tepki toplayan uygulamaların benzeri hala devam ediyor, mülteciler yetişkin olmayan çocuklarını ABD’ye yolluyor ve yeni yönetim bu insan göçünün önüne geçemiyor. Sınırdaki hapishaneler tıklım tıklım. AB’nin Suriyeli göçmen endişesinin bir benzeri yaşanıyor.
Batı topraklarında daha fazla yeni göçmen istemiyor. Hemen her ülkede yükselen aşırı sağ dalganın kökeninde öncelikle göçmenlerin mevcut, hatta sınırlı iş imkanlarını çalacağına dair yaygın paranoya yatıyor. Pandemi yüzünden oluşan ekonomik sıkıntı bu korkuyu daha da besledi.
Avrupa’da ayrıca Müslüman göçmenlerin kendi yaşam tarzlarını topluma empoze etmeleri endişesi de var. Bunun bir benzeri Amerikan sağında da var. Güneyden tecavüzcülerin, katillerin, uyuşturucu kaçakçılarının geçmek istediğine inanıyorlar.
Her iki kıtada da paranoyanın marjinal kaldığı, toplumun genelini etkilemediği söylenemez. ABD’de bu dalga Trump’ı getirdi; kimi devletlerin açık açık otoriterleştiği Avrupa’nın örnek demokrasilerinde de aşırı sağ yükseliyor. Sol ve liberal çevreler de yaklaşan tehlikeyi önlemek için kendi ilkelerinden taviz vermek, merkeze kaymak, realpolitik’e teslim olmak zorundalar.
Joe Biden’ın Suudi Arabistan’a yönelik yaptırımlarda Cemal Kaşıkçı cinayetinin emrini bizzat veren Prens Bin Selman’ı es geçmesi pragmatizminin mutlaka galip geldiğinin en güncel örneği. Aynı Biden'ın şimdilik Türkiye’ye mesafeli duruyor görünmesini nedeni de insan hakları ihlalleri ya da demokrasinin erozyona uğraması değil. Gerçi Biden yönetimi en azından AB gibi sessiz kalmıyor, ama yine de önceliği Türkiye’de demokrasi değil. Türkiye istendiği gibi S-400’lerden vazgeçsin, Rusya’yla arasına mesafe koysun Saray’ın telefonu hiç susmaz. “Katil” çıkışında Ankara’nın Putin’e destek vermesi hoş karşılanmadı Washington’da, ama hepsi bir satranç oyununun parçası.
ÇÖZÜM İÇERİDE
Türk aydınında, hatta siyasetinde Batı’dan medet umma alışkanlığı yaygın. Demokrasiyle sorunlu ilişkisi olan pek çok ülke Batı’nın kapısını çalıyor, çünkü gelişmiş demokrasiler yıllar içinde bu konuda kendilerine güvenilmesi gerektiğine inandırdılar dünyayı. Batı’nın bir şekilde gücünü kullanarak sorunlu ülkelere çekidüzen vermesini beklemek yaygın yaftalamanın buyurduğu gibi ihanet ya da tembellik değil, daha çok çaresizlik aslında. İçeride bütün yolların tıkandığını, muhalefetin etkisizleştiğini, kurumların yetersiz kaldığını gösteriyor.
Batı’nın sert eleştirileri, kınamaları artık pek sonuç vermiyor zaten. Belarus’u, Hong Kong’u sadece uzaktan endişeyle izliyorlar. Kongo’da seçimi kazanan adaya hak ettiği koltuk verilmediğinde bir-iki açıklamadan sonra devamı gelmiyor; ne de olsa bu ülkenin yeraltı kaynaklarını sömürmeye devam etmek zorundalar.
Her üçüncü dünya ülkesi aydını kendi ülkesine çekidüzen vermesi için bel bağladığı Batı’nın ikiyüzlülüğünü bir gün görecek. Eskiden belki samimiyetsiz tavrı gizlemek için özenli bir çaba vardı, son yıllarda o da tamamen ortadan kalktı.“Türk’ün Türk’ten başka dostu yok,” da değil, ama yalnızız. Demokrasi ve hukuk devleti ile ilgili sorunlarımıza çözüm içeriden gelecektir, dışarıdan değil.
- Konserler, ünlüler, paralar6 dakika önce
- Trump oligarklar rejimi kuruyor2 gün önce
- Baklavacı asla sadece baklavacı değildir4 gün önce
- Bir eski eroinman Amerika'nın patates kızartmalarını düzeltecek mi6 gün önce
- First lady Elonia1 hafta önce
- Seçimi kazandıran podcast sunucusu1 hafta önce
- Aradığım Çin lokantası Erdoğan'a komşu çıktı1 hafta önce
- Kamala olarak girdi, Kemal olarak bitirdi1 hafta önce
- Anneciğim erkeklik elden gidiyor2 hafta önce
- Çöplük gibi kriz2 hafta önce