Bu adamlar nereye bakıyor
Adam McKay’in en iyi filmi değil “Don’t Look Up.” Hatta senenin en iyileri içinde bile yer almayabilir. Ama geçtiğimiz gün Netflix’te yüklenen film günümüz Amerika’sını anlatma şekliyle rakipsiz ve eşsiz. Leonardo DiCaprio ve Jennifer Lawrence dünyaya hızla çarpmak üzere yaklaşan dev bir meteoru keşfeden bilim insanlarını oynuyor, Tyler Perry ve Cate Blanchett ise ülkenin en çok izlenen sabah programının sunucuları. Mark Rylance’tan mükemmel bir Steve Jobs-Elon Musk kırması çıkmış, Amerikan Başkanı rolündeki Meryl Streep’in en yakın çalışanı ise oğlu Jonah Hill. Yetmedi, Kid Cudi ve Ariana Grande bütün ülkenin evlenip evlenmeyeceklerini merak ettiği ünlü bir çift. Bu unsurları birleştirense dünyayı altı ay içinde yok edecek meteor. “Don’t Look Up” bir yıldızlar geçidi ve felaket filmi görüntüsünün altında bir medya ve medya kültürü filmi. Amerika’nın ve beraberinde bütün dünyanın nasıl gerçeklik dünyasını kaybettiğinin özeti.
Filmde birtakım klişe mesajlar var: Dünyanın sonu gelirken medya ünlü çiftin ilişkisiyle daha ilgili; haber programları felaket haberlerini hafifleterek sunuyor; bilim insanları Leo’ya benziyorsa ekrana çıkartılıyorlar; Amerikan Başkanı dünyanın geleceğindense kendi anket rakamlarıyla daha fazla ilgili; Amerikan kapitalizmi o kadar aç gözlü ki felaketten bile kar çıkarma peşinde. Bütün bunların sorumlusuysa o tanıdık düşman: medya.
TELEVİZYONUN AMACI EĞLENCE
Trump’lı yıllarda haberleri takip edenler “Don’t Look Up”ta tanıdık izler bulacak. Ülkenin nasıl bölündüğü, bilimin söylemine karşı politik retoriğin galip gelebildiğini, insanların verilere ve bilgidense kendi icat ettikleri düşüncelere inanmaya devam ettikleri bu filmin iskeletini oluşturuyor. Filmdeki hayali Amerika’da ülkenin bir kısmının dünyanın sonunu getirecek meteora “inanmadığını” ve gökyüzüne bakmayı reddettiğini – filmin adı buradan geliyor – söylemem “spoiler” olmaz. Günümüzde ister silah, ister kürtaj, ister aşı olsun herhangi bir konuda Amerika’nın tam ortadan ikiye bölünmeme ihtimali yok zaten.
“Don’t Look Up”ın en ilgi çekici taraflarından biri filmin içindeki haber programı “The Daily Rip” ve sunucuları. Erkek sunucu dünyaya yaklaşan meteor haberini “Eski eşimin evini de vuracak mı?” diye hafifleterek sunuyor. Bilim insanlarının tehlikenin sulandırılması eleştirilerineyse sert haberleri yumuşatarak vermenin bir üslup olduğu savunmasını yapıyor.
Neil Postman iletişim tarihine geçen “Amusing Ourselves to Death” adlı kitabında tam da Türkçeye çevrildiği gibi televizyonu öldüren eğlence olarak tanımlamıştı. Televizyon başında ölüm günümüzü eğlenerek bekliyoruz Postman’a göre. Televizyonun tek bir fonksiyonu var: eğlendirmek ve yapısı gereği ne yayınlarsa yayınlasın eğlendirerek sunmak zorunda; izleyiciyi ancak bu sayede ekran başında tutuyor. Sadece hava durumunu vermekle yükümlü tematik televizyon kanalları bile fırtınalar, volkanlar, tsunami gibi felaketler olduğunda bunları köpürtüyor, çünkü elindeki malı ancak böyle satabiliyor.
Televizyonun eğlence sunmak zorunda olduğuna körü körüne inanan Rupert Murdoch’ın medyaya en büyük katkısı – veya zararı, nereden baktığınıza bağlı – haberin de bu eğlencenin bir parçası olabileceğini kanıtlamasıydı. Aşı karşıtı ya da iklim değişikliği inkarcısı Fox News sunucuları gerçekten her akşam televizyona çıkıp söylediklerine inanıyorlar mı, emin değilim. Haber dejenerasyonunun Türkiye’deki en büyük mimarı Reha Muhtar da elbette mahkumların tüneli kaçmak için kazdıklarını biliyordu, ama kendisini bu eğlenceden geri tutmamayı tercih etti. Eğlendiren haberlerde Seda-Mahsun ayrılığının ağırlığı cezaevindeki isyanlardan ve açlık grevlerinden daha fazlaydı. Serbest piyasaya inanan biriyseniz buna itiraz da edemezsiniz, sonuçta televizyonlar ticari bir müessese olarak izleyicinin istediğini vermek zorunda. Nitekim “Don’t Look Up”ta da gezegenin sonlanma ihtimalini izlemiyor izleyici, rating ibresi Ariana Grande ve Kid Cudi’nin haberleri yayınlandığında tavana vuruyor. Haberciler kendi aralarında bazı konuları “seksi” diye nitelendirir; filmin de gözümüze soktuğu gibi çevre ve iklim konuları seksi başlıklar değil.
ARTIK GÜLDÜRMÜYOR
Açıkçası, hep özel sektör medyasında çalışmış biri olarak hayatım boyunca izleyicinin seçme hakkı olduğuna inandım. İçerik üreticisi hayır işi yapmıyor, medya kuruluşları da kar etmek isteyen işletmeler. Rupert Murdoch’ın İngiltere’de aniden muhafazakarlardan İşçi Partisi’ni desteklemesi de ticari bir tercih, Hürriyet’in “Leydi’nin topuk sesleri”ni duyması da. Toplumsal rüzgarın estiği yön tiraj ve rating demek, birer işletme olarak medya kuruluşları da kendilerini “sattırmak” zorunda. Ne “Televole”ye ne Reha Muhtar’a ne de Murdoch’a itirazım oldu. Serbest piyasada bir gün mutlaka iyi ürünün kötüsünün yerine geçeceğini düşündüm.
Ancak “Don’t Look Up” filmini izlerken bir ara serbest piyasanın beklediğim gibi işini yapmasının epey vakit aldığını, bu sürede de insanların beyninin yıkandığını bir kez daha gördüm. Sandığım kadar zararsız ve kısa vadeli bir sorun değil bu, kuşakları etkileyecek kadar uzun süreli kalıcı hasarlar açtı ülkelerin bilinçaltında.
Bundan bir süre önce yolsuzluk haberleri gündemdeyken İstanbul’da konuştuğum bir taksi şoförü bana – evet bir gazetecinin taksi şoförü sohbetini yazmaması mümkün değildir – “Çaldıysa kendi parasını çaldı,” demişti. Mantığın bittiği bu anda yolsuzluk haberlerinin kamuoyunda hiçbir etkisinin olmadığını, tarafların çoktan belli olduğunu anlamıştım. Bugün de aynısı söz konusu: ne yaparsanız yapın aşının bir komplo olmadığına buna körü körüne inanmışları ikna edemiyorsunuz. Örnekler çoğaltılabilir: ekonominin aslında iyi gittiği, bazı insanların terörist olduğu, gezegenin ısınmadığı, Ay’da yürünmediği… Bu değişime medyanın, hepimizin katkısı var.
Eskiden sokak röportajlarında Türkiye’nin başkentini bilmeyen bir geri zekalıya falan rastladığımda gülüp geçiyordum. Başı sonu çok net gündem konuları hakkında muazzam komplo teorileri üretenler hem Türkiye’de hem ABD’de beni güldürüyordu. Ama artık eğlenemiyorum, şakanın gülme süresi dolmuşa benziyor. “Don’t Look Up” belki bu yüzden yeteri kadar güldürmedi beni, zaten niyeti de pek güldürmek değildi. Bir çözümün var mı derseniz, bilmiyorum. Yukarıya bak veya bakma diyenlere karşı kendimi hep önüme bakarken buldum, böyle yapmaya devam edeceğim sanırım.
- Baklavacı asla sadece baklavacı değildir13 dakika önce
- Bir eski eroinman Amerika'nın patates kızartmalarını düzeltecek mi26 dakika önce
- First lady Elonia1 gün önce
- Seçimi kazandıran podcast sunucusu2 gün önce
- Aradığım Çin lokantası Erdoğan'a komşu çıktı4 gün önce
- Kamala olarak girdi, Kemal olarak bitirdi6 gün önce
- Anneciğim erkeklik elden gidiyor1 hafta önce
- Çöplük gibi kriz2 hafta önce
- Milyarderlerin Trump sevdası2 hafta önce
- Amerikan seçimini Müslüman oylar mı belirleyecek2 hafta önce