Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Kennedy suikastında niye farklı ayrı açılardan ateş açıldı, Rusya’da arka arkaya yaşanan gazeteci suikastlarının arkasında kim var, İstanbul’daki kanlı 1 Mayıs öncesi meydandaki otele konaklayan Amerikalılar kim, partisi kapatıldıktan sonra İsviçre’ye giden Erbakan orada ne yaptı… Yakın tarih cevabı hala anlaşılmayan binlerce soruyla dolu. Ama hiçbiri eski sistemde seçilme riski olmayan – aynı sistem sürse büyük ihtimalle de uzun süre hiç olmayacak – Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın neden “yüzde 50 artı bir” diye bir formül icat ederek başkanlık sistemine geçtiği sorusunun yanıtı kadar gizemli değil sanki.

Referandum ve cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçları bundan sonraki oylamaların da aynı sonuçlanacağını düşündürmüş olabilir. Oysa eski sistemde yüzde 20’lerle bile iktidar olunuyordu, şimdi her aday, arka arkaya seçim kazanan Erdoğan bile mecburi ittifaklara mahkum. İktidar bir anlamda durup dururken kendisine engel çıkardı. Dahası, şimdi seçilmenin daha zor olduğu yeni sistemden eskisinin benzeri bir rejime doğru geçiş için muhalefet partileri işbirliği yapıyor. Oysa başkanlık bu ülkeyi yöneten her liderin hayaliydi. En başta adı cazip geliyor olmalı.

ABD BİLE SORGULUYOR

Başkanlık sisteminde bu kadar ısrar edilmesinin, yıllarca bir ideal olarak görülmesinin nedeni sadece iktidarın işlerin daha kolay yürüyeceğine inanması değildi. Bir imaj olarak Amerikan Başkanı dışarıdan hep cazip geldi. Filmlerden, dizilerden gördüğümüz dediği dedik, her şeyi yapabilen, bir telefonla dünyaya hükmeden, Jack Bauer ve Superman’le direkt hattan konuşan başkan algısına kapılmak epey kolay.

Oysa Amerikan tipi başkanlık dışarıdan cezbedici görünmesine rağmen kendi içinde kusurlarla dolu. Bağımsızlığına kavuşan birçok ülke yönetim şeklini seçerken de anayasa hukukçularının önerileri ve tarihin verdiği dersler doğrultusunda parlamenter sistemi tercih etti. Çünkü başkanlık rejimi tek adamlığa çok elverişli ve kontrol mekanizmalarını hiçe sayabilecek tehlikeler barındırabiliyor. Özellikle de Amerikan sistemi tam olarak algılanmadığında.

Sistemin uzun ayrıntılarına girmeye gerek yok. Filmlerde göründüğü kadar güçlü bir figür değil Amerikan Başkanı. Amerikalılar kendi yönetim sistemlerinden epey gurur duyarlar, “checks and balances” adını verdikleri bir kontrol-denge mekanizması kurmakla övünüyorlar. Hakikaten de Başkan’ın eli kolu çoğu zaman bağlı: Joe Biden istediği pek çok paketi geçiremiyor, çünkü Senato’da sadece bir oy farkla kendi partisi önde ama kendi partisinin senatörleri bile ona karşı çıkıyor. Obama da Kongre çoğunluğunu kaybetmişti, Trump da son yıllarında kaybetti.

ABD’de Başkan’ın her istediğini yapmasının önündeki tek engel dengelerin iki senede bir değişebildiği Kongre değil, aynı zamanda ülkedeki çok kuvvetli yargı. Ülkenin asıl dengeleyicisi Anayasa Mahkemesi; her ne kadar mahkeme başkanların kendi siyasi eğilimlerine yönelik yargıç atamalarıyla politize olsa da genel olarak Amerikan yargısının bağımsızlığını tartışmak zor.

Kimi ülkelerin özenseler bile başkanlık sistemini tercih etmemelerinin ardında böyle kuvvetli bir kontrol ve denge mekanizması kuramama endişesi yatıyor olabilir mi? Türkiye’nin hiç böyle bir kaygısı olmadı. Ne kontrol ne de dengeyi tutturabildik.

Ama bütün bunlardan, olan her kötülükten de tek başına başkanlık sistemi sorumlu değil herhalde. Türkiye her zaman liderlerin istediğini yaptığı (Cumhurbaşkanı açık açık anayasayı delmeyi savundu), yargının tam bağımsız olmadığı, basının özgür olmadığı, demokratik kültürün hiç oturmadığı bir ülkeydi. Adaletli bir eleştiri bütün bunların başkanlık sisteminde daha kötü olduğu olabilir en fazla.

Amerikalılar kendi sistemlerinin zayıflığını Donald Trump sayesinde fark etti. Tek adamın bir ülkeye tek başına ne kadar zarar verebileceğini gördüler. Demokrasilerinin sandıkları kadar kuvvetli olmadığını anladılar: Kömür gibi ülkenin geri kalanıyla ilgisi olmayan dertleri olan üç eyaleti alınca başkan olunan, seçmenin doğrudan başkanı değil başkanı seçecek kurulu seçtiği bir ülkede nasıl doğrudan demokrasiden bahsedilebilir zaten?

Bir ara başkanı seçen seçiciler kurulunun sistemde bir supap olabilmesi, sivil dikta ihtimaline karşı çoğunluğa karşı çıkabilmesi, mesela sandıktan Trump çıksa da kurul üyelerinin Clinton’a oy verebilmesi bile tartışıldı. Ama elbette bu daha da anti-demokratik olurdu. ABD’de bile yüzlerce yıldır kusursuz işleyen başkanlık sistemine karşı kuşku oluşmuşken bu konunun Türkiye’de tartışılması çok doğal. Ama öncelikli olmalı mı, emin değilim.

GÜNDEM EKONOMİ OLSAYDI

Başkanlık sistemi başlı başına gerçekten kötü mü? Türkiye’de kurumların bağımsızlığının garanti altına alınabileceğine inansak böyle bir tartışmaya gerek kalmazdı. Şu anki mevcut sistemde bile parlamentonun hiç de zayıf olmadığı anlaşıldı mesela. Yargı, basın gibi denetleyici kurumların bağımsızlığı garanti edilebilse başkanlık sistemi sahiden de dendiği gibi daha verimli olabilirdi. Kaldı ki devlet üç-beş senede sistem değiştirecek yap-baz tahtasına dönüştürülürse zayıflar, bu da parlamenter sisteme yeniden geçişin yarattığı bir tehlike. Erdoğan karşıtları hallerinden memnun, mevcut tek adam laik mahalleden biri olsaydı muhalifler de bu sistemi sorgulamazdı.

Dahası, “yüzde 50 artı bir” bir anda Erdoğan’ın yeniden seçilmesinin önündeki en büyük engele dönüşüverdi. Yeniden parlamenter rejime dönüldüğünde çoğunluğu almayan partinin küçük bir ortakla ya da tek başına iktidara gelebilme ihtimali var. Bu partinin, “ölüsü bile” yüzde 30 oyunu kaybetmiyor görünen, AK Parti olması şaşırtıcı olmaz. Fransa adeta aşırı sağ asla iktidara gelmesin diye düzenlemiş seçim sistemini örneğin; seçmen ikinci turda mutlaka bir başka alternatifte birleşiyor.

Bu durumda da yeni sisteme geçilse bile eski sonuçlar doğuracaksa başkanlık ya da parlamenter sistem tartışmaları büyük bir vakit kaybı olabilir. Araştırmalar başkanlık sisteminin halkta popüler olmadığını gösteriyor, ama ekonomi iyi olsaydı kitleler desteklerdi. Sorunun muhatapları iki sistem arasındaki farkı gerçekten biliyor mu tartışılır. Seçmenin aklında böylesi bir entelektüel tartışmanın olduğunu düşünmüyorum. Hele bugünlerde. Herkes sadece cebindeki paraya bakıyor, yönetim şekliyle ilgilenecek vakti yok. Birbirlerine sağcılıklarıyla epey benzeyen altı parti değerli saatlerini ekonomiyi nasıl kurtaracaklarını anlatmaya ayırsa toplantı seçmende daha fazla heyecan yaratabilirdi.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar