Latif Demirci'den sonra Türk basını biraz daha yalnız
Latif Demirci bu işin bir numarasıydı. Mizah dergilerinden siyasi karikatür çizmek için günlük gazetelere gidenler ana akımda kolaylıkla sendeleyebiliyor. Ya gündemi yeteri kadar takip edip nüanslara hakim olamıyorlar, ya da mizah dergilerinin verdiği özgürlük ortamını bulamayıp kendi kendilerini kısıtlıyorlar. Veya kısıtlamaya mecbur bırakılıyorlar.
Ama Latif Demirci hem birinci sayfa karikatüründe hem de yıllarca çizdiği “Press Bey” karakterinde yeni bir çıta yarattı. Bir ara her gazete kendi Ayşe Arman’ını yaratmak isterdi; Latif Demirci’den sonra herkes benzer kendi karikatüristini çıkarmaya çalıştı. Tutmadı.
Tutmadı çünkü Ayşe Arman’ın tek özelliği sarışın olması, Latif Demirci’nin de tek özelliği çizmesi değildi. İkisi de özünde gazeteciydi. (İnanması zor ama PR’cılara teslim olmadan önce Ayşe Arman çok iyi bir gazeteciydi sahiden de.)
Burada bir Ertuğrul Özkök parantezi açmak da zorunlu: İkisini de keşfeden o oldu. Latif Demirci’yi haftalık gazete—evet Oksijen’den önce haftalık gazete vardı—GazetePazar’da görüp Hürriyet için bir şeyler yapmasını istemiş hep. Özkök’ün Pazar yazılarından ilham alan Press Bey de bir hafta içinde böyle doğmuş. Press Bey’in Ertuğrul Özkök olup olmadığı konusu yıllarca merak edildi, bir şekilde de böyle yaygın kabul gördü sanırım. Ama Press Bey yıllarca Özkök’ün yönettiği gazetede Özkök’ün kendisiyle dalga geçti. Özkök’ten sonra Hürriyet nasıl bittiyse, Press Bey de tarihte bir anı olarak kaldı.
Demirci’yi önceki gün kaybettik. Evinde düştükten sonra hayatını kaybetmiş, üstelik 61 yaşında olmasına rağmen. Hürriyet’e uzun yıllardır hiç bakmıyorum, Latif Demirci de hala çiziyor mu çizmiyor mu farkında değildim açıkçası. Yine de onu şimdiden özledim. Tekdüzeleşen Türk basını biraz daha yalnız, biraz daha sıkıcı şimdi. Yaşarken de yenisi bulunamamıştı, meşale bundan sonra da başkasına devredilmeyecek. Hepimiz böyle yok olacağız galiba.
19 Ocak 2002'de yayımlanan söyleşi için Gümüşsuyu’ndaki evinde Latif Demirci’yle buluşmuştum. Büyük medya, mizah, Press Bey ve dönemin Hürriyet’i hakkında.
*
Mizahçının Hürriyet’te tutunması zor mu?
Benim için Hürriyet’in çok satması önemli bir şey. Karikatürün çok fazla insana dağılması bakımından. Ama bu yüzden de çok ince espriler yapmamaya çalışıyorum. Dört kişi anlayıp, iki kişi gülsün diye değil de biraz daha anlaşılır olmayı istiyorum. Çünkü az-çok Hürriyet okurunun kimler olduğunu biliyorum. Balon gerekmiyorsa bile, daha da anlaşılır olsun diye balon yazıyorum.
Anlaşılma kaygınız olmadan daha rahat çiziyor muydunuz?
Yo, hep anlaşılsın istiyordum. Nokta’da çizerken de Nokta okurunu biliyorsun, espriyi daha ince yapabiliyorsun. “Press Bey”de ilk başlarda daha çok gazete içinden espriler yapıyordum, şimdi çok içeriden yapmamaya özen gösteriyorum. Giderek gazetecilerin güldüğü, onların anlayacağı esprilere dönüşecekti. Ondan kaçtım. Şimdi daha çok evde geçiyor, gazeteye gidip gelmiyor.
“Press Bey”den önce medyayla çok ilgili miydiniz?
Çok içinde değilim ama biliyordum neler olduğunu. Medyayla da bir derdim yok ama. Medyayı eleştireceğim diye yola çıkmadım. Press Bey’i reklamcı da yapabilirdim ve yine gündelikçisi, karısı, şoförü olurdu. Basında olmasının espri dünyasını biraz daha genişleteceğini düşündüm. Sadece 2000’li yıllarda yaşanan bir hayat, farklı bir sürü insanın bir aradaki halleri derdim.
Bu karakter nasıl şekillendi?
Aslında 80’lerde çizdiğim tek tük karikatürler vardı. Bu da çizdiğim bir tipti. 12 Eylül sonrası entelleri, küskünleri, tutunanları, tutunamayanları tek tek karikatürler halinde yapıyordum. Bunların hepsinin yansıması Press Bey.
Onu seviyor musunuz?
Seviyorum. İnsan bir tarafı var. Yumuşaklığı, insan sıcaklığı yansıyor. Sevmeden de çizemezmişim gibi geliyor. [Gündelikçisi] Güllü’yü de seviyorum, karısını da seviyorum…
Kalabalık değiller mi?
Beş tane tip var, ama artık oturdu. Bazen bir hafta birinin üzerine gidiyorum, kişiliği oturtmak için. Bazen üç hafta birisi olmazsa, fark etmez artık. Çünkü artık insanlar biliyor onu.
Peki, Press Bey’le arkadaş olur muydunuz?
Arkadaş olamazdım herhalde. Ama oturmak isterim onunla bir masada. Muhabbet etmek isterim. İyi malzeme verir çünkü. Ama arkadaşlık başka.
Biraz cahil mi?
Hayat hakkında o kadar bilgili değil. Belki başka şeyler biliyor ama dışarı çıkınca korunmasız kalıyor. Onun için de halkın arasına karışmıyor. Hayatın içinde yaşıyormuş, halkı tanıyormuş gibi yazıyor ama halbuki değil.
Gazeteci olarak da etikten yoksun, bütün değerleri yamultmuş sanki…
Evet, yok öyle şeyleri. Öyle şeylerle yüzleşmiyor da zaten. O hayatı başka türlü yaşıyor zaten, kurmuş kendi kendine. Evinin içinde. Onu belki diğerleri sempatik yapıyor; koruma ya da Güllü…
Press Bey çok kazanıyor mu?
Köşe yazarlığına 90’lardan sonra başladı diye düşünüyorum. Güneş’te falan başlamıştır herhalde, belki bir Cumhuriyet tecrübesi de olabilir. İki arada bir derede, bir girmiş çıkmıştır.
Böyle biri için ‘liboş’ falan demek ağır mı olur?
Öyle görmüyorum Press Bey’i. Karısı bazen öyle zannediyor aslında, “Sen eski Marksist misin?” diyor bir yazısını okuduğunda…
Acaba çok okunan bir yazar mı?
Sanmıyorum. Çok etkin, popüler bir yazar değil. Kendi çapında yazıyor.
Herkes soruyor: Kim bu Press Bey?
Bir sürü insan da ‘Press Bey benim,’ diye yazıyor. Tuhaf bir şey tabii karikatüre ‘Benim,’ demek. Sevimli buluyorlar herhalde. Aynı espriyi köşe yazısı yapsam, böyle bir şey gazeteye girmeyebilir, ya da kızabilirler.
Press Bey’in ardından köşe yazarları aramaya başladı mı sizi?
Hayır, özel olarak değil ama rastlaştığımızda ‘Bayılıyorum harika,’ diyorlar. ‘Beni çizmişsin,’ diyenler de oldu. Ben de ‘Öyle mi olmuş?’ gibi şeyler dedim. ‘Ben de tam o konuyu yazmıştım,’ diyor ve kendince denk getiriyor. Halbuki ben okumamışım o yazıyı! ‘Karikatürü çıkış alıp verir misin?’ gibi taleplerde bulunuyorlar.
Press Bey’in bir geleceği var mı?
İşten atılmadı bu son dönemde. (Gülüyor) Başka tipler girer mi, çıkar mı, bilmiyorum. Her hafta bekliyorum aslında ne çizeceğim diye. Bir ara bir çocuk düşündüm, tipini de çizmiştim, sonra vazgeçtim. Bir depremzede çocuğu evlat ediniyorlardı. Adını da buldum hatta; Artçıcan… Onunla daha çok Güllü ilgileniyor, servise bindiriyor falan. Deprem sonrasıydı bu, kalıcı bir tip olacaktı. Ama o zaman çok olacak diye düşündüm bir altıncı karakter. Bir çocuk aslında yeni bir şey getirirdi… Media’nın hamileliğini de düşündüm bir ara. Ama şu anda bilmiyorum.
Bir çizerin sadece işine bakarak, onun nasıl biri olduğu anlaşılır mı?
Ben çizerlerden çıkartıyorum. Çizgisi bile kendiyle ilgili ipuçları veriyor. Press Bey’de de benden bir şeyler vardır mutlaka, ama koruma karakterinde de vardır. Ben seviyorum o insanları. Sevmeden çizemem zaten.
Sanki uzun soluklu bir Hürriyet okuru olduğunuz çıkıyor “Press Bey”den. Öyle misiniz?
Çocukluğumda evde Milliyet okunurdu. Karikatürler de orada vardı. İlk karikatürleri orada gördüm. Güngörmüşler, Altan Erbulak, Bedri Koraman… Zaten sonra ilk kez karikatürcü olarak Altan Erbulak’a gittim. Sonra bir-iki yıl tiyatroya gitmeye başladım. Ama nereden cesaret bulduğumu da bilmiyorum. Bizim oturduğumuz yere yakın tiyatrosu vardı, karikatürcü olarak da onu biliyordum. Kısa pantolonla, çizdiğim şeyleri de kolumun altına alarak gittim.
Hürriyet’te çiziyorsunuz diye mizahçı çevrelerden tepki topladınız mı?
Hayır, aslında tam tersi bir durum söz konusu. Ben işte 10 sene önceki Latif’im. Başka bir yerde olsam da bunu yapacaktım, burada da aynı şeyi yapıyorum. Başka biri olup da başka bir şey çizmiyorum. Gazete olması başka bir şey. Eğer mizah dergisinde olsaydı bu kadar ilgi çekmeyebilirdi.
Sahi, Kanat Atkaya’nın yazdığı gibi az konuşan biri misiniz?
Hayır benim hakkımda öyle bir şey çıktı ya. Bazen çok geveze olabiliyorum, bazen de durabiliyorum. Ama sanki ben evden çıkmaz ve konuşmazmışım gibi oldu. Hiç değilim halbuki. Bazen de oluyorum, ama ne bileyim. Karikatür öne çıktığı zaman bir şey oluyor, duruyorsun. Ya senden espri bekliyorlar, onu yapmayacağın bir zaman oluyor. Ama bazen ‘Ya ne gevezesin, sus kardeşim,’ oluyor.
Bir de mizahçı hep ‘sessiz adamı’ oynar ya…
Benim için öyle bir şey olduğunu zannetmiyorum. Karikatürcülerin bir dili var. O dili anlayan ve ona katılanlar olduğu zaman muhabbet uzuyor, tırmanıyor. Durdurulamayan bir dil oluyor. Katılmayan biri olduğu zaman ise kendimi geri çekiyorum, aklıma gelse de bir şey söylemiyorum.
Karikatürcünün kısıtlı yerde, az sözle çok şey anlatma derdi yok mu?
Sözden, kelimeden uzaklaşmakta bir şey var galiba. Çünkü ben hakikaten bazen karikatür gibi düşünüyorum. Mesela bir film izliyorum, oradan hemen bir karikatür çıkartıyorum. Halbuki yanımdakiler başka bir şeyi görüyorlar. Bense çocukluğumdan beri böyleyim. Kendim de farkında değildim, ama bazen kendinle dışarıdan gelen bir sözle yüzleşiyorsun. İki sevgili oturur mehtaba bakar, ben mehtaptan karikatür çıkartmaya çalışıyorum. Gündelik hayat içinde öyle bir kopukluk var.
Böyle yaşamak zor değil mi?
Herhalde bir alışkanlık var artık. Hayata öyle bakıyorum, öyle görüyorum. 12 – 13 yaşında başladım böyle bir iş yapmaya. Başka bir tercihim de yoktu zaten. Demek ki öyle bir kafam vardı. 75’te çalışmaya başladım ve üç aylık askerlik dışında çizmediğim olmadı. Orada da binlerce asker çizdik; havuzun oraya falan… (Gülüyor)
Karakter yaratmaya ne zaman başladınız?
Gırgır döneminde başladı. Bu kendiliğinden çıkan bir şey, istediğin zaman olmuyor. Düşüneyim de bir tane daha bir şey yapayım dediğin zaman olmaz. Birikmiş bir şey oluyor ve ona artık bir ifade buluyorsun.
Miadı ne zaman doluyor?
Ben hissediyorum. Galiba altı-yedi yıl sürüyor. O süre içinde kendimi tekrarlamaya başlıyorum. Esprilerin bir versiyon farklısını yapmaya başlıyorum. Onları çakmaya başlarsam ‘Tamam, bitmiştir,’ diyorum ve başka bir şey üretmiyorum. Bitiriyorum. Demek ki sıkılmışım. Mesela şimdi Press Bey dört yıllık galiba. Henüz sıkılmadım. Hâlâ fark ediyorum, espriyi yaparken gülüyorum.
Peki bir karakteri bırakırken hüzünlü bir veda oluyor mu?
Hayır, hiç olmuyor. Demek o bitmiş bende. Yeni bir şey gelecek diye düşünüyorum.
Yurtdışında karakterler daha uzun ömürlü değil mi?
40-50 sene devam ediyor. Sen bıraktığın zaman insanların hala sevdiği, okuduğu bir şey oluyor. Ben yapamıyorum. Herhalde okurdan çok, kendimle daha ilgiliyim. (Gülüyor) Çizerken en başka kendim keyif almak istiyorum, gülmek istiyorum. Zaten basıldıktan sonra sadece düzgün basılmış mı diye bakıyorum. Yoksa sadece çizdiğim gün çok keyif alıyorum.
Türkiye çok değişken olduğu için mi karakterler de hemen tüketiliyor?
Yurtdışında fabrikasyon gibi. 35 kişi falan çalışıyor bir karikatür üzerinde. Artık onu yaratan adam ne esprisini buluyor, ne çiziyor. Belki sonunda şöyle bir bakıyor. Artık başka bir şey haline geliyor o. Ben hep balonunun çizgisine kadar tamamı benden çıkmalı diye düşünüyorum. Titizlik değil de, bundan keyif alıyorum.
- Konserler, ünlüler, paralar6 dakika önce
- Trump oligarklar rejimi kuruyor2 gün önce
- Baklavacı asla sadece baklavacı değildir4 gün önce
- Bir eski eroinman Amerika'nın patates kızartmalarını düzeltecek mi6 gün önce
- First lady Elonia1 hafta önce
- Seçimi kazandıran podcast sunucusu1 hafta önce
- Aradığım Çin lokantası Erdoğan'a komşu çıktı1 hafta önce
- Kamala olarak girdi, Kemal olarak bitirdi1 hafta önce
- Anneciğim erkeklik elden gidiyor2 hafta önce
- Çöplük gibi kriz2 hafta önce