Bir yabancı gazeteci olarak İstanbul izlenimlerim
Ramazan ayı içinde olduğumuza dair ilk işaret İstanbul Havalimanı’na iner inmez gelen yolcu katından gördüğüm giden yolcu katındaki mahyayı andıran ışıklı mesaj oldu. Bir de az ileride bir Arap ülkesinden gelen ihramlı kalabalık bir yolcu grubu çıkış kapısında bekliyordu. Şehre indiğimde, sokaklara çıktığımdaysa “Nerede o eski Ramazanlar,” diyecek bir noktaya geldim. Karaköy Sahili’nden Süleymaniye ve Yeni Cami’ye baktığımda bile mahyalar gözüme yeteri kadar büyük gözükmedi. Kısıtlı bir bölgeden, sınırlı bir zamanda gözlemlediğim. Gezdiğim sokaklar, dolaştığım mahalleler elbette Türkiye genelinden farklı, bütünü yansıtacak kadar temsili örnekler değil. Ama buralarda bile geçmiş yıllara kıyaslandığında bir değişim görmek mümkün.
Asmalı Cavit böyle bir Ramazan ayı görmediğini söylüyor. Geçmiş yıllarda en azından ilk hafta işler azalırmış ama bu herhangi bir düşüş olmadığı gibi işler artmış bile. Bütün meyhaneler tıklım tıklım. Eski Cumhurbaşkanı’nın danışmanı Ahmet Sever bu aralar Okay Gönensin’den kalan masada, Yakup 2’de dostlarıyla. Yeni muhalif Şirin Payzın ise TİP milletvekili Ahmet Şık’ın işlettiği müşterinin müdavimlerinden. Bir başka milletvekili, Sezgin Tanrıkulu’nun oğlunun da meyhane işlettiğini önünden geçerken söylediler. Orası da çok kalabalıktı.
MUHAFAZAKAR MAYA TUTMUYOR
Pazar gecesi iftar saatinde Karaköy Lokantası’na gittiğimde bir saate yakın masa bekledik. Rezervasyonsuz gittik, çünkü özellikle iftar saatinde, hele hele ertesi gün mesai varken mekanın boş olacağını düşündük. Normal şartlarda sakin olur Pazar geceleri Karaköy Lokantası. İlk kez bu kadar kalabalık gördüm. Epey bir yabancı müşteri olmasına rağmen bir o kadar da Türk yemek yiyordu ve hemen her masada içki içiliyordu.
Çıkışta ara sokakta berbat bir barda Mustafa Sandal’ın “Aya Benzer” şarkısı ortalığı inletiyordu ve herkes deli gibi dans ediyordu. Neon ışıkların yansıdığı camdan içeriye baktım ve her masada içki vardı. Kapının önünde orta yaşlı ve başörtülü bir kadın, kendinden daha genç bir kadın arkadaşıyla yerinden kalkmadan “çılgınca” diye tarif edebileceğim bir coşkuyla şarkıya eşlik ediyordu.
İftardan sonra Sultanahmet’te ya da Eyüp’te çay bahçelerinde toplanan muhafazakar insanların eğlendiğini, orucun yorgunluğunu attığını ve Ramazan’ın coşkusunu kutladığını gördüm. Bir keresinde Bülent Ersoy’un ilahliler seslendirdiği bir konserine bile gittim. İkinci bölüme geçilirken diva “Önce Allah dedik, şimdi Yallah,” deyip coşturmaya başlamıştı.
Anladığım kadarıyla şimdi İstanbul sadece “Yallah” diyor. Daha önce tanık olduğum hiçbir Ramazan eğlencesine benzemiyor gördüklerim.
Doğrusu ben de beni nasıl bir İstanbul’un beklediğini bilmiyordum. Ben bıraktığımdan beri Türkiye daha az muhafazakarlaşmamıştı, aksine görünür muhafazakarlık oranı daha da artmıştı. Örneğin Taksim’e cami yapıldı, kamusal alanda başörtülü sayısı arttı ve daha görünür oldu, Eski Türkiye’de yadırganan dini siyaset söylemi normalleşti.
Ama birtakım araştırmaların gösterdiği bulgular da sokağa yansımış işte: dindar ailelerin çocuklarının dinden kopması, deizmin yükselmesi, genç kuşağın kendilerini dini kimlikle tanımlamaması.
Kısa süre öncesine kadar Beyaz Türk mahallelerinde bile Ramazan’ın etkisini hissetmek mümkündü. Bundan 12 sene kadar önce Bağdat Caddesi’nde içkili tek bir kebapçı bulamadığımızı hatırlıyorum. Şimdi içkisiz mekan bulmak mümkün değil. Restoran mönülerinde çok fazla domuz eti ürünü görüyorum ve bu tabakları sadece yabancı müşteriler sipariş etmiyor.
İçki ya da domuz eti tek başına modernliğin ya da seküler yaşam tarzının simgesi değil. Ama yaygınlaşmaları birer simge olarak toplu bir değişimin bir işareti olarak yorumlanabilir.
Sınıf farkı olmaksızın üstelik. Daha evvelden hatırladığım bir mekan açık olsa bile çalışanlarının çoğunluğunun oruçlu olduğuydu. Şimdi bir restoranda çok az kişi oruç tutuyor. Gittiğim yerlerde özellikle gözlemledim. Fazla baskı ters tepti.
Muhafazakarlık mayasının artık tutmadığının AK Parti de farkında. Dikkat ederseniz seçim kampanyasında dini motifler ve muhafazakar söylem yok. Aksine TOGG, drone’lar, doğal gaz, büyüme, savaş gemileri ve tankları üzerine bir kampanya yürütülüyor. Din değil büyüyen ülke mesajı veriliyor, çünkü seçmendeki değişimin iktidar da farkında.
TAKSİCİ NE DİYOR
Bir taksicinin yorumunu almadan yabancı gazeteci gibi kendi şehrimde gözlem yapmam imkansızdı. Ancak daha imkansız olan taksi bulmaktı, bunu başardım ve küçük bir sohbet gerçekleştirdim. “Gitmek zorunda dedi,” şoför. “Tüm gücümüzle Kılıçdaroğlu’na yükleneceğiz.” Ancak bunu başkalarından da rastladığım belli bir tedirginlik içinde söyledi.
Sokakta hiç kimse “Kesin gidiyorlar,” demiyor. Ama taksi şoföründen mağaza çalışanına veya metroda yanıma düşen genç mimara kadar hemen herkes “Gitmek zorunda,” diyor. “Eğer şimdi de gitmezlerse ne yapacağız bilmiyorum.” Bu tedirginliği Millet İttifakı ne kadar duyuyor, bilmiyorum. Hemen hiç kimse Muharrem İnce de demiyor, aksine onun hakkında fısıltı gazetesinin ürettiği türlü komplo teorilerini duyuyorum. Herkes ağız birliği etmişçesine onu Saray’la özdeşleştiriyor.
2019’da hemen hiç kimse büyük şehirlerin muhalefete geçeceğine inanmıyordu. Hatta Kemal Kılıçdaroğlu bunu söylediğinde gülenler bile olmuştu. Sonuç muhalefete büyük moral verdi. Şimdiki ruh hali biraz daha farklı: sokakta umut var ama kolay olmayacağını biliyorlar.
- Baklavacı asla sadece baklavacı değildir13 dakika önce
- Bir eski eroinman Amerika'nın patates kızartmalarını düzeltecek mi26 dakika önce
- First lady Elonia1 gün önce
- Seçimi kazandıran podcast sunucusu2 gün önce
- Aradığım Çin lokantası Erdoğan'a komşu çıktı4 gün önce
- Kamala olarak girdi, Kemal olarak bitirdi6 gün önce
- Anneciğim erkeklik elden gidiyor1 hafta önce
- Çöplük gibi kriz2 hafta önce
- Milyarderlerin Trump sevdası2 hafta önce
- Amerikan seçimini Müslüman oylar mı belirleyecek2 hafta önce