Türkiye'de gerçek aktif / pasif sigortalı oranı nedir?
Türkiye'de toplam 25,3 milyon aktif sigortalıya (çalışana) karşılık 13 milyon pasif sigortalı (emekli) bulunuyor. Buna göre, sosyal güvenlik sisteminin sürdürülebilirliği açısından önem taşıyan aktif / pasif oranı 2002 yılında yüzde 2,08 iken 2022 yılında 1,95'e geriledi. Gerçek aktif / pasif oranı ise çok daha düşük. Çünkü aktif sigortalıların 2,4 milyonu hiç prim ödemeyen veya düzensiz prim ödeyen kişilerden oluşuyor. Habertürk'ten Ahmet Kıvanç, "EYT ile ilgili her şey" yazı dizimizin dördüncü gününde sosyal güvenlik sisteminin aktüeryal dengesine ilişkin merak edilenleri yazdı
Sürdürülebilir sosyal güvenlik sistemi için ideal aktif / pasif oranının 4 olması gerekiyor. Yani 1 emekliye karşılık 4 aktif sigortalı çalışan olmalı. Türkiye genç nüfus yapısına sahip olduğu bu dönemde dahi aktif/pasif oranını 2’nin üzerine çıkartamıyor.
Türkiye’de aktif/pasif dengesi, sosyal güvenlik kuruluşlarının daha ilk yıllarında bozuldu. Bu durum sosyal güvenlik kurumlarının topladıkları primler ile birikim yapma fırsatlarını ortadan kaldırdı.
Dosya bazında emekli aylığı alanlardan yola çıkarak yapılan hesaplamaya göre, aktif/pasif oranının 4’ün altına düşmesi SSK ve Emekli Sandığı’nda 1980 yılında; 1972’de kurulan BAĞ-KUR’da ise 1995 yılında gerçekleşti. Sosyal güvenlik sistemimizin tamamı için 1980 yılında 4’ün altına indi. (Not: Dosya bazında emekli sayısı, bir kişiden dolayı ölüm aylığı alan eş ve çocukların tek kişi olarak gösterildiğini ifade eder. Yazı dizisinde aktif / pasif oranı ile ilgili hesaplamalar dosya bazında emekli sayısı üzerinden yapılmıştır.)
Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) verilerine göre, emeklilikte yaş koşulunu getiren 4447 sayılı yasanın çıktığı dönem olan 2000 yılında aktif/pasif oranı SSK’da 1,89, üç sosyal güvenlik kurumunun toplamında ise 1,95 düzeyinde bulunuyordu. Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı sonrasında kademeli yaşın yeniden düzenlenerek yürürlüğe konulduğu 2002 yılında 2,08 düzeyinde olan aktif / pasif oranı 2010 yılında 1,84’e kadar düştükten sonra 2022 mayıs ayı itibarıyla tekrar 1,95 oldu.
SGK’nın verileri gerçek aktif /pasif oranını yansıtmamaktadır. Çünkü, 2022 mayıs ayında aktif sigortalı görünen 25.303.323 kişi içinde gerçekte sigortalı çalışan sayısı 22.940.182 kişidir. Bunlar zorunlu 4/a, 4/b ve 4/c sigortalılardan oluşmaktadır.
SGK istatistiklerinde görülen aktif sigortalılardan, 2022 mayıs ayı itibarıyla 1 milyon 500 bini stajyer ve kursiyer, 413 bini çırak, 460 bini de tarım SSK, yurt dışı topluluk ve diğer sigortalılardan oluşuyor. Bunlardan stajyer, kursiyer ve çıraklar için sigorta primi ödenmiyor, diğerleri için ise düzenli prim ödemesi yapılmıyor.
Dolayısıyla sadece zorunlu 4/a, 4/b ve 4/c statüsünde çalışanları dikkate aldığımızda aktif/pasif oranı 2022 mayıs itibarıyla gerçekte 1,95 değil, 1,77 olmaktadır. 2002 yılında ise bu şekilde hesaplanan gerçek aktif / pasif oranı 2,02 düzeyinde bulunuyordu.
2002 – 2022 yıllarını kapsayan 20 yıllık dönemde dosya bazında emekli sayısı 5 milyon 888,4 bin kişiden 12 milyon 989,4 bin kişiye yükseldi. Emekli sayısı 7 milyon 101 bin kişi arttı.
Aynı dönemde zorunlu sigortalı sayısındaki artış ise 11 milyon 47.3 binde kaldı ve 11 milyon 892,9 binden 22 milyon 940,2 bin kişiye yükseldi.
1 EMEKLİYE KAÇ ÇALIŞAN BAKIYOR?
Aktif / pasif oranının, “2 çalışan 1 emekliye bakıyor” şeklinde ifade edildiğine çoğu zaman tanık oluyoruz. Bu doğru bir ifade değil.
Türkiye’de sosyal güvenlik sistemi geç oluşturuldu. İşçiler için ilk adım 1946 yılında atılmakla birlikte malullük, yaşlılık, ölüm sigortasının birlikte hayata geçmesi 1957 yılını (SSK) buldu. Memurlar 5434 Sayılı Emekli Sandığı Kanunu ile 1950’de, esnaf ve tarım çalışanları ise 1972’de BAĞ – KUR Kanunu ile sosyal güvenlik şemsiyesine kavuştular.
İlk yıllarda çalışan sayısı az olmakla birlikte emekli sayısı da az olduğundan SSK, BAĞ – KUR ve Emekli Sandığı’nca toplanan primler çeşitli yatırımlara yönlendiriliyor, tüm emekli aylığı ödemeleri ve sağlık harcamaları bu fonlardan elde edilen gelirler ile finanse edilebiliyordu.
Siyasi müdahaleler ve yüksek enflasyon dolayısıyla sosyal güvenlik kurumlarının fonları zamanla eridi. SSK, BAĞ-KUR ve Emekli Sandığı’nın fonlarının kullanımı ile ilgili hazırlanan 1977-1981 dönemine ilişkin Sosyal Güvenlik Komisyonu Raporu’na göre, söz konusu tarihler arasında sosyal güvenlik kurumlarının biriktirmiş olduğu fonlar yüzde 75’lere ulaşan net değer kaybına uğradı. Daha önce 100 birim olan fon varlıkları 25 birime düştü.
Siyasi müdahale örneklerinden birini “sosyal yardım zammı” adı altında, hükümet kararıyla SSK’nın üzerine yıkılan yüklü ödeme oluşturuyor. 8. Kalkınma Planı Sosyal Güvenlik Özel İhtisas Komisyonu Raporu’na göre prim karşılığı olmaksızın emekli aylıklarına yansıtılan sosyal yardım zammının SSK’nın toplam emekli aylığı ödemelerindeki payı 1993 yılında yüzde 59, 1994’te yüzde 63 olarak gerçekleşti.
Bütün bunların sonucu olarak 1990’lı yılların ilk yarısından itibaren sosyal güvenlik sisteminin gelirleri, emekli aylığı ve sağlık harcamalarından oluşan giderleri karşılayamaz oldu.
PRİM GELİRLERİ EMEKLİ AYLIĞI ÖDEMELERİNİ KARŞILAYABİLİYOR MU?
Sosyal güvenlik sisteminin açığı uzunca süredir olduğundan daha az görünüyor. Bunun sebebi, 2008 yılındaki kanun değişikliği ile sosyal güvenlik sistemine düzenli “devlet katkısı” yapılmaya başlanmasıdır.
Geçmiş yıllarda SSK, BAĞ – KUR ve Emekli Sandığı’na sadece açığın finansmanı için bütçeden kaynak aktarıldı. 2008 yılından sonra Sosyal Güvenlik Kurumu’nun topladığı her 100 liralık prime karşılık devlet de 25 lira katkıda bulunmaya başladı. Devlet katkısı kurumun doğal geliri haline geldi. Böylece SGK’nın açık tanımı da değişti, sistemin açığı olduğundan daha az görünür oldu.
Bu nedenle sosyal güvenlik sisteminin gerçek durumunu görebilmek için sisteme (SGK’ya) yapılan bütçe transferleri ve bu transferlerin gayrisafi yurtiçi hasılaya (GSYH) oranı üzerinden karşılaştırma yapmak daha doğrudur.
Sosyal güvenlik sistemine 1998 yılında yapılan bütçe transferi 1.5 milyar lira iken, 2003 yılında 15.9 milyara, 2009 yılında 52,7 milyara, 2016 yılında 106,8 milyara, 2021 yılında da 252,1 milyar liraya yükseldi.
Bütçe transferlerinin GSYH’ya oranı 1998’de yüzde 2,1 iken, 2003’te 3,5’e, 2009’da 5,2’ye yükseldi. 2015 yılında GSYH’nın yüzde 3,4’üne kadar geriledi ise de 2020 yılında yüzde 4.9’a kadar çıktı. 2021 yılında ise yüzde 3,5 olarak gerçekleşti.
SGK’ya yapılan bütçe transferleri 1998 yılında 5.8 milyar dolara karşılık gelir iken, 2003’te 10,6 milyar dolara, 2009 yılından sonra ise yıllık 30 milyar doların üzerine çıktı.
SGK’nın verilerine göre, devlet katkısı hariç prim gelirlerinin emekli aylığı ödemelerini karşılama oranı 2000 yılında yüzde 97 seviyesinde idi. Yani toplanan tüm primler her 100 liralık emekli aylığı ödemesinin 97 liralık kısmını karşılıyordu. Emekli aylığının kalan 3 liralık kısmı ile sağlık harcamalarının tamamı bütçeden aktarılan kaynakla finanse ediliyordu.
Devlet katkısı hariç prim gelirlerinin emekli aylığı ödemelerini karşılama oranı 2005 ve 2009 yıllarında yüzde 80’e kadar geriledi, 2013 yılından sonra ise başabaş noktaya geldi. Son yıllarda prim gelirleri emekli aylığı ödemelerini karşılıyor, hatta biraz üzerine de çıkıyor. Ancak, sağlık harcamalarının tamamı bütçeden aktarılan kaynakla finanse ediliyor.
SİSTEM DEĞİŞİKLİKLERİ HANGİ İŞE YARADI?
Yazı dizisinin buraya kadar olan kısmında emeklilik yaşı ve emekli aylığı parametrelerinde yapılan değişiklikleri inceledik. Emekli aylığı parametrelerindeki değişikliklerin aylıkları nasıl düşürdüğünü örnekler ile ele aldı. Emeklilik yaşı yükseltilmiş olmasına karşın aktif / pasif oranında iyileşme sağlanamadığını gördük.
Son olarak, SGK’nın devlet katkısı hariç prim gelirlerinin son yıllarda emekli aylığını karşılamaya başladığını gözlemledik. Peki bu nasıl oldu? Aktif / pasif oranı daha da bozulmasına karşın, devlet katkısı hariç prim gelirleri emekli aylığı ödemelerini nasıl karşılamaya başladı. “Peki bu nasıl oldu?” sorusunun cevabı, 1999 ve 2008 yılındaki değişiklikler ile emekli aylığının düşürülmesidir. Emekli sayısı arttı ama emekli aylıkları reel olarak azaldı.