Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Şöyle bir tabloyla karşı karşıyayız. Türkiye’nin, Suriye’nin yeniden şekillendiği dönemde avantaj ve dezavantajlarını ele almak yerine, son derece sert ideolojik pozisyonlar tercih ediliyor. Bu tercihlerin arka planına dair söyleyeceğiniz hiçbir sözün etkisi olacağını düşünmüyorum.

İster iyi niyetle, ister maksatlı olarak dile getirilsin. Türkiye’nin bu sürecin oyun kurucusu olduğunu kabullenmeyen veya bu durumu peşinen başka güçlere bağlayan zihin dünyasıyla tartışmak vakit kaybı sadece.

SURİYE İLE YAKIN DÖNEM

1998 yılında dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş’in Suriye sınırında verdiği mesajlarla başlayan süreç, 1999’da Öcalan’ın iadesini beraberinde getirdi. 2000 yılından itibaren Hafız Esad’ın cenazesine Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in katılımıyla Ankara-Şam ilişkilerinde başlayan yeni dönem, 2002 sonrasında AK Parti iktidarları döneminde stratejik zeminlere taşındı. O dönemlerde Başbakan Tayyip Erdoğan’la Beşar Esad arasındaki diyaloglar üst düzeyde devam etti.

Hikayenin geçmişi uzun. Ancak özellikle Arap baharıyla başlayan hareketliliğin ardından Türkiye, son derece açık ve şeffaf bir ajandayla Suriye yönetimine, geniş katılımlı siyasi süreçler başlatması yönünde tavsiye ve uyarılarda bulundu.

Baba Esad’a kıyasla kendi iktidarını ailesi ve rejim içindeki odaklarla daha fazla paylaşan Beşar Esad, Türkiye’yi değil, kendisini stratejik çıkarları için devasa bir üsse çeviren Rusya ve İran’ı dinlemeyi tercih etti.

Bu ülkelerin Suriye topraklarındaki varlığını, ülkesiyle yapılan anlaşmalara bağlayarak meşru sayan Şam rejimi; asıl meşruiyet kaynağının kendi halkı olduğu gerçeğini göremedi.

SURİYE HALKI YAPAYALNIZDI

Katliamlar, şehirleri yıkan büyük askeri operasyonlar ve milyonlarca Suriyelinin başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerine göç etmek zorunda kalması. 2016’dan itibaren ülkedeki bu durumu, şu sıralarda “bir barış hali” gibi hatırlatanların hafızalarından çıkardığı tablo böyleydi.

2024 yılının Aralık ayı, halkını yabancı güçlerin insafına terk eden ve kendi küçük iktidar alanını korumaktan başka hesabı olmayan kanlı bir rejimin sonunun ne olacağını tüm dünyaya gösterdi.

İşin bu noktasında peş peşe hamlelerle Halep’ten Şam’a kadar uzanan devrimin Türkiye’yle olan irtibatı sürekli tartışma konusu oldu. Muhtemeldir ki, Şam’da MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın verdiği mesajlar üzerinden daha fazla konuşulacak.

İlk andan itibaren söyledim. Bu sürecin arkasında tüm gücüyle Türk devlet aklı var. Bu durum, başka aktörlerin olmadığı anlamına gelmiyor elbette. Ancak Türkiye’ye dair değerlendirmelerin yersiz ve saçma sapan zeminlere oturtulmak istenmesi; daha açık ifadesiyle Ankara’yı küresel aktörlerin aracı/uzantısı gibi gösterme gayretine itiraz ediyorum.

Bu başarının ardında nasıl bir emeğin ve katmanlı stratejinin olduğunu, geçtiğimiz cuma akşamı Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ayrıntılı olarak anlattı.

KARARTMA ÇABALARI

Türkiye siyasetinde kendi hesaplarının bozulduğu kaygısıyla hareket edenlerden tutun, geçmişte Esad rejimi ve onun destekçileriyle aynı paranteze yerleşenlere kadar pek çok kesim ve isim bu başarıyı karartma gayreti içinde.

Suriye halkı ülkesindeki işgalcilere karşı yalnız bırakılırken, yerin dibindeki zindanlara atılırken, şehirleri köyleri yerle bir edilirken bu cepheden ses çıkmıyordu.

İşte o dönemde, Suriye halkının yanında Türkiye Cumhuriyeti devleti vardı. İstihbaratından sahada gönüllü çalışan unsurlarına kadar büyük fedakarlıklarla ve o toprakların gerçek sahiplerinin katılımıyla öylesine muazzam bir süreç yönetildi ki, bugün akıllara sığmayan ve nasıl bu noktaya gelindi denilen nokta tam olarak burası.

Bundan sonrası öncesinden daha kolay değil. Suriye’de yeni bir devlet doğacak. Sancılı bir süreç, sabote etmek için çok sayıda aktörün hamle yaptığı ya da pusuda beklediği bir dönem bekliyor bizi.

Ancak daha ilk günden itibaren gördüğümüz “devlet aklı”, bu sürecin tüm kritik noktalarında işlemeye devam edecek. Suriye’de yeni sürecin kurucu aktörlerine dikkatle bakın. Verdikleri mesajlar, söyledikleri sözler nasıl bir aklın ve aynı zamanda dengenin ürünü. Ne dediğimi daha iyi anlayacaksınız.

YİNE DIŞ POLİTİKA TARTIŞMASI

“Türkiye, Suriye’deki güvenliğini sağladıktan sonra bu işten elini ayağını çeksin, iç politikamızı bu hadiseler etkilemesin” diyenlerin, bölgede olup biteni, asıl tehdidin ne olduğunu ve Ankara’nın stratejisini zerre kadar anladığını sanmıyorum.

Öncelikle gayet açık, iç politika ve dış politika birbirini her zaman etkiler. Bunların bileşkesi seçim sonuçlarına yansır. İkincisi, etrafımızda yıllar yılı devam eden tehditlerin, terör bataklıklarının ortadan kaldırılması öyle birkaç operasyonla bitecek iş değil. Türkiye’nin hedefi, Suriye halkının yanında olmak ve yeni siyasi süreci kazasız belasız inşa etmelerini sağlamak. Bu hedef, terör ve onun arka planındaki kirli arayışları yok etmekle iç içe geçmiş durumda.

O nedenle, eğer bu yeni gelişmeler vesilesiyle siyasi hesapları bozulan ya da hayalleri yıkılanlar varsa, yapmaları gereken ilk iş, Türkiye’nin hamle ve stratejilerini doğru okuyarak yola çıkmak.

Gerisi milletin kararı.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar