Üç kalemşorun nasihatleri!
Kalabalık bir mecliste bir köşe yazarı varsa, sormanıza gerek yok, o kendini hemen belli eder zaten. Çünkü her konuda en az beş cümlesi olan tek kişi odur; hiçbir mevzudan geri kalmaz.
Muhabbetin her yerine mutlaka “Ben bunu yazmıştım” cümlesini sıkıştırır.
Bunu şaka olsun diye yapmaz; böbürlenerek, hafifçe kendisiyle gurur duyarak söyler.
Bir mesele hakkında yazdığı zaman, o meselenin ilelebet kapanacağını sanır.
İktidar yanlısıysa iktidarın her şeyi ne kadar doğru yaptığını söyler. Muhalif ise iktidarın her şeyi ne kadar yanlış yaptığını...
Ona göre en ciddi yazı siyasete dair yazıdır. Siyaset dışında kalan her mevzu “çiçek böcek”tir. Öyle ki pazar günleri eğer yazı günüyse o gün politikaya arar verir, kendi deyimiyle daha “hafif” meselelere kalemini batırır. Mesela onun için “aşk” mevzusu “hafif” bir mevzudur, okurlarını pazar günleri aşk hakkındaki yüksek fikirlerinden yararlandırır.
Köşe yazarı, köşe yazarının kurdudur. Hiçbir köşe yazarı başka bir köşe yazarını sevmez, asla taktir etmez. İlle de en yüksek, en doğru, en ulaşılmaz fikir onunkidir. O yüzden rakip istemez, akla hayale gelen en okkalı lafla hasmını yerin dibine batırır. Hatta şunu söylersem abartmış olmam sanırım.
Türkiye’nin sorunlarına çare bulmanın tarihi, köşe yazarlarının birbiriyle yaptıkları polemiklerin tarihidir. O polemikleri oku, köşe yazarlarının, yüz yıldan beri bu memleketin sorularına her gün çözüm buldukları halde, o günden bugüne bu sorunların neden çözülmeyip tam aksine katmerleştiğini daha iyi anlarsın.
*
Orhan Pamuk’un “Kara Kitap” romanında Celal Salik adında köşe yazarı bir kahraman var. Roman boyunca denemeye yakın köşe yazılarını yazar, metnin her yerine serpiştirir. Kuşkusuz bu köşe yazısı formatında yazılmış denemelerin olay örgüsünde önemli bir işlevi var.
Orhan Pamuk daha sonra, Çetin Altan ile Abdi İpekçi’yi karıştırdığını, böylece ortaya Celal Salik’in çıktığını söyledi bir yerlerde.
İşte bu Celal Salik, romanın On Sekizinci bölümünde “Üç Silahşorlar” başlığı altında köşe yazarları mevzuuna girer.
*
Celal Salik, Bakırköy’e gitmek üzere Sirkeci’de trene binecekken, peron kenarındaki lokantalardan birinde dönemin üç efsane köşe yazarını otururken bulur.
Yetmişli yaşlarını süren ve “bütün yazı hayatları boyunca birbirlerine nefretle hakaret etmiş bu üç kalemşor”, “üç padişah, bir halife ve üç cumhurbaşkanı eskitmişler.” Yarım yüzyıllık yazı hayatları boyunca, üç kavgacı kalemşor birbirlerini “dinsizlik, jöntürklük, frenklik, milliyetçilik, masonluk, Kemalistlik, cumhuriyetçilik, vatan hainliği, padişahçılık, Batıcılık, tarikatçılık, edebi hırsızlık yapmak, Nazilik, Yahudilik, Araplık, Ermenilik, homoseksüellik, döneklik, şeriatçılık, komünistlik, Amerikancılık ve en son olarak günün moda konusu egzistansiyalistlikle suçladıkları” halde şimdi oturmuş beraber rakı içiyorlar.
O sırada otuzlu yaşlarda olan, “çiçeği burnunda bir köşe yazarı heyecanıyla yaşayan” ve çok okunan Celal Salik bütün cesaretini toplar, üstatların masasına gidip kendini tanıştırır.
Aslında üçü de Celal Salik’i çok iyi tanıyor, yazılarını okuyorlar ama burnundan kıl aldırmaz üç üstadı azam onu ciddiye almadıklarını göstermek için bir süre masalarına oturtmuyorlar. Sonra birkaç ufak tefek iş yaptırıyorlar, dergi aldırıyorlar mesela, garson gibi mutfağa yolluyorlar, birisi portakalını soyduruyor, birisinin yere düşen peçetesini alıyor falan, bir süre karşılarında ezile büzüle hareket ederek en sonunda kendini kabul ettiriyor.
Üstatlar bir süre kendi aralarında söyleşirler, sonra içlerinden birisi Celal Salik’e sorar:
“Oğlum, siz yazılarınızı ahlak için mi kaleme alıyorsunuz, eğlencesi için mi?”
Celal Salik’in verdiği, “Eğlencesi için” cevabından hiç hoşlanmazlar:
“Gençsiniz, mesleğinizin başındasınız. Size biraz nasihat edelim” derler.
Celal Salik memnuniyetle karşılar bu öneriyi ve üstatların nasihatlerini yazmak için lokantadan kalem kağıt alır.
Celal Salik o gün aldığı notları, daha sonra bir köşe yazısı haline getirir, okurlarıyla paylaşır.
*
Orhan PamukCelal Salik’in üç kalemşordan derlediği, Orhan Pamuk’un Celal Salik’e bir köşe yazısı formatında yazdırdığı o muazzam nasihatleri ben de sizinle paylaşmak istiyorum.
Celal Salik, üç kalemşorun isimlerini vermiyor, “her birini bir Osmanlı padişahının şiirlerinde kullandığı mahlasla” anıyor; birisini “Adli”, birisini “Bahti”, ötekini de “Cemali” mahlasıyla bize tanıtıyor. Dolayısıyla hangi “nasihat” kimin ağzından çıktıysa sırayla A, B ve C diyerek yazıyor, bazı yerlerde de parantez içinde kendi yorumunu koyuyor.
Metin uzundur, ben bugün müellifinden desturla “nasihatlerden” bir derleme yaptım, okurken ben çok eğlenmiştim, belki size de geçer.
(Ama siz yine de okumamışsanız eğer, mutlaka romanı okuyun derim.)
*
“Yalnızca okuma keyfi için yazmak köşe yazarını açık denizde pusulasız bırakır.
Köşe yazarı ne Ezop ne de Mevlana. Hisse hep kıssadan çıkar, kıssa hisseden değil.
Okuyucunun zekasına göre değil, kendi zekana göre yaz.
Kendine atasözü, deyim, fıkra, latife, mısra, özdeyiş güldesteleri edin.
Konuyu seçtikten sonra yazını taçlandıracak uygun özdeyiş aramazsan, özdeyişi seçtikten sonra bu tacın altına girecek uygun konuyu ararsın.
İlk cümleyi bulmadan yazı masasına oturma.
Samimi bir inancın olsun.
Okuyucu dediğin panayıra gitmek isteyen bir çocuktur.
Cüceleri sev, okuyucu da sever.
Okuyucu, geçim sıkıntısı içinde, zeka yaşı on iki olan, evli, dört çocuklu bir aile babasıdır.
Okuyucu kedi gibi nankördür.
Akıllı bir hayvan olan kedi nankör değildir; yalnızca köpekleri seven yazarlara güvenilmeyeceğini bilir.
Kediyle köpekle değil, memleket meseleleriyle ilgilen.
Polemiğe gir, ama karşısındakinin canını yakabileceksen.
Polemiğe gir, ama patronu yanına çekebileceksen.
Okuyucu mektuplarını cevaplandır; mektup yazan yoksa kendi kendine yazıp cevaplandır.
Az oku, ama severek oku, çok ama sıkıntıyla okuyandan daha okumuş gözükürsün.
Girgin ol, adam tanı ki, hatıran olsun da, adam ölünce arkasından yazı yazarsın.
Ölüm yazısını rahmetle başlayıp, ölüye hakaretle bitirme. Şu cümlelerden sakınabildiğince sakın: a-Rahmetli daha önceki gün sağdı. b-Bizim meslek nankördür, yazılarımız ertesi gün unutulur. c-Dün akşam radyoda falanca programı dinlediniz mi? d-Yıllar nasıl da geçiyor! e-Rahmetli sağ olsaydı acaba bu rezalete ne derdi. f-Bunu Avrupa’da böyle yapmıyorlar. g-Ekmek falanca sene önce şu kadardı. h-Sonra bu olay bana şunu da hatırlattı.
‘Sonra’ kelimesi zaten sanatı bilmeyen acemi yazarlar içindir.
Bir köşe yazısında sanat olan ne varsa köşe yazısı değildir, köşe yazısında ne varsa sanat değildir.
Kolay yaz, kolay okunursun.
Zor yaz, kolay okunursun.
Zor yazarsan ülser olursun.
Ülser olursan sanatçı olursun.
Bir an önce ihtiyarla.
İhtiyarla ki, iyi bir sonbahar yazısı yazabilesin.
Üç büyük tema, tabi ki, ölüm, aşk ve müziktir.
Bir sırrın olduğunu sezdir ki, kadınlar seni sevsinler.
Sokağa çık, yüzlere bak, işte sana bir konu.
Tarihi sırların olduğunu sezdir; ama ne yazık ki onları yazamıyorsun.
Bu millet paşalarını, çocukluğunu, annelerini çok sever, sen de sev.
Evet onun için esrarı sakla, sakın satma meslek sırrını.
İntihalden de korkma; çünkü bizim kıt kanaat okumamızın ve yazmamızın bütün sırrı, bütün sırrımız tasavvufi aynamızda gizlidir.
Bütün dünyanın bize düşman olduğunu da unutma.”
(Orhan Pamuk, Kara Kitap, Can Yayınları, 1.baskı, s. 80-86)
*
Orhan Pamuk’tan mülhem, “bir gün bir kitap okuduğunuzda belki hayatınız değişebilir” ama bir gün bir köşe yazısı yazarak kimsenin hayatını değiştiremezsiniz. Bu böyle olduğu halde, bazı köşe yazarları yüz yıldan beri yazdıkları yazılarla tekmil hayatın değişebileceğine hem kendilerini hem de toplumun çok büyük bir kısmını inandırmayı başardılar.
Köşe yazarlığının bu kadar muteber bir iş olmasının sebebi budur bence!