Binali Bey'in Kürtçesi Sezai Bey'i gerdi!
Öğrenim hayatı boyunca herhangi bir dönemde sınıf başkanlığı yaptı mı, nereden geldi, nasıl geldi, hangi mücadelenin hangi mihenk taşında vuruştu, hangi yangınları atlattı, hangi felaketlerden geçti bilmiyorum, bildiğim tek şey günün birinde HDP’nin Genel Başkanlığına Pervin Buldan’la birlikte gelip oturdu.
Sakın Selahattin Demirtaş hapishaneye girdi diye bu göreve geldiğini sanmayın; ona bu görev “tevdi” edilmişti ve her koşulda gelecekti. Geldiğinde bazı Kürtler “partimizin başına kayyum atandı” dediler!
*
Adı Sezai Temelli olan, her daim küçük dağları ben yarattım edasıyla dolaşan eski akademisyen, yeni politikacı, sözüm ona Kürt partisinin genel başkanı, geçen Salı günü grup toplantısında aynen şunları söyledi:
“Adaylardan biri Binali Bey, Diyarbakır’a gitmiş. Kampanyasını Diyarbakır’dan yapıyor nedense. ‘Kürdistan Mebusu’ demiş. Bak. Devam etmiş Kürtçe konuşmuş. Ama Diyarbakır Diyarbakır olalı böyle bir Kürtçe duymamış. Bir kişi anlamış, o da Mehdi Eker.”
Grup toplantısında bu sözleri sarf edince de, haliyle o sırada orada bulunan, hepsi “hevserok bir şaka yapsa da gülsek” diye ağzı açık bekleyen “demokrasi güçleri” hep birlikte kahkahayı bastılar.
Çünkü Sezai Bey, “Anadolu’nun bir köyüne giden klasik müzik orkestrasının ora ahalisine yaptığı eziyeti” dillendiren meşhur fıkraya inceden bir göndermede bulunmuştu.
“Demokrasi güçlerinin” tümü çok bilendir, kültürlüdür, hepsi çok kitap okumuştur, hepsinde mizah duygusu gelişmiştir, o yüzden sık sık göndermede bulunur, alt metin okur, üst kurmaca yoluna giderler.
Hele Sezai Temelli gibi bir akademisyensen her şeyi bilirsin.
Bilmezsen seni akademiyadan alıp Kürt Partisi’nin başına getirirler mi?
Gönderme ustası olacaksın ki “hevserok” olasın! (Bu arada ben de ikidir Kürtçe bir kelime kullanıyorum, inşallah Sezai Bey benim Kürtçemle de dalga geçmez. Sezai Bey, “hevserok” sizin “hevallerin” dilinde “eşbaşkan” demektir, Türkçeden çevrilmiştir, uyduruktur, fazla itibar etme!)
*
Daha önce de bir göndermesi vardı Sezai Bey’in. Yanına Şivan Perwer’i de alarak Diyarbakır’a gelen ve orada dönemin Başbakanı Erdoğan’la birlikte fotoğraf çektiren Mesut Barzani’nin o fotoğrafının altına Che Guevara’nın, “Düşmanın seni seviyorsa, sende bir puştluk vardır” sözünü yazmış, tviti sanal aleme salmış, böylece yine okkalı bir göndermede bulunmuştu. (Gerçi kendilerinin Amerikalı conilerle çektirdikleri resimlerin altına “Emperyalizm” kitabının yazarı Lenin’in hangi özlü sözü yakışır sorusu da kazık bir sorudur ya, ona da neyse...)
Yalnız gönderme biraz kalın geldi.
Hem Erdoğan’ı Barzani’nin, dolayısıyla Kürtlerin düşmanı göstermiş, hem de alenen Mela Mustafa Barzani’nin savaş içinde doğmuş, savaş içinde büyümüş, bütün hayatını dağlarda direniş ateşinde ısınarak geçirmiş, sonrasında da o çorak ikliminde oradaki bütün etnik unsurların tümünü bir araya getirerek kendi bölgesinde istikrarı ve huzuru sağlamış, altmış sene sonra başı rahat bir yastık yüzü görmüş oğlu Mesut Barzani’ye, büyük bir saygısızlık yaparak, affedersiniz “puşt” demişti.
Bu gönderme pek akademik kaçmadı, oturdu okkalı bir özür diledi. Ama Kürtçede bir atasözü var, şimdi Kürtçesini yazmayayım, Sezai Bey benimle de, memleketimden mütevellit, “Hakkari Hakkari olalı böyle Kürtçe görmedi” diye dalga geçebilir, ama Türkçe meali şöyle:
“Yellendikten sonra istediğin kadar ...tı büz, fayda etmez xocam!”
Buna rağmen, partisi kendisini alıp Van’a götürdü, liste başına koydu, vekil yaptı, yetmedi getirdi kendi başına koydu, genel başkan yaptı.
Yakışır!
*
Gelelim Sezai Bey’in, Binali Bey’in Kürtçesini beğenmemesi bahsine.
Muhtemelen Sezai Bey grup konuşmasına hazırlanırken, yanına Kürtçe bildiğini sandığ “perspektifçisini” çağırmış. (Sonradan partiye gelen kadro dışı bütün elemanların yanına teşkilat bir adam veya kadın veriyor. Siz istediğiniz kadar onlara “danışman” deyin, teşkilatın dilinde onların adı “perspektifçidir.”)
Sezai Bey’le 'Perspektifçi' odada yalnızlar. Sezai Bey heyecanlı, okkalı bir laf arıyor. Perspektifçi biraz muzip bir genç, dağı bayırı biliyor, başka da bir şey bilmiyor.
Sezai Bey: Binali Bey’in Kürtçesi nasıldı?
Perspektifçi: Ben Kürtçe bilmiyorum ki heval, pardon yoldaş!
Sezai Bey: (Şaşkın) Nasıl olur? Kürt değil misin?
Perspektifçi: Kürt’üm ama ilkel milliyetçi değilim. Kürtçe bilmiyorum fakat önderliğin perspektiflerini çok iyi biliyorum. Yine de Kürtçe bilen bir hevale sorayım.
(Birisini telefonla arar. Konuşurlar, sonra kapatır.)
Perspektifçi: (Yüzünü buruşturur) Binali’nin Kürtçesi çok kötüymüş, çok. Felaketmiş, kimse bir şey anlamamış.
Sezai Bey: (Sevinir) Nevroz’da Abdullah Öcalan’ın mektubunu Kürtçe okuyan Pervin Buldan’ınkinden de mi kötüymüş heval?
Perspektifçi: Ohooo, Pervin Heval, Binali’nin yanında Leyla Zana, Leyla Zana!
Sezai Bey sevinçle bulduğu malı cebine koyar, çıkar kürsüye ve o meşhur konuşmayı yapar.
*
Muhtemelen olay böyle gelişmiştir. Yoksa Sezai Temelli tek kelime Kürtçe bilmez. Ben ne kadar Madagaskarca biliyorsam, o da o kadar Kürtçe bilir. Ama öyle bir edayla konuşuyor ki, bilmeyen de doktorasını Kürtçe üzerine yapmış, Kürtçenin bütün lehçelerine vakıf ki, Binali Bey’in Kürtçesini beğenmiyor.
(Ayrıca Binali Bey’in telaffuzu çok iyiydi. Kürtçeden Türkçeye beş bin sayfa edebiyat çevirdiğim için, benim Kürtçem sizinkinden biraz daha iyi olsa gerek Sezai Bey, affedin beni, doğrusu Binali Bey’den bu kadar iyi bir telaffuz beklemiyordum!)
*
Binali Bey’in tavrını beğenmeyebilirsiniz, siyaseten eleştirebilirsiniz. Ama teknik olarak eleştiremezsiniz. Bilmediğiniz bir konuda ahkam keserseniz, kimse sizi ciddiye almaz, dalga geçerler sizinle.
Benden söylemesi...
Hem Binali Yıldırım gibi bakanlık, başbakanlık, TBMM başkanlığı yapmış önemli bir siyasetçinin yarım yamalak bile olsa birkaç kelime Kürtçe konuşması sizi/bizi sadece sevindirmeli Sezai Bey. Bu tür küçük “jestler” yumuşamaya yardımcı oluyor çünkü, araya örülmüş kalın duvarları inceltiyor, insanların içinde umut yeşertiyor.
Ama sizin derdiniz bunların hiç biri değil. Ortalık yumuşarsa, Kürt meselesi barışçıl yollarla hal olursa, elinde silah olanlar silahlarını bırakırsa, demokratik bir ortamda bir Kürt Partisi'nin genel başkanı Sezai Temelli olabilir mi Allah aşkına?
Onlar da bunu biliyor. O yüzden yumuşama, demokratik ortam, meselelerin özgürce konuşulması, silahların devreden çıkması onların istediği bir şey değildir. Altlarından halıyı çeker çünkü, varlık nedenlerini ortadan kaldırır.
*
İstediğiniz gibi Erdoğan ve arkadaşlarını, AK Parti’yi eleştirin. Ama eğer bugün kimin Kürtçesinin mükemmel, kiminkinin kötü olduğunu ayırt edebiliyorsanız, bilin ki AK Parti’nin bu alanda attığı adımların yarattığı ortam sayesindedir.
Yahu bugün canhıraş bir şekilde desteklediğiniz CHP’nin iktidarda olduğu yıllarda çarşıda pazarda Kürtçe konuşana telgraf tarifesi başına para cezası kesiliyor, Kürtler kendi dillerinden öcü görmüş gibi kaçıyorlardı. Hatırlarsanız vakti zamanında “Ben Kürt’üm” diye yüksek sesle bağıran bir Şerafettin Elçi vardı, bu sözünden dolayı alıp hapse attılar, tam 11 ay yatırdılar. Aynı Elçi daha sonra Sezai Bey’in partisinden milletvekili seçildi, daha sonra da vefat etti. Bugün Şerafettin Elçi’nin adı kendi memleketinde bir havaalanında gururla yaşıyor.
O havaalanına o adı Erdoğan verdi!
Erdoğan ve arkadaşları Kürtçenin önündeki yasakları kaldırdı. “TRT Kurdi”, evlere hapsolmuş Kürtçeyi kamusal alana çıkardı. Artık hiçbir Kürt kendi dilini yüksek sesle kullanmaktan “utanmıyor”, “çekinmiyor.”
TRT Kurdi ilk açıldığı yıl, televizyona çıkaracak Kürt bulunamıyordu, herkes dilinden kaçıyor, kimse kendi diline güvenmiyordu. Geçen on senede artık bu kanalda eğlence, din, sanat, edebiyat, siyaset, müzik Kürtçe yapılıyor. Böylece Kürtçenin sadece bir siyaset dili olmadığı ortaya çıktı, dil siyasettin dolaylı aracı olmaktan kurtuldu. Kürtçe evlere girdi. İnsanlar kendi dilinin en az diğer diller kadar saygın, diğer diller kadar itibarlı olduğunu anladı.
Arık kimse kendi dilinden korkmuyor.
Kürtlerin büyük bir kısmı Ak Parti’nin iktidar yıllarında bu ülkenin gerçek vatandaşı olduğunun farkına vardı.
*
Sezai Bey tek kelime Kürtçe bilmeden kalkmış Binali Yıldırım’ın kullandığı iki cümle Kürtçeyle dalga geçiyor.
Keşke iki kelime de zatıalinizden duysak Sezai Bey! İmamoğlu’ndan da, Kılıçdaroğlu’ndan da duysak, Devlet Beyden, Meral Hanım’dan daduysak...
Binali Bey’in Diyarbakır’da sarf ettiği aynı cümleleri siz de sarf edin Sezai Bey, söz hiçbirimiz sizinle dalga geçmeyeceğiz.
Çünkü bu dalga geçilecek bir şey değildir Sezai Bey. Tam tersine teşvik edilmesi gereken bir şeydir.
Dalga geçeceğine tam aksini diyeceksin ki, bütün devlet adamları, siyasetçiler birkaç kelime Kürtçe öğrensin, gitsin kafasını gözünü yara yara bunları Diyarbakır’da, başka şehirlerde konuşsun. Normalleşme böyle sağlanır. Ortam böyle yumuşar. Dil yarası böyle tedavi edilir!
Bak Erdoğan hiçbir şey yapmadıysa, bu ülkede birkaç bakanı Kürtçe konuşturdu.
Eskiden böyle miydi?
Mehmet Şimşek, Mehdi Eker, başkaları Kürtçe kanalda şakır şakır Kürtçe konuşuyorlar.
AK Parti heyetleri Barzani’ye gittiği zaman (geçen hafta başkanlık törenine Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu başkanlığında AK Parti’den bir heyet gitti, Sezai Bey’in partisini de davet etmişlerdi, Amerikalı bir çavuşla randevuları varmış, gidememişler) yanlarında tercüman götürmüyorlar. Ama sizin partiniz, tercümansız gidemiyor. Sözüm ona Kürtlerin haklarını savunuyorsunuz.
Ha söz Mendi Eker’e gelmişken.
Kürt dili, sanatı, kültürüyle (sadece Kürt mü) ilgili Mehdi Eker’in adını ağzınıza aldığınız zaman orada duracaksınız. Hatta mümkünse tek ayaküzerinde duracaksınız.
Sadece Mehdi Eker’in ezber bildiği misal ünlü Kürt şairi Cegerxwin’in şiirlerinin zekatı, genel başkanı olduğun partide Kürtçe bilmeyen “hevallerin” tümünü abat etmeye yeter.
Ha Cumhurbaşkanı Erdoğan bir ara size “Defolun Kürdistan’a gidin” demişti ya, sakın gitmeyin, gidersiniz, korkarım oradaki Kürtlerede dillerini, alfabelerini unutturur, “Sosyalizmin Alfabesini” öğretmeye kalkışırsınız.