Kolay yazı!
İnsana yaşama sevinci veren, merhem gibi bir sonbahar günüydü. Etiler’de bir kahvede, kahve kuyruğuna girdim. Sıra bana geldi, kahvemi aldım, gözüme kestirdiğim bir masaya oturdum.
Bilgisayarımı açtım; önüme de bir boş sayfa...
Bir yazıya başlamanın en zor yanı, ilk cümleyi bulmaktır. Gazeteciliğe başladığım ilk yıllardan ustam Halit Çapın, “Şunu unutma Kürdoğlu, yazıya yumruk gibi gir, arada ne anlatırsan anlat, yumruk gibi çık. O yazıyı okutursun” demişti bana.
O gün bugün o öğüde bağlı kalmaya çalışıyorum.
O yüzden ilk cümleyi bulmak için epey mesai harcıyorum.
Tam bunları düşünürken, yanımdaki masada durmadan konuşan bir kadının anlattıkları çalındı kulağıma, meğerse bir süreden beri gayriihtiyari onu dinliyormuşum. Sırtı bana dönüktü.
Karşısına yuvarlak yüzlü, çekik gözlü, her tarafından masumiyet, mağduriyet ve mecburiyet akan genç bir kadını almış, vır vır vır soluksuz, durmadan bir şeyler anlatıyor.
O konuştukça ben de elimde olmadan anlattıklarını yazmaya başladım. Hızlı yazarım. Tek kelimesini bile kaçırmak istemiyordum.
Bir süre sonra sanki parmaklarım yetişmez oldu sesine. Sesi gittikçe kayboldu yazının içinde, ben yazmaya devam ettim.
*
“Ben bir yardımcı arıyorum. Yardımcı diyorum bak. Başkaları öyle demez, direk hizmetçi der. Ama onlar görgüsüz ve saygısız. Hizmetçi ne demek? Müstahdem diyor muyuz, hayır ofis çalışanı diyoruz. Kapıcı diyor muyuz, hayır apartman görevlisi diyoruz. Sekreter diyor muyuz, hayır yönetici asistanıdır o. Devir değişti, o kelimeler eskidendi. Evin içine girdikten sonra artık o kişi hizmetçi falan değil, yardımcıdır. Ne gerek var insanları aşağılamaya değil mi?
Ben inanılmaz bir insanım. Bir kere çok titizim, onu peşin peşin söyleyeyim. Eve girecek kişi önce yardımcıdır tamam ama yerini de bilecek. İşine saygısı oluyor olacak. İşine saygı duymayan hiçbir şey yapamaz. Ben de öyleyim. İşime saygı duyuyorum. Bugün buradaysam, yani bulunduğum yerdeysem işime saygılı olduğum için.
Biz çok saygın bir aileyiz. Eşimle ben birbirimize çok benziyoruz. Arkadaşlarımız hep seçkin insanlar. Bu çevreyi kolay yapmadık tabi. Çevresine bak insanı tanı demişler. Zaten sen eve gelir gelmez göreceksin, çoğu arkadaşımızı gazete haberlerinde, magazin programlarında görmüşsündür. Hayret edersin. Onlar da tıpkı senin gibi insanlar. Çekinmene gerek yok. Ama sakın selfi çekmeye kalkışma, o özel hayata girer.
Bir kere her gün yemekle birlikte tatlı yapmanı istemiyorum...Hafta sonları böyle şekeri az bir tatlı yaparsın, hafta içi hiç tatlı matlı istemem. Ben fitim, görüyorsun. Formunu korumam lazım.
Biz zeytinyağlı yemekler ve salataya bayılıyor oluyoruz. Ama çiğköfte de seviyor oluyoruz. Arada bir çiğköfte yapmayı bileceksin. Sebze yemekleri seviyoruz, Ege ot yemeklerini yani. Kuru fasulye de favorimizdir. Çok az et yiyor oluyoruz. Ama yediğimiz zaman da yiyoruz ha... Onu da pişirmesini bileceksin. Tencere yemekleri favorimizdir. Balık falan da... Makarna da seviyoruz ama içli köfteye de hayır demiyoruz. Ama merak etme genellikle dışarıda yiyor oluyoruz. Yine de sen bunları pişirmesini bileceksin. Ama salataya dokunma, onu eşim yapar. Çok güzel salata yapar, gerçi mutfağı berbat eder ama yine de benim bile elimi sürmeme izin vermez.
Temizlik benim favori işimdir. İnanılmaz önem veriyorum. Haftada bir dip bucak temizlik isterim. Perdeleri indirir yıkatırım. Halıları silkeletirim. Ama sakın balkonda falan yapmaya kalkma, komşular rahatsız olur. Bizim site çok elegan bir sitedir. Çok klas insanlar oturuyor. Üstleri başları toz olmasın. Ne o öyle köylüler gibi balkonda masa örtüsü falan silkelemek... Yapacaksan da gizli gizli yaparsın. Etkileşim önemli. Komşuluk da çok çok önemli. Onları rahatsız etmemeliyiz.
İki tane köpeğimiz var. Köpekleri gezdirmen lazım. Kakalarını da toplayacaksın. Bir poşetle gezdirirsin sitenin içinde, kaka yapar yapmaz hop torbaya... Ama olur da otların arasına yaparsa ve kimse görmezse belki almayabilirsin ama dikkat et kimse görmesin.
Eşim çok titizdir. Evde her şeyi düzenli olsun ister. Formalarına çok düşkündür. Bir sürü forması var. Takımını çok tutar. Totem yapar. Ölümüne... Maç olduğu zaman bizde hayat duruyor oluyor. O derece yani... Öyle ki ben de bazen takılırım ‘sen tuttuğunu bırakmıyorsun’ derim. O da esprime hemen bir espriyle karşılık verir; ‘seni tutup bırakmadığım gibi mi minnoşum’ der. Karşılıklı gülüyor oluruz. O sırada ben biraz şımarmış olurum. Böyle çocuk sesleri falan çıkarıyor oluyorum. Arada bir böyle sesler duyuyor olursan evin içinde şaşırma diye söylüyorum, o benim. Ben de bilirim çocuk gibi konuşmak hoş bir şey değil. Herkes çocuk taklidi yapabilir değil mi? Eşim bir salataya önem verir, bir de gardırobuna. Onun çok düzenli olmasını ister. Hele formaları... Ha söylemiştim değil mi sana formaları... Neyse diğer tişörtlerini de ütülü ister. Mesela birisinin kolunda hafif bir kırışıklık mı gördü, anında ütületir. O sırada sen müsait değil misin, anında kendisi geçer ütünün başına. O derece yardımcılara yardım eder ha... Çekmecelerde renkleri karıştırmayacaksın. Renklere önem verir, tuttuğu futbol takımından dolayıdır. Totem dedim ya... Zaten bütün tişörtleri takımının forması gibi... Ayakkabıları kutusuna koyacaksın, boyalı, cilalı olsun ister. Ben elimden geleni yapıyor oluyorum ama bir yere kadar... Hepsini tek başıma absorbe edemiyorum. O yüzden yardımcı istiyorum zaten.
Gerçi ben giyimde o kadar titiz sayılmam. İnanılmaz salaşım.. Üstüm başım temiz olsun yeter, öyle çok pahalı kıyafetlere para vermem. Şöyle şık, freş şeyler, nasıl desem salata gibi, dökümlü... Canım salatanın kıyafetle ne ilişkisi var diyeceksin. İkisi de freş ya... Benim için freş inanılmaz önemli... bayılırım... İnanılmaz. Giydiğim her şeyi yakıştırıyor olurum bak, şık olsun ama uyumlu olsun... Marka önemli değil. Her şeyin çakması çıktı ya, aslında ben şıp diye ayırıyor oluyorum varoş olanla orijinal olanı... Gidip şuradaki sosyete pazarında alışveriş yapıyorlar, sonra gelip Paris’ten aldık diye ikoncan havası atıyor oluyorlar. Ben öyle yapmam, direk yurtdışından alırım. Ha sık yurtdışına gidiyoruz diye evde işi hafife alacağını sanma. Gidiyor oluyorum ama iki kulağım, iki gözüm burada oluyor. Kamera var evde, her yerde takip ediyor oluyorum. Bakıyorum yardımcı ne yapıyor diye. Değil mi hırlısı var, hırsızı var, güvenlisi var, güvenilmezi var. Bak senin için söylemiyorum, inanıyorum sen inanılmaz temiz bir ailedensin.. Değil mi ta oradan buraya onca memleket geçerek çalışmaya gelmişsin ya.. Helal ekmek arıyorsun... Ben de öyle helal olmayana ağzımı sürmem. Hep sorarım kasaba bu et nasıl kesilmiş diye.. O da anlatır, tanır beni... Başka kasaptan alınmış pirzolayı katiyen eve sokmam, yumurtayı da... Onu da bildiğim yerden alıyor oluyorum. Geçenlerde eşim Çanakkale’nin oralardan kuzu eti almış, kapının önüne bıraktım, temizlik görevlileri alsın yesinler diye... Değil mi, sağlıklı kesilmiş mi her şeyden önce? Bilemezsin...
Evde inanılmaz esnetme paylarım var. Yeter ki sen kendini iyi ayarla. İşleri belirli bir düzene sok. Ama sakın fırçaları karıştırıyor olma. Tuvalet fırçası ayrı, lavabo fırçası ayrı, küvet fırçası ayrı... Tabi diş fırçası da ayrı... Bak arada bir şaka da yapıyor oluyorum ki moralin bozulmasın.
Açıkçası inisiyatifi sana bırakmak istiyorum yani. Ama sana bırakıyor oluyorum diye sen de salmayacaksın kendini, affedersin şeyini çıkarmayacaksın. Benim iyi niyetimi suiistimal etmeyeceksin. Edersen ben de ederim ha... İnanılmaz sert olabiliyorum gerektiğinde.
Senin kendine ait bir odan var. Odanda müzik dinliyor olursun. Ama kısık sesle. Sana bir oda vereceğiz. Banyosu olacak. Küçük bir tost makinesi bile olacak içinde. Biz yemek yeriz, çekiliriz, sen de yemeğini mutfakta yiyor olursun. Değişik bir şey olsun diye kendine tost yaparsın. Hatta önceden yesen daha iyi olur. Biz gelmeden. Rahat rahat çalışıyor olursun o zaman. Aşağıda televizyon odamız var. Orada ses sistemimiz de var. Ev sineması yapmışız... Ama orası bizim. Orada bizim yaptıklarımızı yapmaya kalkışma sakın, eşim aletlerine çok önem verir. Burada da bir şaka yapabilirim ama neyse... Biz fakirleri inanılmaz seviyoruz. Bütün eskilerimizi hep o belediyenin eski giysi toplama kutuları var ya, oraya atıyor oluyoruz. Olan var, olmayan var değil mi? Bari bir işe yarıyor olsunlar.
Haftada bir gün izin yapıyor olacaksın. Ama hafta sonu değil tabii... Hafta içi kendini ayarla...Evi toplarsın, temizliğini yaparsın, kapıyı çekip gidersin. Haklısın senin de dinlenmeye ihtiyacın var, git gez, arkadaşlarını gör, ertesi gün daha dinç gel işinin başına. Biz de öyle yapıyoruz. Bütün hafta koştur koştur nereye kadar. O yüzden hafta sonlarını kendimize ayırıyor oluyoruz. Hafta sonu biz biraz kalabalık oluyoruz. Bütün kankiler geliyor barbeküye falan... İnanılmaz keyifli oluyor. Bazen küçük partiler veriyoruz havuz başında, bütün haftanın stresi ister istemez bir rölakse ihtiyaç duyuyor oluyor insan.
Aşağı yukarı ne istediğimi anladın galiba. Her şeyi bir kere söylerim, sen şıp diye anlayacaksın. Leb demeden leblebi anlamak diyoruz biz Türkçede, siz ne diyorsunuz. Neyse canım sen de Türk sayılırsın ama biraz lehçelerimiz mi farklı... Çoğu Türkmen’i ben anlamıyorum neden acaba.. Yoksa biz Orta Asya’dan...”
*
Uzun bir süreden beri makinalı tüfek gibi soluksuz ağzından kelime fırlatan kadını tek kelime etmeden büyük bir sabırla dinleyen, gördüğüm andan beri yüzündeki ifadeyi hiç değiştirmeyen masum, mağdur ve mecbur kız, aniden bir şey hatırlamış gibi ayağa kalktı.
Kadın sordu:
“Niye kalktın? Adın neydi senin?”
“Aybüke!” dedi ve başka bir şey demeden hızlıca orayı terk edip gitti.
Kadın arkasından:
“Ben ne dedim ki?” dedi.
Ayağa kalktı, döndü, beni gördü.
Benim yazı da bitti.