Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “2018 Troya yılıydı. Biz 2008'de başlamıştık oysa Troya’yı dünyaya anlatmaya. Çin’den Meksika’ya... Moskova’dan Mısır Piramitlerine, Avrupa’nın her yerine. Mexico City Meydanı’na Troya Anıtı’nı kurduk bir ay boyunca. Oradan Frankfurt Kent Meydanı’na, oradan Belçika’da Haselt Meydanı’na. 10 okulumuza, 2 bin çocuğumuza Homeros Dede’nin emanetini aktarmaya çalıştık. Bakanlık çakma Troya yaptı, kendimize yorduk, “iyi ki yaptık” dedik, “onlar da yaptı.” Üzülmedik sevindik. Antik Aspendos’a 700 metre mesafedeki tiyatromuzda 12 yıl boyunca her temsilde binlerce seyirciye oynadık. Bakanlar geçti önünden, kafalarını bile o yöne çevirmediler.

        2019 Aspendos Yılı’ydı. Oysa biz Antik Aspendos’u, efsanelerini, arkeolojik serüvenini, Roma’nın kehanetini, geçirdiği tüm kültür evrelerini anlatan “Aspendos’ta Tarihe Yolculuk”u 2016’da sahnelemeye başlamıştık. Yine oralardan geçen hiçbir bakan, dönüp bakmadı. O sene Aspendos’ta Hint düğünü yapıldı.

        Şimdi bizim Antik Aspendos’a 700 metre mesafedeki Aspendos Arena Tiyatromuzu yıkmaya çalışıyorlar. Yani dünyanın en büyük sahnesini... İnşaatında dansçılarımızın teri olan kutsal mabedimizi.. Arsa sahibi, belediye, devlet memuru, ne varsa alayı üzerimize geliyor.

        Direneceğiz ve kazanacağız!

        Mutlaka!”

        *

        Mustafa Erdoğan
        Mustafa Erdoğan

        Salı günü Hıncal Uluç yazdı Sabah’ta; bu mesaj onun telefonuna gittiği gibi bana da geldi birkaç gün önce.

        Mustafa Erdoğan göndermişti.

        Tam tamına 40 yıllık arkadaşım Mustafa Erdoğan...

        Bundan tam 39 yıl önce, 1980 yılında, tam da bu aylarda aynı sınıfta okumaya başladık Hakkari Lisesi’nin birinci sınıfında.

        O günden beri hiç ayrılmadık. Beraber bitirdik liseyi Hakkari’de, beraber okumak üzere geldik büyük şehre. O Ankara’ya Felsefe okumaya gitti, ben İstanbul’a siyasal... Ama Ankara ile İstanbul uzak iki il değil. Her fırsatta gidip geldik birbirimize.

        *

        Halk danslarına, Mustafa’yla birlikte Hakkari Lisesi’nde başladık. Aynı “folklor ekibi”ndeydik!

        Bu yüzden üniversitede okurken halk dansları, birkaç yıl benim için de geçim kaynağı oldu. Liseleri çalıştırıyordum, öğrencilik harçlığım çıkıyordu. Ben İstanbul’da yapıyordun o işi, Mustafa Ankara’da.

        Benimki babadan kalma klasik yöntemleydi. Halk oyunlarını kaynağından alıp, otantik yapısına dokunmadan başkasına öğretiyordum.

        Halk danslarının sadece oynayana zevk veren bir şey olduğunu bilmiyordum henüz.

        Biz oynayanlar coşup eğleniyorduk ya, sanıyorduk ki bizi seyredenler de aynı şekilde zevk alıp coşuyor...

        Oysa gösteri süresi uzadığında, seyircinin de zevk alabilmesi için, işin içine mutlaka sanatsal bir beceri katılmalı. Yoksa seyircinin ilgisini ayakta tutamazsın, sıkılırlar.

        Dans denilen sanatın sahnede seyirciyle bütünleşebilmesinin yolu, tıpkı diğer sahne sanatları gibi, onu sahneye koyanın sanatsal becerisinden geçer.

        Halktan alınan, basmakalıp, basit bir ritme dayalı, basit bir müzikle hemhal olan dansın sanat payesini alıp milyonlarca kişinin beğenisini kazanabilmesi büyük bir sanatçı mahareti gerektirir.

        İçimizde; bizden öncekiler de dahil olmak üzere bunu ilk kavrayan kişilerden birisidir Mustafa Erdoğan.

        Daha o zamanlar, Ankara’da çalıştırdığı Çankaya Lisesi’ni İstanbul’a bir festivale getirdiğinde görmüştük bunu. Bildiğimiz halk danslarının biçimiyle bir hayli oynamış, müzik için davul zurnanın yerine başka aletler de koymuştu. Kimimiz burun kıvırmış, kimimiz halk oyunlarını yozlaştırıyor diye kızmış, kimimiz de basbayağı kıskanmıştık onu.

        Çünkü çizginin dışına çıkmıştı.

        Zaten tarih boyunca, bütün büyük başarılara imza atanlar, hep çizginin dışına çıkanlardır.

        *

        Dans Mustafa için uzun yıllar hep amatör bir uğraş oldu. Başka işlerde çalıyordu, boş kalan zamanlarında dansla uğraşıyordu.

        Sonra günün birinde kardeşi Yılmaz Erdoğan, “Senin asıl mesleğin dansçılıktır abi” dedi.

        O da her şeyi bıraktı, İstanbul’a geldi, bundan 20 sene önce bugünkü Anadolu Ateşi’nin temellerini attı.

        *

        Öyle münbit, öyle velut topraklardır ki bu topraklar bastığımız yer efsane inliyor, çıktığımız yükseltide başımıza hikayeler yağıyor. Bir sanatçının bu topraklarda fazla bir şey yapmasına gerek yok aslında. Misal Mustafa’nın oturup yeni bir dans için kafa patlatmasına ne hacet; memleketin kaç bölgesi, kaç ili, kaç kasabası, kaç köyü varsa, her yerin onlarca dansı var. Al Karadeniz’i bağla Ege’ye, Efe’ye yol ver, girsin Seymen’le kol kola... Dadaş’ı ara, bir Yörük çıkar yoluna. Rengarenk kıyafetler içinde, kulağa dolacak binlerce ezgi eşliğinde... Yüksek bir yere çık seslen istediğin dilden; Türkün sesi Kürdün avazına, Yezidi’nin kavli Süryani’nin ayinine karışır, tek ses olur, katılır sesine.

        Hepsinin altında yatan binlerce yıllık bir de uygarlıklar var. Anadolu Uygarlıkları... Homeros’a da ilham veren hikayelerin yurdu Anadolu...

        Mustafa’ya fazla bir iş bırakmamışlardı ondan önce gelenler.

        O sadece bu topraklarda yatan o büyük hazineden bir avuç aldı, serpti sahneye...

        Gerisi geldi.

        20 yılda, yani Anadolu Ateşi’nin kurulduğu 1999'dan bu yana, 93 ülke dolaştı Mustafa dansçılarıyla, 3 bin 850 temsil verdi bütün dünyada, 35 milyon seyirciye ulaştı.

        Yetmedi, ekibini iki gruba ayırdı.

        Bir grup Meksika'dan Çin'e sahneden sahneye koşarken, ikinci ekip de, tarihi Aspendos Tiyatrosu'nun hemen yanına kendisinin inşa ettiği Aspendos Arena'da sahne almaya başladı.

        Antalya’ya gelen milyonlarca turistin ilk uğrak yerlerinden birisi de burası oldu.

        Elinizi vicdanınıza koyun, Cumhuriyet tarihi boyunca hangi Türkiye markasının buna benzer bir kültürel-sanatsal başarısı var, söyleyin bana!

        *

        Mustafa burayı hiçbir devlet katkısı almadan kendi imkanlarıyla yarattı. Bir vatandaştan bir tarla kiraladı, üzerine dünyanın en büyük sahnesini inşa etti. Yapımında dansçılar çalıştı, tam 12 yıldan beri Aspendos Arena doldu taştı.

        Ve işte zurna burada zırt dedi.

        O zamana kadar kıraç bir tarla olan arsanın sahibi her sene kirayı arttırarak şu andaki astronomik rakamlara ulaştırdı.

        Öyle ki Mustafa bütün sene çalışsa ancak bu tarlanın kirasını ödeyebilir.

        Bu işe bir çare bulmak için biri iki kez birlikte Kültür Bakan yardımcısı Sevgili Nadir Alpaslan’ı ziyaret ettik. Nadir Bey o günden beri bu işe bir çözüm bulmak için uğraşıp duruyor. Ama hazreti mevzuat diye bir şey var ki burayı aşana aşkolsun!

        Şimdi Mustafa’ya, “o devasa yapıyı yık diyor tarla sahibi, yerine karpuz ekeceğim!”

        Bu işin şakası ama gerçeği böyle.

        Mustafa orayı yarın yıkarsa bu memleketin kazanacağı tek şey, birkaç kamyon karpuz olacak.

        Şimdi soruyorum.

        Birkaç kamyon karpuz mu, deminden beri hikayesini anlattığımız büyük sanatsal faaliyet mi?

        Aspendos Arena yıkılırsa yazık olacak önce Antalya’ya, sonra memlekete!

        Diğer Yazılar