Mor salkımlı evde!
Halide Edip Adıvar’ın mor salkımlı evinin bulunduğu muhitte, 80’li yılların sonuna doğru ben de bir süre oturdum. İki katlı eski evin penceresi yola bakıyordu. Gençliğimi koluma takmış dört nala yaşıyordum; uçarı, şiir dolu, güzel yıllardı.
Bir yıl falan kaldım Beşiktaş Serencebey’de.
Beni Serencebey’deki eve kiracı olarak götüren, İstanbul’a ilk geldiğimde orayı anlata anlata bitiremeyen rahmetli Vedat Günyol’un anlattıkları değildi kuşkusuz ama burayı sevmemde sanırım onun anlattıklarının etkisi bir hayli fazlaydı.
Vali olarak şehre atanan Arnavut Paşa babası Diyarbakır’da Cemilpaşazadelerden bir kızı ikinci eş olarak aldıktan, o kadından Vedat Günyol dünyaya geldikten on bir yıl sonra aile İstanbul’a dönünce, Serencebey’de bir konağa yerleşmiş, Vedat Bey ve kız kardeşi Mihrimah için İstanbul’daki mektep yılları böyle başlamıştı.
(Ah, Diyarbakır’da geçen çocukluk! Vedat Günyol, anne tarafından Kürtlüğünü, Diyarbakır’daki çocukluk günlerini, çilekeş annesini, 1920’lerde İstanbul’a mektebe gelince kız kardeşi Mihrimah’ın tek kelime Türkçe bilmemesini, Diyarbakır’da başlayan Cahit Sıtkı ile dostluğunu, Beşiktaş Serencebey’deki evlerine gelen Cahit Sıtkı’nın kız kardeşine aşık olmasını, bu aşkı kendisine saklamasını, daha sonra bu aşkı anlatan “Haydi Abbas” şiirini yazmasını, bu şiirden sonra her şey için artık çok geç kalınmışken Paris’te, yağmurlu, sarhoş bir gecede sırrını ifşa etmesini anlatırken gözyaşlarına tutamaz, ağlar da ağlardı.)
Sanırım Vedat Günyol Fransız mektebi Saint Benoit’da okurken Halide Edip, memleket dışında sürgündeydi.
İsmet Paşa başa geçince, Halide Hanım’ın 14 yıllık sürgün hayatı sona erdi, 1940 yılında memlekete döndü, İstanbul Üniversitesi İngiliz Filolojinin başına geçti.
Bundan sonraki hayatında ölünceye kadar Vedat Günyol var. Vedat Günyol ile Halide Edip Paris’te tanıştılar. Biri sürgünde, öteki orada hukuk tahsil ederken.
Memlekete dönünce Vedat Günyol, Halide Edip’in gönüllü katibi oldu. Beraber, yurt dışında İngilizce yayınlanmış olan “Türkün Ateşle İmtihanı” adlı hatıratını Türkçeye çevirmeye başladılar. Paris’teyken Türk öğrenciler, Halide Hanım’ı “Atatürk düşmanı” diye biliyor, o yüzden pek yüz vermiyorlar, Vedat Günyol hariç.
Bazen, evinde kütüphanenin raflarına dizdiği dostlarının eski siyah beyaz fotoğraflarına bakarken dalar giderdi. Tam karşısında Halide Hanım’ın da çok güzel bir fotoğrafı vardı. O fotoğrafa bakarken bir gün onunla ilişkisini anlatmıştı bana.
Onun gönüllü katibiydi dedim ya. “Böyle otoriter, böyle sert bir kadın ömrümde görmedim,” derdi. Ama eşi Adnan Bey öyle değilmiş, halis muhlis yumuşak bir adamışı. Vedat beyi pek severmiş. Ölürken dolmakalemini ona bırakmış, Vedat Bey de ölümüne üzüldüğü kadar, kendisini düşünüp dolma kalemini miras bırakmasına bir o kadar sevinmiş ve uzanıp hemen kalemi almak istemiş. İşte o sırada olan olmuş, Halide Hanım sertçe eline vurmuş. Bu hareketi çok ağırına gitmiş, kalemi almadan evden çıkmış. Halide Hanım’ın hatıratını beraber Türkçeye çevirmişler. O dikte etmiş, Vedat bey yazmış. Yorulunca da ona sen çevir getir demiş, o da öyle yapmış, Halide hanım çeviriyi sonra düzeltmiş. Kitabın İngilizce baskısında Atatürk aleyhine yazdığı yerleri Türkçeye çevirirken almamış kitabına. O bölümleri kendisi sansürlemiş. Kitabın ilk baskısını Vedat Günyol çıkarmış Yeni Ufuklar’da. Kitabın çevirmenleri arasında onun adı yoktur, buna cesaret edememiş. “Valla öldürürdü beni. Kitabı bana ‘Vedad’a’ diye imzaladı. Oysa bana oğlum diye hitap ediyordu, imzalarken oğlum, sevgili falan yoktu,” derdi.
*
Neyse, Mor Salkımlı Ev’de olan bir hikaye anlatacaktım asıl ben!
*
“Mor Salkımlı Ev” adlı hatıratında Halide Hanım, “hayatın hafıza kaydının” ilk bu evde başladığını söyler. “Ihlamur’a giden uzun caddeye inen, birbirine muvazi dik yokuşlardan birinin hemen hemen tepesindedir. (...) Tepenin solu koyu yeşil çamlar, nazlı söğütler arasında Abdülhamit’in Beyaz Saray’larını (Yıldız Sarayı) görürken sağ tarafta Adalar Denizi’nin mavi sularına bakar.”
Bu Mor Salkımlı Evde, loş bir gecede ölüm döşeğinde, “solgun, zayıf bir yüz, hasta yanaklara gölge veren uzun ipek kirpikler ve aralarında ışıldayan büyük siyah gözler” kalmış çocuk hafızasında.
Annesinin gözleri...
“Esasen bu renksiz hasta yüze uymayan renkli, güzel dudakların sahibi” kadının adı Bedrifem’dir ve çok geçmeden bu evde “toprağa karışacak”tır.
Çocuğun hafızası henüz kayda başlamamış, üç yaşına yeni basmış olmalı annesi öldüğünde ki insanın hafızası üç yaşına kadar uzanırmış. Ve ondan sonra annesini her sorduğunda, Kızkulesi’nin arkasındaki ufukları göstermişler ona. O yüzden büyüdüğünde de bu eve her gelişinde ilk baktığı yer Kızkulesi’nin arkası, Üsküdar ufukları olmuş, annesini orada tahayyül edermiş çünkü.
*
“Ölümün eşiğine kadar geldiği” ağır bir hastalıktan uyandığı bir gün, bu Mor Salkımlı Eve, eli şeker kutuları dolu bir abla gelmiş.
Gelen ablanın adı Mahmure ve henüz dokuz yaşında bir kız çocuğu!
Mahmure, “parlak siyah saçlı, ateş saçan siyah gözleri ile insana bakan, hareketleri yıldırım gibi seri ve çevik bir mahluktu.”
Mahmure, küçük Halide’nin kısa bir süre önce ölen annesinin ilk kocası Botan Beyi Bedirhan Bey’in oğlu Ali Şamil Paşa’dan olma tek çocuğuydu.
Hikayenin gerisi girift, hüzünlü ve uzun bir hikayedir.
İsyana kalkışan Bedirhan Bey’in Cizre’den İstanbul’a getirilişi, 26 oğlundan Cizre’de doğmuş oğlu Ali Şamil’in babasıyla birlikte Girit’e götürülüşü, büyüdükten sonra 93 Harbi sırasında topladığı 3 bin gönüllüyle Plevne’ye Osman Paşa’nın yardımına gitmesi, bu harpte ayağından yaralanıp hayatı boyunca “Topal” lakabını taşıması, daha sonra Halide Edip’in annesi olacak kadınla evlenmesi, bir kız babası olduktan sonra ayrılması, İstanbul Şehremini Rıdvan Paşa suikastındaki dahli sebebiyle 12 yaşının üstünde bütün aile fertleri dahil olmak üzere 3 bin kişilik bir sürgün kafilesine katılmasının otuz iki kısım tekmili birden hikayesi romanlara konu olmuş uzun, hazin bir hikayedir... Benim bu yazıda asıl anlatmak istediğim, Topal Paşa olarak bilinen Ali Şamil Paşa’nın Halide Edip’in anlattığı, çok fazla bilinmeyen Mor Salkımlı Evle olan münasebetinin hikayesidir.
*
İstanbul’da bilinen bir aile olan Nizami Ailesi, Mevlevi bir ailedir. Bedirhan Bey’in oğlu Ali Şamil, bu ailenin 15 yaşındaki kızları Bedrifem’le evlenir ve Halide Edip’in kitabına da isim yaptığı Beşiktaş Serencebey’deki Mor Salkımlı Ev’e iç güveysi olarak girer. Bir süre sonra Mahmure adını verdikleri bir kızları dünyaya gelir.
Bedirhaniler o sırada İstanbul’un her yerine dağılmış kalabalık bir ailedir. Ali Şamil’in 90 küsur kardeşi var, yüzlerce yeğeni... Aile fertleri her gece kafileler halinde eve gelir, yer içerler, bağırır çağırır, bu muhafazakar, dindar ailenin huzur ve sükunetini bozarlar. Çoğu zaman içki, Kürtçe şarkı türkü, halayla yetinmez, pek azıtınca bellerindeki silahları çeker sağa sola ateş ederler. Mor Salkımlı Evin tavanında kurşun delikleri açarlar. Halide Edip, hatıratında böyle anlatır.
Pek mütedeyyin, pek halim selim birisi olan kayınpeder Ali Efendi bu “taşkın hayata” ancak üç yıl dayanır, üçüncü yılın sonunda Bedrifem’i Ali Şamil’den alır. Zor bir ayrılık olur zira ikisi de birbirine aşıktır. Çift boşandığında kızları Mahmure iki yaşındadır.
Çok geçmeden Bedrifem Hanım, aslen Kemahlı, Bursa, Yanya ve Antalya Reji Müdürlükleri de yapmış, Batı hayranı Selanikli bir İttihatçı olan Mehmet Edip Bey’le evlendirilir ve bu evlilikten Halide Edip doğar.
Halide henüz küçükken annesi Bedrifem Hanım tüberkülozdan ölür; Halide’yi haminnesi Eyüp Sultanlı Nakiye Hanım büyütür.
*
Ali Şamil Paşa’ya, Rıdvan Paşa suikastı sebebiyle, gelecek yazıda anlatacağım Trablusgarp sürgünü görününce Mahmure’yi büyütme görevi, Halide’nin babası Edip Bey’e düşer; öyle de yapar, kendi kızları gibi bakar.
Ceyb-i Hümayun, diğer adıyla padişah hazinesi katibi olan Selanikli Mehmet Edip Bey, yoğun çalışan bir memurdu. Çoğu zaman geceyi sarayda geçirir, Mor salkımlı eve pek nadir uğrardı. Daha çok küçükken annesini kaybeden Halide, bir gece “babamı isterim” diye tutturup kriz geçirince mecbur, küçük kızı alıp saraya, babasının yanına götürürler.
*
Edip Bey, Bedrifem Hanım’la evlendikten kısa bir süre sonra Mekke’de çıkan bir kargaşalık hakkında tahkikat yapmak, Şerif’i azl edip yerine Abdullah Paşa’yı geçirmek üzere Lebib Efendi başkanlığında bir komisyon oluşturulur. Henüz Halide dünyaya gelmemiş.
Komisyonda Ali Şamil Bey şeriflerin yaveri, Edip Bey de heyetin katibidir. Yolculuğun deniz kısmı Haliç’te uzun süreden beri bekleyen çürük bir gemiyle yapılır. Korkunç bir yolculuktur, gemidekiler vasiyetnamelerini yazarlar ama şans işte sağ salim karaya ulaşırlar. Karada da aynı eziyet, çölde deve üstünde yapılan uzun yolculuk boyunca şakiler yollarını keser, bin bir zahmetle nihayet Mekke’ye varırlar.
Mekke’de o sırada kolera salgını var, nasıl olduysa Ali Şamil Bey de hastalığa yakalanır. Bir anda herkes kaçar ondan, bir tek yanında yol arkadaşı Edip Bey kalır.
*
Hikayenin devamını, çok sonraları Halide Edip Hanım, bizzat Ali Şamil Paşa’dan dinlemiş. Her açıdan, dramatik, garip bir hikayedir.
Edip Bey, Ali Şamil’in karısının ilk kocası olduğunu biliyor ve fakat Ali Şamil Bey onun halefi olduğunu bilmiyor.
Ona karşı sadece yakın bir arkadaşlık hissi var içinde o kadar. Hastalık ağır, an be an güçten takattan düşer ve nihayet öleceğini anladığı anda Ali Şamil Bey, kıymetli saatini ve birkaç parça eşyasını arkadaşına vererek, Serençebey’de oturan, vaktiyle zorla kendisinden ayırtılan Ali Efendi’nin kızı Bedirfen Hanım’a götürmesini vasiyet eder.
Nasılsa ölüyor, bari gerçeği bilsin diye Edip Bey de arkadaşına, Bedirfen Hanım’ın artık karısı olduğunu, küçük kızı Mahmure’yi kendi kızı gibi büyüttüğünü arkadaşına söyler.
Ve Ali Şamil Paşa ölür; Edip Bey kürküyle üzerini örter, başucuna oturarak bekler.
Ama işte ölmeyeni Allah öldürmez!
Bir mucize olur, Ali Şamil iyileşir, bu hikayeyi Halide Edip’e yıllar sonra gözyaşları içinde anlatırken, babasının o gün üzerine örttüğü kürkünü gösterir, “bu kürk o günün hatırasıdır, onu hep saklayacağım” der.
*
Ali Şamil Paşa ölüp dirildiği Mekke’den döner, Üsküdar’da Selimiye Kışlası’nın Paşası ve aynı zamanda Kadıköy belediye başkanlığı görevin üstlenir.
Gelecek Pazar günü anlatmak istediğim İstanbul Şehremini Rıdvan Paşa cinayetinden sonra bir süre Trablusgarp’ta sürgün hayatı yaşadıktan sonra tekrar İstanbul’a döner ve her buluşmalarında 12 yaşındaki Halide Edip’e, bir çocuk değil de yaşlı bir kadın gibi hürmet gösterir.
Halide Edip, “Mor Salkımlı Ev”de onu şöyle anlatır:
“Parlak siyah gözlü, kartal burunlu, enli omuzlu, yakışıklı ve sevimli bir adamdı. Annemden bir sırasını getirip mutlak bahsetmek isterdi. Annemden sonra dokuz defa evlenmiş olduğunu, fakat hiçbir kadının onun yerini tutmadığını, ömrünün son senelerini babam gibi iyi bir insanla geçirmekten memnun olduğunu söylerdi.”
*
Bu yazıyı yazmadan önce tekrar gittim Serencebey’e.
Mor Salkımlı Evi aradım, yoktu! Onun yerinde bir sürü ucube, eğri büğrü apartman vardı.
Sonra bir yıl kadar kaldığım evi aradım; yerinde duruyordu! Evin önündeki merdivenler boyanmış, pırıl pırıldı, bir ara gençliğim geçti sanki sokaktan.
Son bir gayretle, Vedat Hoca’nın anlattığı, Cahit Sıtkı’nın girip çıktığı o konağın yerini tahmin etmeye çalıştım; nafile...
Denize dik inen bir sokaktan geçerken Cahit Sıtkı’nın sesini duydum:
“Haydi Abbas vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam,
(...)
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.”