Pırlanta hangisi?
Fakir Baykurt sekiz ciltlik hatıratının bir yerinde Yaşar Kemal’le geçirdikleri 1958 yazından birkaç gününü anlatıyor.
Hem edebiyat tarihine, hem de Yaşar Kemal’e dair önemli anlardır onlar, anlatmak istiyorum size.
Fakir Baykurt, köy enstitüsünden mezun, Burdurlu bir köylü çocuğudur, bahsettiği yıl Konya’da yedek subay öğretmenlik yapıyor.
Hem öğretmenlik yapıyor, hem de roman yazıyor bir yandan. O sırda yazdığı “Yılanların Öcü”nü Cumhuriyet Gazetesi’nin düzenlediği Yunus Nadi Roman Yarışması’na gönderiyor.
Yarışma iki aşamalıdır. Ön jüri önce yarışmaya katılan kitapları eliyor, beğendiklerini üst kurulun beğenisine sunuyor.
Ön jüride şu isimler var:
Nadir Nadi, Burhan Felek, Selmi Andak, Cahit Tanyol, Vahdet Gültekin, Hamdi Varoğlu, Tevfik Sadullah ve Yaşar Kemal.
Bu jüri dört romanı finale bırakıp üst jüriye sunuyor.
Dokuz kişilik üst kurulda ise hepsi deve dişi adamlar, kadınlar var:
Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sabahattin Eyuboğlu, Orhan Kemal, Azra Erhat, Vala Nurettin, Cevat Fehmi Başkut, Haldun Taner, Behçet Necatigil...
*
Gecenin bir vakti, tam yatakları serip yatacaklar, kapı çalınıyor, gelen Cumhuriyet’in Konya temsilcisi Sofu Tuğrul’dur, Fakir Baykurt’a müjdeyi veriyor:
“Yılanların Öcü”yle Fakir Baykurt birinci, “Aylak Adam”la Yusuf Atılgan ikinci, “Ne Ekersen” romanıyla Mehmet Seyda üçüncü olmuş!
Gazete istemiş ondan, yazarın kısa bir hayat hikayesini alacak. Sevinçten şaşkına dönmüş olan Fakir Baykurt kısa hayat hikayesini anlatıyor ona.
Burdur Akçaköy’de doğmuş. Gönen Köy Enstitüsü’nü bitirmiş. Beş yıl köy öğretmenliği yapmış, sonra Gazi Eğitim’e gidip ortaokul öğretmeni olmuş, o sırada Konya’da yedek subay öğretmen olarak askerlik yapıyor, “Çilli” adında bir hikaye kitabı yayınlamış, Işık adında bir kızı var.
Halide Edip bastırmış, ödül tutarını beş bin liraya çıkarmış.
Ödülünü almak üzere İstanbul’a gitmesi gerekiyor. Komutanı Cumhuriyet okuru, Fakir Baykurt’u da biliyor, izin veriyor.
*
İlk defa uçağa biner, Konya’dan İstanbul’a gelir.
Cumhuriyet ona Sirkeci’de Özipek Palas’ta yer ayırtmış, otelin dördüncü katına yerleşir.
Sonra onu alıp gazeteye götürürler. Sevinçle karşılanır. Selmi Andak’ın odasındayken bir anda bir gürültü duyar.
Az sonra kocaman gövdesiyle Yaşar Kemal yuvarlana yuvarlana girer içeri. İki köylü çocuğu, daha önce biliyorlar birbirini, sarmaş dolaş oluyorlar.
Yaşar Kemal, “Vay benim Fakir babom” diye onu sıkar, öper, ardından da bağırır. “Telgrafımı aldın değil?” cevabını beklemeden, “Dokuz üyeli Büyük Kurulun yedisinin oyunu aldın ulan,” diye bağırır. “O gün burada büyük Meydan Savaşı verildi haberin yok. Öbür iki üye de senin ‘Yılanların’a karşı değildi ama ‘Aylak Adam’a oy verdiler. Ona ödül vererek toplumcu edebiyatın yönünü bireyciliğe kırmak istiyorlardı. Orhan Kemal karşılarına dikildi. Halide Hanım hem Yılanların Öcü’nü hem de ödülün artırılmasını savundu. Yılanların Öcü gibi bir romana bin lira yakışmaz, Cumhuriyet’e hiç yakışmaz dedi.”
Ardından birlikte gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Cevat Fehmi Başkut’a giderler. Odaya girdiklerinde içerde Burhan Felek de var. Burhan Bey o yıl “şeyhülmuharririn” unvanını almış, tanışır onunla. Burhan Felek ‘a’yı alabildiğine uzatarak adının “fikreden” anlamında “faakir”den mi geldiğine sorar ona. O da Türkçe adlarda hecelerin eşit olduğunu söyler üstada.
Burhan Felek üsteler:
“Efendim, yoksul anlamına gelen Fakir mi demek oluyor ismi aliniz?”
“Evet, yoksul anlamına, dümdüz Fakir...”
“Tenvir oldum...” der.
Alt jüride romanına oy verdiği için teşekkür edince Burhan Bey’e, “Aman efendim, görevimiz. Anadolu’nun tozu toprağı arasında bir pırlanta bulup çıkardık diye asıl bizler seviniyoruz,” cevabını alır.
Hep birlikte gazetenin bahçesine inerler, orada Yunus Nadi’nin büstü önünde fotoğraf çektirirler.
Romanı gazetede tefrika edecekler, Cevat Bey tekrar odasına götürür, içerde yine Burhan Felek var. Romanda birkaç ufak tefek değişiklik ister. Bir yerde Karataş muhtarı, “Nasıl Reisicumhur hazretlerinin köşkünü bir alay polis bekliyorsa, benim kapımda da bir köpeği çok görmeyin, ben de burada az çok reisicumhuru temsil ediyorum diyor. Sonra o fıkra: Madem sende iki delik var, ne yana dönersen dön, nasıl olsa biri bizden yana. Bunu da Muhtar söylüyor Kara Bayram’a. Bunları romandan çıkaralım, zarar vermez” diyor.
Burhan Felek de Cevat Bey’i destekler. Fakir Baykurt susar, Burhan Felek, “Niçin sükut buyurdunuz?” diye sorar. Sonunda değişiklik yapmak istemediğini söyler.
Yine de bakıp değişiklikleri yapsın diye romanından bir nüsha verirler ona.
Koltuğunun altında roman, Yaşar Kemal’le birlikte Gülhane Parkı’na girerler. Birlikte kebap yerler. Romanında değişiklik yapmak istediklerini Yaşar Kemal’e söyler. Yaşar Kemal, “Tek hece bile çıkarmayacaksın. Nadir Bey Viyana’da dönünce ona söyleriz, o hal eder” der.
*
Yaşar Kemal’in görevi, ertesi gün Fakir Baykurt’u teker teker jüri üyeleriyle görüştürüp onlara teşekkür etmesini sağlamak.
Yaşar Kemal, romanla ilgili hepsinden küçük birer demeç almış daha önce. Aynı zamanda jüri oylama yaparken, o toplantılarda raportör olarak bulunmuş.
Yaşar Kemal’in Fakir Baykurt’a söylediğine göre jüri ikiye bölünmüş. Behçet Necatigil ısrarla Yusuf Atılgan’a birincilik verilsin diye diretmiş. Vala Nurittin de aynı fikirde. Ancak Orhan Kemal aslanlar gibi Fakir Baykurt’u savunmuş, yarım saat konuşmuş, sonunda dokuz kişilik jürinin yedisi “Yılanların Öcü”ne oy vermiş.
Yaşar Kemal’e göre Türkiye’de romandan en iyi anlayan kişi eşi Tilda Kemal’dir. Sormuş, birincilik alan roman ne anlatıyor diye, o da anlatmış, çıkartmasını istedikleri bölümleri Tilda’ya soracaklar, o çıkar derse çıkaracaklar.
*
Ertesi gün birlikte Orhan Kemal’i Cibali’deki evinde ziyaret ederler. Orhan Kemal’in boyu, neredeyse Yaşar Kemal’den uzunmuş, sarılır Fakir’e. Birlikte karpuz yerler. Orhan Kemal, Yaşar Kemal’e Babıali dedikodularını sorar, Yaşar Kemal bir çırpıda anlatır ve durmadan konuşur. Fırsat bulunca Orhan Kemal bir iki laf eder, ama Yaşar Kemal sözü kimseye bırakmaz. Fakir Baykurt ikisinin arasında şaşkındır.
Akşam yemeğine de kalırlar, Orhan Kemal’in karısı onlara kuru fasulye-pilav ikram eder.
*
Ertesi gün Yaşar Kemal’le birlikte Halide Edip Adıvar’a giderler. Yaşar Kemal koşup elini öper Halide Hanım’ın, sırası gelince Fakir Baykurt da öper. Çayla birlikte üzümlü çörek ikram eder Halide Hanım onlara. Yaşar Kemal yine konuşmaya başlayınca Halide Hanım onu azarlar:
“Sus bakayım Yaşar, sen her zaman buradasın, biraz Fakir Baykurt’u dinlemek istiyorum” der.
Fakir Baykurt, Halide Hanım’a, DP listesinden bağımsız milletvekili olarak niye Meclis’e girdiğini, köy enstitüleri kapatılırken neden ses çıkarmadığını sorar, Halide Hanım bu sorulara kızmaz. Köy enstitülerini CHP’nin kapattığını söyler. DP’lilerin çılgın bir inişle uçuruma gittiklerini ekler. “Azarı” yediği için kalkıncaya kadar Yaşar Kemal’in ağzından tek laf çıkmaz.
*
Oradan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun evine giderler. Az sonra eşiyle birlikte Refik Halit Karay da gelir oraya. Hanımları akrabaymış. Refik Halit, Yakup Kadri’den daha yakışıklıymış, Yakup Bey kara kuru, başı bedeninden büyükmüş. Beli de hafif kambur duruyor. Refik Halit uzun boylu, dik, güleç... Ahududu likörü ikram eder Leman Hanım misafirlerine.
Yaşar Kemal yine konuşma sırasını kimseye bırakmaz. Belli ki anlattıklarını daha önce de dinlemiş olan Refik Halit, “Çukurova’nın birbirini yiyen ağalarını ne zaman yazacaksın Yaşar?” diye sorunca, Yaşar Kemal’in çenesi yine düşer, susturana aşk olsun!
Bir ara Yakup Kadri sözü Yaşar Kemal’den kapar.
“Yaban’ı yazarken karar verdim, Porsuk köylerinden birinde oturacağım. Sonra pek çok roman yazacağım köy üstüne. Bu düşü uzun süre taşıdım içimde. Ama gerçekleştiremedim. Yılanların Öcü’nde köyü içten anlatmayı başarıyorsunuz. Boşlamayın bunu; benim yapamadığımı yapıyorsunuz.”
Bunun üzerine Yaşar Kemal, “Aman üstat biz bu şehirlerde olamayacağız zaten. Hepimiz buraya Yaban’dan geldik, bir an önce yerimize gidelim” der.
Ardından yazmayı düşündüğü romanı yüksek sesle anlatmaya başlar Yaşar Kemal. Huyu bu, anlatıyor. O anlattı, orada bulunanlar dinler, ortalık kararıncaya kadar anlatmaya devam eder Yaşar Kemal.
Sokağa çıktıklarında Yaşar Kemal hala anlatıyor. Fakir Baykurt, “Niçin bu kadar ince ayrıntısına kadar anlatıyorsun. Böyle anlatırsan yazamazsın ki...” deyince Yaşar Kemal o ünlü kahkahasını atar:
“Farkında değilsin. Refik Halit romanda ustadır. Anlatıp tepkisini ölçüyorum. Bir bölümü tutmuyorsa, bunu yüz derisinin titremesinden anlıyorum. Orasını kafamın içinde değiştiriyorum. Böylece planımı gücendiriyorum. Roman demek plan demektir Fakir Babam.”
*
1958 yılı Yunus Nadi Roman Yarışması’nda Yusuf Atılgan “Aylak Adam” romanıyla ikinci olur. Fakir Baykurt ile Yusuf Atılgan, Cumhuriyet gazetesinde karşılaşırlar. İlk tanışmalarıdır.
Fakir Baykurt, Yusuf Atılgan için hatıralarında şunları söyler:
“Yusuf hasta birine benziyor. Yaşar Kemal’den korkuyor gibi çekingen bakıyor. Onu Cumhuriyet içinde biraz dolaştırma görevi benimdi sanki. Öyle yanıma sokuluyor.”
Yusuf Atılgan, o günden itibaren unutuldu, ta ki 1986’da Ömer Kavur “Anayurt Oteli” romanını filme çekinceye kadar.
“Yılanların Öcü” ise kelimenin tam anlamıyla “olay” oldu. Filmi yapıldı, yasaklandı, cumhurbaşkanı izniyle gösterime girdi. Roman 1980’e kadar satış rekorları kırdı, çok okundu. Bu arada Yusuf Atılgan ve romanı “Aylak Adam” adeta ışınlandı, kayboldu.
Aradan 50 sene geçtikten sonra “Aylak Adam” nihayet gerçek değerine kavuştu! Son yıllarda baskı üstüne baskı yapıyor. “Yılanların Öcü” ise adeta unutuldu!
O gün Burhan Felek’in deyimiyle, “Anadolu’nun tozu toprağı arasından bulup çıkartılan pırlanta” jürinin ödül verdiği “Yılanların Öcü” mü, yoksa “Aylak Adam” mı, iki romanın serüvenine bakıp karar vermek mümkün.
Bunun yanında “Aylak Adam”ın yazarı Yusuf Atılgan’ın hazin bir hikayesi var ki, o da başka bir yazının konusu...