Sıcak, büyüyen ay, Eylül…
Sıcaktı, ay büyüyordu, Eylül’dü, Toroslardaydık.
Ben ne dersem diyeyim, hiçbir zaman Yaşar Kemal gibi diyemem, anlatamam onun anlattığı gibi orayı. Yolun bittiği uzak bir şehirde, etrafım çepeçevre aşılmaz dağlarla çevriliyken, ovanın gerisinde bir set gibi duran, onun anlattığı gibi hafızamda biçim alan Toroslar, şimdi üzerinde durduğum gibi durmuyordu o zamanlar. Ne ayakları kanatan devedikenleri vardı aşağıda bıraktığımız ovadan buraya bulaşmış, ne de eşkıyanın sığındıklarına benzer mağaralar…
Ağacın kovuğunda, kayanın girintisinde, ardıcın gölgesinde, meşenin dibinde, mağaranın loşluğunda ne İnce Memed’in izleri, ne Hatçe’nin bakışlarının yaraladığı gölgesi kalmıştı bir yerlerde.
Sıcaktı, “sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı sıcak…”
Sisin, pusun gerisinde kalmıştı Akdeniz’in maviliği. Denizin bağrına tonlarca ağırlıkta nem oturmuş, rengini kirli bir bulut rengine dönüştürmüştü.
Bulunduğumuz yerin Yaşar Kemal sözlüğünde bir adı vardı, gözümüzün seçtiği ve seçemediği ne varsa her şeyin adı onda saklıydı, inemeyiz biz onun gibi derinliğe, biz bulunduğumuz yere Toroslar deyip işin kolayına kaçıyoruz şimdi.
“Bu sıcağı yaz” dedi Mehdi Abi (Eker) bana.
“Eylül sıcağını mı? Sıcağı en iyi Güney Amerikalı yazarlar anlatır romanlarında abi…” dedim.
“Sarı Sıcak’ı, Pis Hikaye ile birlikte okumuştum sıcak bir yaz mevsiminde, hatırladıkça hala terliyorum,” dedi.
Bulunduğumuz yerden kuşlar uçursa bizi, altımızdaki Akdeniz’e düşeceğiz!
*
İnsanlar nefes almak için Eylül’ü beklerler. Eylül işte, ama biz nefes alamıyoruz.
Bir yarın başındayız. Yeşilliklerle sarmaş dolaş yapılar görünüyor metrelerce aşağıda. Yarda biten meşe dallarına tutunsan bir yol bulur musun seni oralara götürecek, meçhul…
Yardan düşsen eylül almaz seni kanatlarına.
“Bu ayda ilk defa bu sıcak…”
“Şurasından burasından bakınca yaz bitti artık…”
“Edip Cansever’den mi?”
“Eylül’e dair şiir söylemeyen şair yok ki… Hatırlasana İlhan Berk’in söylediklerini…
Sevgilim, işte eylül
Ve işte senin usul usul seğiren yüzün.
Zaman ki sonsuzdur
Bitmemiş şiirler gibidir.
Bazı hüzünleri
Bazı nehirleri tutup anlatmak gibidir.
Biz ki zamanı tırnak içine alıp yaşadık
(İsteğin bulanık kıyısında).
Bundan değil midir bizim aşkımızda
Sürekli bir akşam hüznü vardır
“Hadi Atilla İlhan’ın 'Yağmur Kaçağı'ndan bir bukle de ben okuyayım”:
“Geceleri bir çarpıntı duyarsan
Telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
Sarayburnu’ndan geçiyorum
Akşamsa eylülse ıslanmışsam
Beni görsen belki anlayamazsın
İçlenir gizli gizli ağlarsın
Eğer ben yalnızsam, yanılmışsam
Elimden tut, yoksa düşeceğim”
*
“Sahiden, ayların içinde neden en çok Eylül kedini hatırlatır bize hep?”
“Hüzün ayıdır, belki de ondan.”
“Sabahattin Ali onu çay kadar, kitap kadar, mavi kadar, deniz kadar seviyordu.”
“Sevmeyeni de çoktur seveni kadar. Tabiatın olduğu kadar, aşkın da eylülü var.”
“Mehmet Rauf’un anlattığı aşka benzer aşkın mı?”
“Belki de bir romana ilk o bu adı verdiği için bu kadar meşhur olmuştur bu roman. Bazı romanların adını herkes bilir ama çok az kişi okumuştur o romanı. Don Kişot böyle bir romandır mesela… ‘Eylül’ de öyle, adını herkes bilir ama okuyanı azdır.”
“’Eylül’de her şey zordur, ben Eylül’ü onun için severim’ diyen kimdi, aklıma gelmedi şimdi. Ayrılıkla özdeş bir ay… zoru sevmek… Demin Eylül romanı dedik ya, o romanın hikayesinden çok, kahramanlarının ruh hallerinin eylül gibi tasvir edilmeleridir onu bu kadar meşhur eden.”
“Gidenin, yani yazın artık uzun süre gelmeyeceğine çok kısa sürede inandırır bizi bu ay…”
“’Ben her yıl eylülün çıplak ayaklarına bir yazı adarım’ diyen yazar çok uzun yıllardan beri mahpus. Demin kimin yazdığını hatırlamadığım dize de onundur. En fenası onunkisi galiba? Uzun bir süreden beri, ‘eylülün çıplak ayaklarına’ yazı yazamıyor.”
*
Eylül’ün fenalıklarına gelince… Bir Eylül günü, böyle elinden kimseler tutmazsa düşeceğin merhem gibi bir günde girdi Hitler orduları Polonya’ya. İnsanlığın yüzünü kızartan bir yığın hadise hep bir Eylül gününe rastlar nedense. Çin-Japon savaşı, Trablusgarp harbi, Londra bombardımanı, Kore Savaşı, Lübnan İç Savaşı, İran-Irak Savaşı… ‘Suçluyorum’ çığlığını atıp entelektüelin namusunu kurtaran Emile Zola da, Erich Maria Remarque da bir Eylül günü öldüler.”
“Greta Garbo bir Eylül günü dünyaya geldi ama…”
“Bu korkunç dünyaya, onun güzelliği gibi insanda merhamet duygusu yaratan güzel şeyler de gelir bazen ama çok kısa süre kalırlar.”
*
Oysa biz sıcaktan bahsediyorduk. Hiçbir cırcır böceği ötmüyor bu dağda. Ay büyüyordu. “Ay büyürken uyuyamam” dedim hiç aklımda bu hikaye yokken.
“Ege’de uzun yıllar avukatlık yaptı bu hikayeyi yazan Necati Cumalı” dedi Mehdi Abi. “Kendisine gelen dava dosyalarından yarattı o güzelim hikayeleri.”
“Yaşlanmaz şair çocuk demişti onun için Yaşar Kemal. Susuz Yaz’ı da Boş Beşiği de o yazdı.”
“Biliyor musun ben gittim susuz yaz köyüne. O kuyuyu gördüm…”
“Vakti zamanında ne kadar korkuyorlardı sinemadan, yasaklamışlardı filmi galiba, her halde bizde kuraklık olmaz, biz susuzluk çekmeyiz, bizde sıcak olmaz diye…”
Gülmeye başladık.
*
Ay yavaş yavaş kiremit renginden arındı, bakır bir siniye dönüşerek gelip asıldı tepemize.
Kötü Bulgar partizan romanlarını kim bulaştırdı kanıma ilk defa, aklıma gelmiyor şimdi? Mitka Grıbçeva’nın adını bilebilir mi bir çocuk daha o yaşlarda? İnce Memed hala bu dağlarda geziyordu o zamanlar, sadece namı gelmişti bizim oralara. O kötü romanların bana bir iyiliğiydi gözümden akan kan. Göz doktoru Van’daydı. "İnce Memed" romanı da Van’daydı, bir kitapçıda... Gözden akan kan beni ona götürmüştü, uzu bir süreden beri rüyama girmişti çünkü.
Eylül başıydı roman elime geçtiğinde. Kanayan gözlerim için ayrılan gözlük parasını kitaba vermiştim.
Evden ayrıldı çocuk bir sabah, geldi buralara… Böyle bir ay ışığında yürüdü. Kaçaklar korkar ay ışığından, o korkmadı. Yürürken ayakları kanadı. Okurken benim gözlerim kanadı. Sonra ay kanadı. Sonra bir eylül günü askerler her şeyi kanattı. Ülkenin her yeri kanadı, kanadı… Ben büyüdüm, hayat küçüldü ve durmadan kanadı.
Bir anda Murathan Mungan’ın içinde “Eylüllerden yaz yap bana” dizesi de geçen “Cam Yaz” şiiri geldi aklıma. Ne birlikte geceye, aya, sıcağa ve eylüle yoldaşlık yaptığımız Mehdi abi duydu duyduklarımı, ne İnce Memed, ne de ruhu Yaşar Kemal’in:
Eylül gelmeden bavulumda ütopya
Kendime trenlerden ayrılık aldım
Bak ay karışıyor alnıma
Dedim ya Toroslardaydık, geceydi, ay büyüyordu, sıcaktı… Son mehtap, gümüşü bir beyaza kesmişti etrafı.
“Eylüldü, savruluşu bundandı kimsesizliğimin”.