Lahza!
Kızım, elinde Orhan Kemal’in “72. Koğuş” kitabıyla çıktı odasından, salonda oturmuş karşı pencereden görünen koruya boş boş bakan bana, “Baba lahza ne demek?” diye sordu yekten. Bakışlarımı pencereden ona çevirdiğim “lahza”, “İçinde geçtiği cümleyi okusana,” dedim. Kitabın sayfaları arasında parmağı vardı açtı, okudu o cümleyi:
“Paket avluda, lahzada kapışıldı.”
O sırada aramızdaki konuşmanın, her hareketimizin, benim ona soru sormamın, onun kitabı açmasının, cümleyi bulmasının, onu okumasının birer “lahzadan” mürekkep olduğunu söylemedim; “Sözlüğe bak kızım,” dedim, odasına giderken arkasından seslendim:
“Sözlüğe bak ama google’a değil!”
Biraz sonra odasına gittim, iki ciltlik “Büyük TDK Sözlüğü” önünde açıktı, “Buldun mu?” diye sordum.
“Evet,” dedi, “Zamanın bölünmeyecek en küçük parçası demekmiş, anında, çarçabuk yani…”
*
“Zamanın bölünmeyecek en küçük parçası” demek… Yani zamanın atomu… Atomu parçalamayı başardı insan, tahmin edilmeyen bir enerji çıktı ortaya, Hiroşima’yı o kadar kısa sürede kavurdu ki, hiçbir çocuk annesine koşamadı. Parçalanan zaman değil maddeydi. Peki zamanı parçalamayı aklına getirdi mi aynı insan… Lahza parçalanırsa ne olur peki? Benzer bir enerji çıkar mı ortaya? Çıkacak enerji ne yapar onu parçalayan insana?
Şu ana kadar her şeye hükmetti insan, zaman hariç… Akışkan bir şeydir zaman ne ele bulaşıyor ne bir yere hapsediliyor ne tartıya geliyor ne herhangi bir hassas aletle görülüyor… Hükmedilemiyor ona. Hükmetmek için harcanacak her girişime bir lahza gereklidir çünkü… Üstünden geçer, yanından akar, her yanını sarmalar, bulaşır sana yetişemezsin!
Tutuklanmayan, esir alınmayan, baskı altına alınmayan, önüne set çekilmeyen tek şeydir zaman.
Geçmiş hali hatıra, şimdiki hali hayat, gelecek hali hayaldir. Hatıra avutur, hayat yorar, hayal ayakta tutar insanı.
Hayattan hayale veya tersi hayalden hayata giden çizgi kıldan incedir; hatıra ikisini birbirine bağlar.
Uzun bir hayattan geriye sadece birkaç lahza kalır. O yüzden bir hayattan bir roman olmaz. Roman uzun hayatın içinden birkaç lahzadır. Sıkıştırılmış zamandır. Zaman, bir tek sanat karşısında çaresizdir. En uzun hayatın romanı birkaç bin sayfadan daha uzun değildir. Hayatımızdan geriye kalan en uzun hikaye, en kısa lahzadır. Deklanşöre basma, tetiği çekme, düğmeye dokunma, gözün gözü görmesi, elin ele değmesi, aniden gelen sıcacık bir his, bebeğin ilk gülümsemesi, tutulan parmak, ilk ayağa kalkma, ağızdan çıkan ilk kelime, çekip gitme, beklenmedik bir anda gelme hepsi birer lahzadır. Hayatı coşkulu kılan da onlar, çekilmez hale getiren de… Ölümü de o getirir, hayatı da… Lahza, zamanın döşüne atılan bir neşterdir ama onu yırtamaz, bir çizik bile bırakmaz geriye. Ansızın gelmez ama ansızın gider! Gelişini hissettirmez pek, gidişi fenadır! Hayatın birimidir lahza, daima yenilenir. Ne geçmiştir ne de gelecek, Araf’tır lahza. Zaman ilmik ilmik ördüğümüz bir derviş hırkaysa eğer, lahza o hırkanın ipliğidir.
Gözümüzün önündedir aslında her şey ama hepimiz hayatımız boyunca bir lahza bekler dururuz!
En iyisi Tolstoy’un öğüdüne kulak asmak:
“Hayat ne gideni getirir ne de kaybettiğin zamanı geri çevirir. Ya yaşaman gereken zamanı yaşayacaksın ya da yaşamadım diye ağlamayacaksın.”
*
“Lahza” kelimesine vurgun şairler vardır.
Dante’nin rehberi Vergilius ise “İlahi Komedya” boyunca, Ahmet Hamdi’nin Vergilius’u da Yahya Kemal’dir pek başarılı olmadığı bütün şiir serüveni boyunca.
Yahya Kemal’in “Açık Deniz”inin daha ikinci mısraına girer “lahza”:
“Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum
Her lahza bir alev gibi hasretti duyduğum.”
“Baki’nin Gazeline Taştir” şiirinde de geçer:
“Ferman-ı aşka can iledir inkıyadımız
Pürdür hayal-i yar ile her lahza yadımız”
Başka şiirlerinde de sık sık sığınır üstat “lahza”ya..
Ahmet Hamdi, ustası Yahya Kemal pek sevdiği için mi bu kadar sever “lahza”yı bilmem ama hem romanlarında hem de şiirlerinde alır başının üstünde gezdirir bu kelimeyi. “Ne içindeyim zamanın/Ne de büsbütün dışında/ Yekpâre, geniş bir ânın/ Parçalanmaz akışında” dizelerinin şairi, takıntılıdır zamana.
“Saatler işkence, günler celladım
Ne ben yalnızlığa bir lahza kandım
Ne de yalnızlığım benden usandı”
diyen şair, bu kez romancı olarak alır sözü “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde:
“Eğer yaşamak kelimesinin manası her şeyden mahrum olmak ve ıstırap çekmekse, her an küçülmek bunu nefsinde her lahza duymaksa, bir türlü aşamayacağı bir çemberin içinde durmadan çırpınmaksa, şüphesiz ben de benimkiler de en derin şekilde yaşıyorduk.”
“Raks” şiirinin ikinci dörtlüğü de şöyledir:
“Ve gülümseyerek öyle derinden
Her lahza başka şey ve hep kendisi
Bir başka yıldızdan veya alevden
Anın ve hareketin mucizesi”
*
Atomu parçalamış, fezaya gitmiş olabilir, ne yaparsa yapsın “Anın ve hareketin mucizesi”ni çözemez insan.
*
Şöyle bir geriye dönelim, geçmişimize bakalım, “alev alev bir hasretle” hatırladığımız her lahza bizi çocukluğunuza götürür. Büyüdükten sonra gelsin diye beklediğimiz lahza, aslında geçmişte yaşadığımız çocukluğumuzdur. Çünkü herkesin cenneti çocukluğudur. Büyüdüğümüz anda da kovuluruz o cennetten, ondan sonra hayatımız boyunca da onu bekleriz. Oysa biz onu yıllar, yıllar önce yaşamışız. Bundan sonraki bekleyiş beyhudedir!
*
Bugün hayatına “lahza” kelimesi yeni girmiş olana kızımın odasına gittim. Kitabını okumaya devam ediyordu.
“Lahza kaderdir kızım… zamanın kırıntısıdır. Hayattan çok daha uzundur. Kıymetini bil!” diyecektim, demedim.