Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Anadolu’nun en kadim şehirlerden birisi olan doğduğum şehir Hakkari’nin ahalisi, bilinmeyen bir zamandan, yani fi tarihinden beri “sağcı” ve “solcu” diye iki kampa ayrılmış bir halde yaşadı bugüne kadar.

        Hakkari aşiretleri “baska rast” (sağ kanat) ve “baska çep” (sol kanat) diye ikiye ayrıldıklarında sanırım dünyanın hiçbir yerinde insanlar bu şekilde iki kampa ayrılmamışlardı henüz.

        Yani “sağcılık-solculuk” ilk defa Hakkari’de ortaya çıkmış ve öyle yayılmış dünyaya. “Ama Fransız Devrimi” falan demeyin bana, o çok sonranın işi. Latife değil benimkisi, ciddiyim!

        Sadece Müslüman ahali sağcılar ve solcular diye ikiye ayrılmamıştı üstelik. Yine fi tarihinden 1924’e kadar beraber yaşadıkları Hıristiyan-Nasturi aşiretler de o haldeydi… Onlar da “sağcı” ve “solcu” diye ikiye ayrılmıştı. Üstüne üstlük Hıristiyan solcular Müslüman solcularla, Hıristiyan sağcılar da Müslüman sağcılarla hareket ediyorlardı.

        Sık sık çıkan aşiret anlaşmazlıkları bir çatışmaya dönüştüğünde herkes “dinini” bir tarafa bırakır kendi kampından aşiretin yanına geçerdi.

        Milliyetçilik virüsü “Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası” misali oralardan cereyan yapıp Osmanlıyı da hasta edince, o hastalığın etkisi bizim coğrafyada da hemen hissedildi tabi; bu kez “sağcı-solcu” demeden bütün Müslüman Kürt aşiretleri birleşip İttihatçıların fişteklemesiyle “sağcı-solcu” demeden bütün Hıristiyan-Nasturileri kılıçtan geçirdiler.

        Nasturilerin gidişiyle birlikte “ortak düşman” ortadan kalktı, bu kez herkes eski konumuna, eski ezeli düşmanlık siperine geri döndü, baş başa kaldı Müslüman sağcı ve solcular.

        Ha bu arada ilginç bir ayrıntı daha vereyim. Düğünlerde çekilen halayda durum farklı. Anadolu’da herkes sağa doğru halay çeker, bir tek benim memleketim Hakkari’de sağcı-solcu demeden alayı sola doğru çeker halayı. Birbirlerinden birazdan anlatacağım keskin sınırlarla ayrılan kültürel farklılığa rağmen hem sağcı hem solcu aşiretlerin tümünün halayı sola doğru çekmeleri; modern zamanlarda bura ahalisinin hemen hemen tümünün “sola” meyletmesiyle ilişkilendirilebilir mi bilmem ama sosyolojik tetkike değer!

        Bir teferruat daha: Sağcılıkla solculuğun ayyuka çıktığı, “ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum” diyenlere kimselerin kız vermediği 1970’li yıllarda Hakkari’de modern anlamda tek bir “sağcı” yoktu. Adalet Partili “sağcılar” da kendilerine “sağcı” demezlerdi. O yıllarda Hakkari’de annesinden doğan her çocuk dünyaya “solcu” olarak gelirdi.

        *

        Bu kadim kamplaşmanın müsebbibi kimdir bilmiyorum. Hadisenin kökenine inmek isteyen birçok “alim”, hani bir şeyi açıklamada dara düşünce meseleyi doğaüstü güçlere havale eden her anlayışta olduğu gibi, “Osmanlılar böyle istedi, onları daha kolay yönetmek için bu yönteme başvurdu” diyorlar. Bence alakası yok; yedi iklim dört bucağa yayılmış olan Osmanlı bula bula aralarına “sağcılıkla solculuk” gibi bir “nifak” ekecek gariban Hakkari ahalisini mi buldu?

        Kolay izahtır bu; neden böyle olduğuna dair soru, daha derin ilmi bir cevaba muhtaçtır hala bana göre.

        *

        Her melanette olduğu gibi insanların siyasi fikirlerine göre “sağcı ve solcu” diye ayrılmaları Fransız İhtilali’yle başladı bu koca evrende. İhtilalde yönetimi ele alan ana mecliste cumhuriyetçiler, radikaller, monarşi taraftarları, meşrutiyetçiler, muhafazakarlar, çiftçiler, din adamları, soylular gibi birbirinden farklı gruplar vardı.

        Sesi en gür çıkanlar Jacobenlerdi. Mecliste herkes yerini aldı. Meşrutiyetçiler kralın yerinde kalmasını ama yetkilerini meclisle paylaşmasını savunuyorlardı ve sağ tarafta oturuyorlardı.

        Sol cenahta ise cumhuriyet taraftarı jakoben ihtilalciler vardı. Kral ve kraliçeyi derhal giyotine gönderip cumhuriyetin ilanını istiyordu bu güruh, sonra onların dediği oldu.

        İşte o tarihlerde o mecliste sağ tarafta oturan meşrutiyetçiler “sağcı”, sol tarafta oturan cumhuriyetçiler de “solcu” olarak anılmaya başlandılar.

        Fransız İhtilali’yle bu şekilde sınırları çizilen sağcılık ve solculuk o gün bugün bela olup yapıştı insanlığın yakasına.

        *

        Fakat Hakkari’deki “sağcılıkla solculuğun” tarihi Fransız İhtilali’nden daha eskidir. 1550’li yılların sonunda Balkanlarda bir savaşa katılmış ve kısa bir süre Bosna’da kalan Hakkari Miri Zeynel Bey’in oradan getirdiği ve halk arasında “Xanima Bosnayi” (Bosnalı Hanım) olarak bilinen karısının ona bu “aklı” verdiği rivayet edilir. “Bütün aşiret liderlerini divanhanene topla, sağında oturanlara ‘sağcı’, solunda oturanlara ‘solcu’ sıfatını uygun gör. Yönetmek için sonrasında işin çok kolaylaşır” diyen karısının buyruğunu harfiyen yerine getirir ve o günden itibaren bu ayrışma başlar.

        Böylece tarihte “sağcılık ve solculuk” ayrışması ilk olarak memleketim Hakkari’de ortaya çıkar, oradan da Fransa’ya öyle intikal eder. Haliyle Hakkari Mirinin divanhanesi Fransız Yasama Meclisi (Assemblée Législative) kadar meşhur olmadığı için, tarihçiler bu mühim ayrışmayı Fransızlara mal ederler. (Hema onların olsun!)

        *

        Bütün dünyada ve bilhassa memleketimizde sağcılar solculardan, solcular sağcılardan nefret ederler. Sağcılar iktidara geldiğinde solcular, solcular iktidara geldiklerinde sağcılar onları iktidardan indirmek için her türlü dalavereye başvururlar. Sağcılara göre bütün kötülüklerin babası solcular, solculara göre bütün lanetlerin anası sağcılardır. Sağcılar “selamünaleyküm” der; solcular “selamünaleyküm” dememek için ya kısaca “selam”, ya da Ruhi Su’nunkine benzer tok bir sesle “merhaba dost” derler. Solcular sağcıların yazdığı kitapları okumazlar, sağcılar solcuların taş dediğine su derler.

        *

        Benim memleketim Hakkari’de de Fransız İhtilalinden çok önce başlayarak bugüne kadar gelen bir sağ-sol aşiret çatışması vardır.

        Sağcı Pinyanişî aşiretine mensup babam, yüzlerce yıllık geleneğe başkaldırıp en büyük ablamı solcu Ertuşi Aşireti’nin Jirki kolunun ağalarından Reşo’nun oğlu Mehmet’e 1960’larda verinceye kadar, bu iki rakip aşiret konfederasyonu birbirine kız alıp vermemişti. İki aşiret konfederasyonu arasında; bugün çok mühim milli meselelerde bile anlaşmamaya ahdetmiş, parlamentodaki sağcılarla solcuların ilişkisine benzer bir ilişki vardı. Aralarında yoğun bir alışveriş olamadığı için, aynı şehirde iki farkı kültür oluştu haliyle.

        *

        Hakkari’deki sağcı ve solcu aşiretlerin sadece fikirleri değil, geçim kaynakları da farklıydı. Solcu Ertuşi köyleri daha çok sarp dağlardaki köylerde yaşıyorlardı, o yüzden hayvanlar besliyordu onları. Sağcı Pinyanişîler de derin vadilerde ikamet ettikleri için geçim kaynakları tarımdı. Dağlı solcu Ertuşiler devletten uzak, içlerinde medrese tahsili görmüş pek kimse yetişmediği için de hem devlete hem de dine biraz mesafeliydiler. Solcu Ertuşiler laikmeşrep, sağcı Pinyanişiler muhafazakar eğilimliydiler. Solcular orada da dine mesafeliydi, buna karşın sağcı Pinyanişilerin arasında bir sürü medrese tahsili görmüş imam ve fakih vardı; Şafii mezhebinin katı kuralları hüküm sürüyor, her işerini şeriata göre yürütüyorlardı. Solcu Ertuşiler askere gitmesin diye yeni doğan erkek çocuklarını orta yaşlarına kadar kütüğe yazdırmıyor, işi uzattıkça uzatıyorlardı, otoriteyle araları hiç iyi değildi. Aynı zamanda iyi nişancı, silah pusat ustası, dağda dolaşan bir sürür eşkıyaları vardı. Sağcı Pinyanişiler daha devletle barışık, daha halim selimdiler, Cizre, Müks, Amediye medreselerine talebe gönderip imam yetiştiriyor, daha çok türkü biliyor, düğünleri daha görkemli oluyordu. Sağcı Pinyanişiler’in düğünlerinde “dinen caiz olmadığı” için (zurnanın çıkardığı ses o kadar güzeldir ki insan kendinden geçip maazallah imanı gevşeyebilir!) davul zurna çalınmazdı, o yüzden kadın erkek hepsi düğünlerde türkü söylerdi. Ertuişler’de ise durum tersiydi, onların düğünlerinde pek türkü söylenmez, davul zurna eşliğinde tepinip dururlardı. Sağcı Pinyanişî düğünlerinde kadınlarla erkekler zinhar kol kola girip oynamazken, solcu Ertuşiler’de “cergebez” denilen kadınlarla erkeklerin ele ele, kol kola girerek dans etmeleri yaygındı.

        Aşireti yönetme tarzları da farklıydı sağcılarla solcuların. Sağcı Pinyanişilerde herhangi bir anlaşmazlığın çözüm yolu şeriat hukukundan geçerdi. Mela veya aşiretin alimleri oturur, dinin buyruklarına göre meseleyi hal yoluna koyarlardı. Solcu Eruşiler ise direk ağaya (önderlik) giderlerdi. Ağanın dediği olurdu.

        Yalnız Nasturi aşiretleri arasında durum biraz farklıydı, onların sağcıları da solcuları da “Melik”e giderlerdi, hepsinin lideri olan “Melik” seçimle belirlenmiş bir yöneticiydi. Bütün Nasturiler Koçanis köyündeki manastıra bağlıydılar ve hepsinin tepesinde ruhani lider Mar Şemun vardı ve onun buyruğu kesindi.

        *

        Solcu Ertuşilerle sağcı Pinyanişîlerin köyleri birbirinden bir hayli uzaktı. Zorunlu olmadıkça bir sağcı bir solcunun, bir solcu bir sağcının köyüne yolunu düşürmezdi. Allah’tan köyden kente göç başladı da sağcılarla solcular aynı şehir merkezinde buluştu 1960’ların sonundan itibaren. Buluştu da sorun bitti mi, hayır, hatta daha da büyüydü. Bu kez birbirlerine daha da yaklaştıklarından, misal birisi ötekinin tavuğuna kış deyince, öteki bostan sulama sırasında öne geçince, iki farklı aşiretten dört kişinin oturduğu okey masasında birisi taş çalmaya kalkışınca çıkan kavgalar kısa sürede büyüdü, kan bile döküldü bazen bütün şehre yayılan o arbedelerde. Hele seçim zamanlarında… 1950 seçimlerine kadar Hakkari’ye milletvekili dışarıdan atandı. Mazhar Müfit Kansu bile Hakkari milletvekilliği yaptı, düşünün. 1950’li yıllarda çok partili sisteme geçilince “solcu” Ertuşî aşiretler birliği “sağcı” Demokrat Parti’yi, “sağcı” Pinyanişî aşiretler birliği ise “solcu” Cumhuriyet Halk Partisi’ni desteklemeye başladılar (bu da tuhaf, İdris Küçükömer’in “Türkiye’de sağ sol, sol sağdır” saptamasına dikiz!) ve 12 Eylül’e kadar bu durum hiç değişmedi.

        1984’ten sonra; “Bu ne ilkel sağcılık solculuktur, biraz medeni olun, hepiniz bizim gibi modern solcu olun” diyerek onları “kurtarmaya” yeltenen silahlı güçlerin şehirdeki silahsız güçleri, uzun süre bu “ilkel kamplaşmayı” ortadan kaldırmak için uğraştı ama en son 2014 yılında, sahiden de “okeyde çalınan bir taş” yüzünde çıkan aşiret kavgasında; solcu Etuşîlere mensup korucularla aynı aşirete mensup “silahlı güçlerin şehirdeki silahsız güçleri” birleşti; sağcı Pinyanişîlere mensup korucularla aynı aşirete mensup “silahlı güçlerin şehirdeki silahsız güçleri” birleşti, yani bütün ahali “modern-ilkel solculuk” demeden en eski haline geri dönerek ezeli düşmana karşı elde balta ve kamalarla harekete geçti, bir iki kişinin ölümünden sonra Allah’tan vali erken davranıp sokağa çıkma yasağını ilan etti de daha fazla kan dökülmesinin önüne geçmiş oldu.

        *

        Tarihte ilk defa Hakkari’de başlayan “sağcı-solcu” kamplaşması kan bağına dayalı bir aşiret kamplaşmasıydı, kişilerin seçimine bağlı bir şey değil yani. Fransız İhtilalinden sonra bütün dünyaya yayılan “sağcılık-solculuk” ise fikri bir ayrışmadır ve kişisel bir seçimdir.

        Ama sonuçta bir ideoloji etrafında bir araya gelen her topluluk, zamanla kan bağından daha güçlü bir bağla birbirine bağlanarak bir aşirete dönüşür.

        Diğer Yazılar