Kemal Tahir öldüğünde Cemil Meriç'e küstü!
Kitaplığımda, zaman zaman kitapların yerini değiştirmek, bir kitabı bir raftan alıp başka bir rafa koymak, onları okuma sırasına göre dizmek, yeni aldıklarımı daha belirgin bir yere yerleştirmek, okuma sırasını bekleyenleri öne çıkarmak oyunu hoşuma giden bir oyundur, sık sık yaparım, eğlendirir beni. Hem bu vesileyle o kitabı aldığım anı, günü hatırlarım hem de o kitapla ilgili oluşmuş, ama artık hafızamdan çekip gitmiş bir hatıramın tekrar canlanmasına vesile olur ki unutkanlık hastalığına da iyi gelir.
Bu oyunun içinde en çok hoşa giden şey, “akraba yazarların” kitaplarını yan yana koyup onların akrabalıkları, dostlukları üzerine düşünmektir. Bilirsiniz, yazı dünyasında birbirini seven yazarlar azdır, herkes ötekinin kuyusunu kazar ama bazılarının arasında kurulmuş bazı dostluklar vardır ki, birisinin parmağı kesilse ötekininki kanar.
Yine böyle kitaplığın önünde zaman zaman oynadığım bu oyunu oynuyordum, aniden Kemal Tahir’in “Devlet Ana” romanı geçti elime. Bir süre evirip çevirdim, alıp Cemil Meriç’in kitaplarının yanına koydum gayriihtiyari. Sonra “Yol Ayrımı”nı aldım, onu da “Jurnal”lerin yanına bıraktım. Ümit Meriç’in “Babam Cemil Meriç”ini aradım, bir köşede buldum, onu da alıp onların yanına koydum. Birden elime Ayşe Şasa’nın “Bir Ruh Macerası” geçti, onu da Kemal Tahir ile Cemil Meriç’in arasına yerleştirdim.
Sonra raftan bir adım uzaklaştım, çenemi avucuma aldım, durup uzun uzun yan yana gelmiş olan o kitaplara baktım.
*
Bu üç dört kişi hakkında az biraz malumatınız varsa, her birisinden bir şeyler okumuşsanız eğer, şu anda ne hissediyorsanız ben de o sırada onları hissettim. Her şey birbirinin içine geçti.
En yaşlıları Kemal Tahir’dir, 1910’da İstanbul’da doğmuş. Cemil Meriç ondan altı yaş küçüktür, Hatay Reyhanlı doğumlu, Ayşe Şasa 1941’de İstanbul’da gelmiş dünyaya; babasının serencamını yazmış olan Ümit Meriç ise 1946 doğumludur.
*
Cemil Meriç’in “şahsiyetinin teşekkülünde” etkisi olan birçok hoca var Antakya Reyhanlı’da, onlardan birisi de Mehmed Uzun’un benim Türkçeye “Yitik Bir Aşkın Gölgesinde” adıyla çevirdiğim romanının baş kahramanı Vanlı Memduh Selim Bey’dir. Mülkiye mezunu bir meşrutiyet münevveridir Memduh Selim Bey, Fransızca, Ermenice ve Kürtçe bilir, Abdullah Cevdet’in “rahle-yi tedrisinden” geçmiş. 1910’larda; senarist Ayşe Şasa’nın Bedirhan Bey’in oğulları akrabalarıyla Kürt Teali Cemiyeti’ne çok gidip gelmişliği vardır. Kürt milliyetçisidir.
Hatay Fransız idaresindeyken gelip oraya yerleşmiş. Cemil Meriç’e kompozisyon dersinde kağıda mürekkep damlattığı için kırık not vermiştir.
Ayşe Şasa; Osmanlıya isyan etmiş Cizîra Botan Beyi Mir Bedirhan’ın kızlarından birisinin torunudur. Dünyaya zengin olarak gelir. Mürebbiyler büyütür onu, aile şefkati uhde kalır içinde. Yalnızlık çeker, bir şişenin içine “ben yalnız bir çocuğum, bunu bulan lütfen beni arasın” diye yazıp denize attığında, “yalnızlığın ürpertici bilincine erken uyanmış” yedi yaşında bir çocuktur. Çok erken yaşlarda Marksist olur. Amerikan Kız Koleji’nde okurken bir piyes yazar, hemen ün salar. İşte o günlerde onu “ilginç bir kabiliyet” diye Kemal Tahir’le tanıştırırlar. Kemal Tahir piyesiyle ilgili bir şey bilmemesine rağmen ona döner ve der ki: “(Bu memlekette) maskaralık yaptığın sürece seni alkışlarlar, ciddi bir şey yaptığında kimse suratına bakmaz, yolunu ona göre seç,” der.
Annesinin babasının kendisinden esirgediği şefkati dayısı Rauf Orbay’dan görür, dayısı ona Kuran-ı Kerim ve Muhammed İkbal’in kitabını hediye eder, ona göre dayısı bir gericidir. Yeşilçam’a girer, Atıf Yılmaz’a asistanlık yapar, daha sonra onunla evlenir. Atıf Yılmaz’a göre Ayşe Şasa ile Yılmaz Güney birbirlerini yasak kimliklerinden, Kürtlüklerinden dolayı severler ama zaten Atıf Yılmaz’ın kendisi de Kürt’tür.
Bir süre sonra gelen “nöbetler” onu akıl hastanesine götürdüğü zamanlarda Kemal Tahir de ölür. Hayatının merkezine koyduğu Kemal Tahir’in ve babasının lösemiden ölümü aynı zamana denk gelir.
Hemen hemen evinden hiç ayrılmadığı Kemal Tahir bir gün ona başından geçen şu hadiseyi anlatır:
Kemal Tahir hapishanedeyken idare, ne de olsa okumuş yazmış adam diye bir sürü şey danışır ona, mahkumlar ondan hep bir şeyler öğrenir, o da onların sayesinde Anadolu insanıyla karşılaşır, onlardan yazdığı romanlarına malzeme toplar. Bir gün, ertesi sabah idama götürülecek bir idam mahkumunu teskin etme görevini verir ona mahpushane idaresi. O da adamın hücresine girer yanına oturur, anlatmaya başlar, konuşur mahkum dinler. Bir süre sonra farkına varır. Adama anlattığı her şey geleceğe dair şeylerdir. Utanır kendisinden, oysa adam yarın sabah ölecek, gelecek onu ilgilendirmiyor ki artık. Ona ahirete dair şeyler anlatmalı ama bu konudaki bilgisi o zamanlar o kadar kıttır ki…
Delilik sınırında yeni bir manevi aleme doğru olan yolculuğunda Kemal Tahir’in ona anlattığı bu hadise Ayşe Şasa’yı kalbinden vurur.
*
İnsanların karşılaşması gibi Cemil Meriç’in deyimiyle “düşünceler de karşılaşır.” Bazı düşünceler karşılaşmakla kalmaz, “birbirine de açılır.”
Kemal Tahir, Cemil Meriç’in insan mahallesinde en yakın komşusuydu. Birbirleriyle düşünce paylaşıyorlardı çünkü.
Kemal Tahir’le Cemil Meriç’in dostluğuna dair bundan sonra anlatacaklarımızın rehberi Ümit Meriç’in “Babam Cemil Meriç” kitabı olacak.
*
Cemil Meriç ile eşi Fevziye Hanım’ı, Kemal Tahir’in Kerim Sadi’den boşandıktan sonra 1950’de hapishaneden çıkan Kemal Tahir’le evlenen karısı Semiha Hanım tanıştırır. O yüzden Ümit Meriç Semiha Teyzesini çok sever, annesiyle babasını evlendirdiği için ona “sebeb-i hayatım” diye hitap eder.
1968 olmuş, birbirinden aykırı fikirler kuş olmuş kaplamış bütün evrenin semasını.
Kemal Tahir’le Semiha Hanım Şaşkınbakkal’da bahçe içinde şirin, müstakil bir evde ikamet ediyorlar. Cemil Meriç ile kızı Ümit Meriç’in, ikisinin de Ümit’in gözleriyle her şeyi gördüğü, o gözlerin ikisine de yettiği yıllar… Cemil Meriç kızının kolunda her sabah Göztepe’deki evden çıkar, yol boyunca kızına anlatır; bizi, Allah’ın varlığını, Dostoyevski’yi, Weber’i, çileyi, imanı anlatır ve der ki; “Osmanlı düşünmemiş kızım, iman etmiştir, bir iman medeniyeti kurmuştur. Tanzimat’tan sonra Avrupa’dan yediğimiz tokatla düşünmeye başladık. Bizim üstün tarafımız imanımız. Onu muhafaza ederek Batı’yı almalıyız.”
Baba kız kol kola, böyle muhabbet ederek eve varırlar. O sırada sakız gülleriyle çevrili bir balkonun arkasındaki odasında harıl harıl çalışan Kemal Tahir, tam da dostunun kızına yol boyunca anlattığı bu meseleleri roman formatına dönüştürmek için ter dökmektedir. Romancı bir süre sonra Şaşkınbakkal’da bir apartman dairesine taşınır, ikisinin dostluğu daha çok bu evde pekişir.
Muhabbet demlenir. Kemalizm, İttihat Terakkiciler, Abdülhamit, Osmanlı, biz ve onlar, daha neler neler… Saatlerce süren bu sohbetlerin sonunda bir fikir çıkar ortaya. İkisi de çok bilgiliydi. Kemal Tahir mahpushanede tanımıştı memleketi, Cemil Meriç kitaplardan hatmetmişti evreni. İkisi de buralıydı. İkisi maziyi inkara karşı savaşıyordu. İkisi de Türk Marksistlerinin Marksizm’e hiçbir şey katmadıklarını görmüştü. İkisi de Avrupa kaynaklı nazariyelerin bizi anlatmada yetersiz kaldığının farkındaydı. İkisinin de Batıcılıkla sorunu vardı.
Ümit Meriç Fransızcasını ilerletmek için Zola okuyor o sırada, Kemal Tahir, “Sen şimdi Zola’yı bırak, Faulkner oku,” der.
Şaşkınbakkal’daki bahçe katındaki o ev, Ayşe Şasa’nın da gittiği evdir. O evde Semiha Hanım’ın yemeklerini tatmamış çok az münevver vardır o sırada İstanbul’da.
Kemal Tahir’in ölümüne yakın bir dönemde Cemil Meriç’le Attila İlhan yüzünden aralarında bir tartışma çıkar ve kırgın ayrılırlar.
Hadise şöyle.
Kemal Tahir hastalanır, Meriç’ler ailecek hasta ziyaretine giderler. Kemal Tahir ciğerlerinden ameliyat olmuş, sesi kısılmış, boğuk boğuk konuşuyor. Refik Erduran ve başkaları da var evde o sırada. Söz döner dolaşır Attila İlhan’a gelir, Ümit Meriç o sırada “Bıçağın Ucu” romanını okumuştur. Cemil Meriç de romancıyı över. Kemal Tahir önce dinler sonra çok öfkelenir o hasta haliyle, “Attila polistir, sen bunu bilmiyor musun?” diye Cemil Meriç’i azarlar. Bunun üzerine Cemil Meriç, “Sen yazarken kılı kırk yarıyorsun, konuşurken de ben senin söylediğin her şeyi doğru kabul ediyorum, Attila hakkında böyle bir şey söylemeye nasıl dilin varıyor,” der. Kemal Tahir’in cevabı daha da sert olur: “Meşrebi sağlam olmayan insan; ruj sürüp sigara içer.” Cemil Meriç daha fazla dayanamaz: “Peki Kemal’cim, biz kalkalım,”der. Ortalık buza keser, Semiha Hanım aileyi uğurlar.
Hadiseyi Cevat Özkaya’ya anlatan Cemil Meriç sözü şöyle bağlar:
“Dışarı çıktığımızda dizlerim titriyordu. Üzüldüğüm nokta şu ki Kemal kısa bir süre sonra vefat etti ve onunla her zaman olduğu gibi birbirimizi kucaklayamadan ayrıldık.”
*
Ölümünden sonra Cemil Meriç, dostunun arkasından şahane bir yazı yazar. Ona göre Kemal Tahir, “bir devrin yüz akıdır.” “Her kitabı bir bombaydı Kemal Tahir’in; hıyanet kalesinde kapanmaz gedikler açan bir bomba. Her sözü bir tokattı; hamakatin çehresinde şaklayan bir tokat.”
Böyle gördüğün, bu vasıfları uygun gördüğün bir dostunun seninle ilgili fikirlerini merak edersin en çok değil mi? Ama ne yazık ki Cemil Meriç Kemal Tahir’in bütün romanlarını okuduğu halde, Kemal Tahir Cemil Meriç’ten tek satır bile okumamıştır. Cemil Meriç gıyabında bu şikayetini fırsat buldukça dillendirir.
*
Kitaplığın önünde, gözüm yan yana dizdiğim kitaplarda, yanağım avucumun içinde şunları düşündüm bir süre.
Kemal Tahir de Cemil Meriç de Ayşe Şasa da “soldan” çıktılar yola ama vardıkları yer zinhar “sağ” falan değildi. Sol, Kemal Tahir’i de Cemil Meriç’i de “ihanetçi” gördü. Ölünceye kadar ikisine de “neye ve kime” ihanet ettiklerini söylemedi ama.
İkisi de devletin zulmüne uğramıştı. Ama ikisi de devlete küsmedi, kızmadı.
İnsanlar soldan sağa veya sağdan sola giderek değişmez. Çünkü değişim sağdan sola veya soldan sağa değil, aşağıdan yukarıya doğru olur kainat var olduğundan beri.
Bizim solcuların da sağcıların da anlamadığı budur işte.