Beşir Fuat kendini niçin öldürdü?
“…ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman” dizesinde İsmet Özel, “eylül günü” yerine “şubat günü” deseydi, “Amentü” şiirine kesinlikle Beşir Fuad’ın intiharını anlatarak başlamış derdim size. Şöyle başlıyor büyük şairin ünü kadar yaygın “Amentü”sü:
“İnsan
eşref-i mahlûkattır, derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı”
*
Şimdi başka bir şiire gidelim. Enis Batur, 1981 yılında yazdığı “Yanlış Mesel” şiirinin girişinde tırnak içinde “Mezardan bir seda” cümlesinin yanında bir dipnot işareti koymuş ve o dipnotta Beşir Fuad’ın ölüm anında hissettiklerini nakletmiş.
Şiir şöyle:
“Bir zaman da böyle geçsin, pusula
durmadan dönüp dursun: Şimdi
neredeyim? Yüksek Düş'ün içinde,
sarsıntı, soğuk ter, gırtlağımda
bir güz mührü, neredeyim ki azalıyorum
gecede, yükseliyor simsiyah kanım.
Bir zaman da böyle geçti, pusula
durmadan döndü ve durmadan durdu:
Şimdi buradayım: Kâğıtla kalem
arasında titrek, kararsız, bir sınır
varsa beni benden ayıracak, tam da
kanın mürekkebe dönüp kuruduğu
yerdeyim.
-Beşir Fuad, yanlış kardeşim benim.”
*
Şimdi de başka bir şaire, Ahmet Oktay’a gidelim, onun 1987’de yayınlanan “Yol Üstündeki Semender” kitabındaki “Beşir Fuad” şiirine…
Ahmet Oktay, şiirini “Enis Batur’a” ithaf etmiş, o şiir de şöyle:
“Gün doldu: Kendime bir aksisedayım.
Ürktüm hep hayalâttan. Aklım
bana açıkla: Yırtılan
zaman mı gülün yaprağı mı? Elinde
buruşturuyordu validem. Kapatılmış
ve leylî bakışlı mecnune. Ömrüm
şimdiden “bir devr-i hüzün”
ve kapkara matem: Diz dizeyim
dalgın hayaletinle. Ufku
sen misin seyreyleyen
Darüşşifa’nın o tozlu
penceresinden, ben mi? Vehimler
ve cinnet korkusu
bana mirasın. Ölü oğul da
küçük, çıplak ayaklarıyla
geziniyor sofada, çatının
içindeki rüzgâr gibi.
Ey hafıza! Kanıyor
Ne varsa süzdüğün. Siyah zambak:
Koridorlarında usulca açan
o Civzit mektebinin. “Gecede
yazmayı mutad edindim”
daha o zamandan. Sırdır
çünkü yazı: Candan doğar
ve âyân ettikten sonrasır olur.
Nemsin benim
öteki zamanlardaki çocuk? Bir hasım
gibi mi büyüttüm seni kalbimde?
sözüm sana yine de: Kimi gerçek
daha derin düşten. Düşler de
geleceğe gönderir ve Yitik söz
dirilir okurun dilinde. Yaşamım! Doğrusun
yanlış olduğun kadar. Bir diken
gibisin içimde.
Ah! Gülün yok.
Doğ karanlığın devasa
rahminden deokurum hisset beni:
İntiharımı da fenne tatbik edeceğim:
Şiryanlardan birinin geçtiği mahalde
cildin altına klorit kokain şırınga
edip buranın hissini iptal ettikten
sonra orasını yarıp şiryanı keserek
seyelân-i dem tevlidiyle terk-i hayatedeceğim”
Zevcem! Kim kimin uçurumu?
Her ağuş, ne yapsak
bir serzeniş aslında. Metresim!
Kucaklaştık ama daha bir kez
buluşamadık. Tecilin
dolmasını bekledim ben.
Suret-i Varaka“
Ameliyatımı icra ettim. Hiç
bir ağrı duymadım. Kan aksın
diye hiddeyle kolumu kaldırdım.”
ki “kağıt dahi kanla mülemma”
(….)
Beşir Fuad! Kardeşim benim.”
*
Buraya kadar; insanlık tarihinde hiç kimsenin denemediği bir metotla 35 yaşında intihar eden genç bir adamın intiharının üç şairin şiiri üzerinden okudunuz. Ama bilirsiniz şiir her şeyi açıklamaz, kapalıdır, neyin ne olduğunu düzyazı gibi anlatmıyor bize şiir.
Ben de bu yazıda şairlerin şiirleştirdikleri intiharın hikayesini yazacağım.
*
Beşir Fuad, çok önemsediği dostu Ahmet Mithat Efendi’ye, intiharından iki sene evvel, 1885’te şu mektubu yazar:
“İntiharımı fenne tatbik edeceğim; şiryanlardan birinin geçtiği mahalde cildin altına klorit kokain şırınga edip buranın hissini ibtal ettikten sonra orasını yarıp şiryanı keserek seyelan-ı dem tevlidiyle terk-i hayat edeceğim. Kan akmakta iken her zaman şiryanı sıkıca tutarak vesair tedbire müracaat ederek muhafaza-i hayat mümkün olduğu halde azmimden nükul etmeyeceğim!
Şairler söz ile pek çok kahramanlık satarlar; fakat fiiliyata gelince, böyle bir metanet göstereceklerinden pek emin değilim. Çünkü şu intihar, beyne bir tabanca sıkmak, kendini asmak veya suya atılmak gibi değildir. Onlara bir kere teşebbüs edilince, onu menetmek ihtiyarı elden gider.”
Ahmet Mithat Efendi bu mektubu “ihbar” kabul etti mi, ona engel olmak için bir şeyler yaptı mı bilinmiyor, ama vakti geldiğinde tıpkı mektubunda yazdığı gibi kıydı canına Beşir Fuad…
*
5 Şubat 1887 Cumartesi gününü Pazar’a bağlayan gece İstanbul’a kar yağıyordu, hava soğuktu.
Beşir Fuad’ın “ölüm ayini” işte o karlı, soğuk gecede başlar.
Cuma gününü şen şakrak geçirmişti. Bir tanıdığından bir lira borç almış, Beyoğlu’na çıkmış, sonra evinin bulunduğu Cağaloğlu’na dönmüş, yazılar yazdığı “Tercüman-ı Hakikat” gazetesine uğramış, bulduğu dostlarla yarenlik etmiş, gülüp eğlenmiş, Cumartesi günü ise akşama kadar yatağında geçirmiş, akşama doğru bir mektup yazmış, Ahmet Mithat Efendi’nin bir adamını çağırmış, yazdığı mektubu ona vermiş, adam acelesi varsa evine götüreyim demiş, o da mektubun acelesinin olmadığını, yarın ona teslim etmesini söylemiş, akşam yemeği vakti odasından çıkmış, ev ahalisine hiçbir şey hissettirmemiş, onlarla birlikte yemek yemiş, herkese güler yüz göstermiş, uyku zamanı gelince o da çalışma odası olan kitaplığına gitmişti. Bunu hemen hemen her gece yaptığı için ev ahalisi hiçbir şeyden kuşkulanmamıştı.
*
Tamam da kimdi bu Beşir Fuad? Neden canına kıymaya kalkışıyordu?
Niye şairlerin “kardeşi” oluyordu?
*
Beşir Fuad bir edebiyatçı olarak kabul edilmiyor ama memleketimizde edebiyat eleştirisinin öncüsü sayılıyor. Kendi nesli içinde tek örnektir; üç dili Fransızcayı, İngilizceyi ve Almancayı anadili gibi biliyor. Edebiyatta hayalciliğe karşıdır, memleketin ilk realistidir. Batı’yı yüzeysel ve subjektif olarak değil, kaynaklardan okuyarak, bilinçle kavramaya çalışmıştır.
Oldukça kısa süren hayatında çeşitli konularda 200’den fazla eser vermiş, müspet ilimlere, dil konularına, askerliğe, felsefeye ve edebiyata dair kitap ve makalelerinde hissilikten, hayalcilikten kaçınmış, buna karşın akılcı, materyalist ve pozitivist bir dünya görüşüne yaslanmıştır. Osmanlı aydınlarına Zola, Daudet, Dickens, Flaubert, Comte, Büchner, Spencer, D’Alembert, De la Mettrie, Chambers, Diderot, Claude Bernard, Ribaut, Tarde gibi Batılı düşünür ve edipleri ilk defa tanıtan odur. Bu listenin edebiyatçıları realist, yani gerçekçi; filozof ve mütefekkirleri de pozitivist, materyalist ve ansiklopedisttir. Bu bakımdan Beşir Fuad, yine memleketimizde realizm, pozitivizm ve materyalizmin öncüsü olarak kabul ediliyor; Dr. Abdullah Cevdet ve Baha Tevfik onun gerçek izleyicileridir.
Hiçbir tartışmada sinirlenmez, müthiş bir münazaracıdır. Hep belgeyle konuşur. Afra tafra, boş böbürlenme ondan uzaktır.
El atmadığı alan yoktur. Fizikten gökbilimine, tıptan fizyolojiye kadar her alanda eserleri var. Öğrendiği her şeyi derinlemesine öğrenmiş. Zaman zaman edebiyat tarlasına da dalar ama orada fazla oyalanmaz. Sadece şiir üzerine birazcık fazla konuşur. Şiirde yapay imgelere karşıdır. “Bunlar Batılı şairlerin uydurmasıdır” der, ona göre imge anlamsız olabilir ama “gerçek dışı” olamaz. Romanda da aynı fikirdedir. Natüralizmin şahı Balzac’ı Osmanlı aydınlarına ilk tanıtan odur.
Türk edebiyatının ilk denemecisidir, ilk materyalisttir, ilk biyograficidir, ilk eleştirmendir.
(Victor Hugo” kitabı Türk edebiyatının ilk eleştirel biyografisidir),
1852’de İstanbul’da doğmuş, Fatih Rüştiyesini bitirmiş, Suriye’de görev yapan babasının yanında kalmış, Halep’te Cizvit mektebine devam etmiş, burada çok iyi Fransızca öğrenmiş, 1873’te Harbiye’den mezun olmuş, kolağası (binbaşı) rütbesindeyken, bütün vaktini ilmi çalışmalara vermek için askerlikten ayrılmış, üç yıla hiçbir insanın sığdıramayacağı kadar eser sığdırarak 1887’de canına kıymıştır.
*
Ölümünden önce yazdığı mektuplara göre onu annesinin hastalığı intihara sürükler. Annesini götürdüğü doktor “aklında bozukluk” teşhisini koyar kadına ve oğlunu, “Bu gibiler kimi zaman kendi canlarına kıyarlar, ya da başkalarını boğmaya kalkarlar, kimi zaman da mangal devirip yangın çıkarırlar,” diye uyarır.
O günden itibaren Beşir Fuad’ın beynini bir kurt kemirmeye başlar, “Ya annesi evde yalnız kaldığında kendini öldürürse?”
Bütün hayatı altüst olur. Annesinin tek çocuğudur, böyle bir şey olursa herkes miras ona kalsın diye onun yaptığını sanabilir. Sonunda annesini tımarhaneye kapatır. Kadının bu hali onda hal bırakmaz. Deliliğin irsi bir hastalık olduğuna inandığı için de gözüne uyku girmez, kendisi de her an delirebilir.
Annesini götürdüğü doktora görünür; doktor beynine sülük yapıştırmayı önerir, “Hiçbir şeye kafanı takma eğlenmene bak,” der sonra. Doktorun dediğini yapar, kafasına sülük diker ve kendini aleme atar. Kadından kadına koşar. Vur patlasın, çal oynasın bir hayata dalar! Bir süre sonra birlikte olduğu fahişelerden birisini “kurtarmaya” karar verir. Sonra Célile adında bir Fransız kadını metres tutar, bir süre sonra onu da Fransa’ya gönderir. Célile ona Fransa’dan bir mektup yazar, “karnımda çocuğun var!” Derhal onu İstanbul’a geri çağırır, Kuzguncuk’ta ev tutar ona.
Cağaloğlu’ndaki Nallı Mescit Mahallesi’ndeki evinde ise huzursuzluk evden taşıyor, karısı neden her gece eve gelmediğini sorar, Kuzguncuk’a gitmediği zamanlarda da Célile başının etini yer. Bu arada bir buçuk yaşındaki Namık Kemal adını verdiği oğlu kızılcık hastalığına yenik düşer. (Oğluna Namık Kemal adını vermesi boşuna değildir. Ona göre her yazı yazan, meramını çat pat yazıyla anlatan yazar değildir. O sırada bu payeyi hak edenlerin sayısı sınırlıdır. Namık Kemal, Abdülhak Hamit, Cevdet Paşa, Mualim Naci’ye aynı ayarda bir iki kişi daha ekleyin, ancak o kadar yazar vardır bu memlekette.)
Parası gittikçe azalmaktadır. Hayatındaki kadınları yüzüstü bırakmayı önce göze alamaz, sonra “bu şekilde nereye kadar gidersem gideyim, olmasa canıma kıyarım” fikrine kapılır.
1885 yılında intihar edeceğini bir mektupla Ahmet Mithat Efendi’ye bildirdiğinde, intihar günü de kafasında nettir. Ancak şiir konusunda laftan anlamayan birilerine cevap yetiştirmesi lazım geldiğinden, ölüm gününden iki hafta sapar.
*
Sonunda o soğuk Cumartesi gecesi kararını uygulamaya başlar.
Kitaplıktaki sehpanın üzerine canına kıyarken kullanacağı kokaini, şırıngayı ve usturayı özenle yerleştirir. Yanına da kağıt ve kalem koyar.
Bir deney yapar gibi işe başlar. Ölüm ayininin her anını, saniye saniye tutanağa geçirecek. Bir insanın ölürken neler hissettiği şimdiye kadar saptanmış bir şey değil. Bunu o yapacak. Böylece belki ölümün anahtarını da bulmuş olacak. O yüzden ölmelidir.
Şimdi sıra iki sene önce Ahmet Mithat Efendi’ye yazdığı mektuptaki adımları takip etmeye gelmiştir.
İki bileğine ve boyun damarlarına kokain şırınga eder. Bedeni yavaş yavaş gevşerken bilek damarlarını keser. Kan akmaya başlayınca kalemi eline alır -ki bazıları mürekkep yerine kanını kullandığını söylerler- ilk satırı yazar. İsmet Özel’in deyimiyle, “damardan sıcak/sımsıcak kelimeler” boşanır. Amacı ölümü an be an kağıda geçirmektir. “Arzu ettim ki, bir insanın öldüğünü ve ölürken neler hissettiğini bildirmek suretiyle, insanlığa bir faydam dokunsun.”
Kelimeler kağıtta belirdikçe kan çoğalır. Yazıya kan karışır, o yazmaya devam eder:
“Ameliyatımı icra ettim, hiçbir ağrı duymadım.”
Tam burada merdivenlerden bir ayak sesi duyar. Biliyor, gelen baldızıdır, bir şey isteyip istemediğini soracak. İçerden seslenir ona:
“Yazı yazıyorum. Kapı o yüzden kapalı. Sen rahatına bak, bir şey istemiyorum.”
Baldız uzaklaşınca bu kez usturayı boynuna atar. Yazmaya devam eder:
“Kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi. Yazı yazıyorum, kapıyı kapadım diyerek geriye savdım. Bereket versin içeri girmedi.”
Yavaş yavaş baygınlık gelmeye başlar, yazmaya devam eder:
“Bundan tatlı ölüm tasavvur edemiyorum. Kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım.”
Kan daha hızlı aksın diye kolunu havaya kaldırır ve en son şu cümleyi yazar:
“Baygınlık gelmeye başladı.”
Baygınlık anında yüksek sesle evin hizmetçisine seslenir. Hizmetçiyi, kan daha çabuk aksın diye kolunu havada tutması için çağırmıştır. Adam içeri girer, her yer kan… bağırır, bağırmasına evin ahalisi gelir.
Kadınlar tez elden, komşuları Doktor Miralay İzzetlu Nazif Bey’e haber verirler. Doktor çabucak yetişir, Beşir Fuat’ın ağzından en son şu cümle çıkar:
“Doktor uğraşma, beş dakikalık ömrüm kaldı.”
*
Beşir Fuad, Ahmet Mithat Efendi’ye yazdığı “vasiyet” mektubunda, o sırada kadavra bulmakta güçlük çeken tıbbiyeye bağışlamıştı cesedini, ancak bu dileği yerine getirilmez, naaşı Eyüp Mezarlığına defnedilir ancak mezarı daha sonra kaybolur.
İntiharından hemen sonra İstanbul’da bir intihar salgını başlar, bunun üzerine 11 Mart 1887 tarihinden itibaren, gazetelerin intihar haberi vermeleri Sultan Abdülhamit emriyle yasaklanır, bu yasak altı ay kadar sürer.
*
Dünya edebiyatından Stefan Zweig, Walter Benjamin, Virginia Woolf, Anne Sexton, Sylvia Plath, Vladamir Mayakovski, Sergey Yesenin, Cesare Pavese, Yukio Mişima, Gerard de Nerval, Jack London, Ernest Hemingway, Sâdık Hidâyet gibi birçok yazar ve şair intihar etmiştir. Bizde de Sadullah Paşa, Şakir Efendi, Nilgün Marmara, İlhami Çiçek, Sosyal Ekinci, Metin Kaçan gibi yazar ve şairler…
Ahmet Mithat’a yazdığı mektupta, “Bu fikri, yaz gelirse Kâğıthane’ye gideceğim gibi telakki ettim,” diyen Beşir Fuad’ın intiharı bunlardan hiç birisine benzemez.
O “bilimsel bir deney yapar” gibi yaptı bu işi.
*
Beşir Fuad; Enis Batur’un “yanlış kardeşi”, Ahmet Oktay’ın “kardeşi”ydi.
*
Yazının kaynakları:
Salah Birsel, Bir Zavallı Sarı At, Sel Yayıncılık
Orhan Okay, Beşir Fuad, İlk Türk Pozitivisti ve Natüralisti, Dergah Yayınları
Beşir Fuad Mektupları, Arba Yayıncılık
Beşir Fuad, Şiir ve Hakikat, YKY