At sırtında darbe yapmaya gitmek!
İttihatçı hikayelerinin tuhaf bir gizemi vardır, bu hikayeleri sevmeyen çok azdır sanırım. Bunu, arada bir burada yazdığım bu hikayelere olan ilgiden biliyorum.
Attila İlhan’ın o güzelim “kim kaldı” şiirinde tarif ettiği “o fedailer ki barut öksürürler/sakal tıraşları mavi/kırmızı bıyıkları biber” dediği o adamların bir macerası mutlaka bir yolunu bulup sızıyor burada yazdığım birçok yazımın bir yerine. “Adamlar” demem sözün gelişi değil, zira İttihatçıların arasında hiç kadın yoktur. Ama hemen hemen hepsi genç yaşında arkalarında genç bir dul kadın bırakmışlardır.
Bir sert erkeler hareketidir İttihatçılık.
Devirmeye yeminli, sadece bozan, yıkımda usta, inşada acemi, kellesini koltuk altında eve götürülecek bir karpuz gibi taşıyan gururlu ihtilal sevdalısı “o sert romantiklerin” bize bıraktığı miras, dünya durdukça ağır bir yük olarak kalacak omuzlarımızda bu gidişle.
Bugünkü siyasal dertlerimizin hemen hemen tümü onlardan mirastır zira bize.
*
Birinci Cihan Harbi sürerken Suriye’deki karargahına kafileler halinde getirilen, o sırada mesela yemek yiyorsa hiç ara vermeden aklına ilk gelen sayı ne ise o kadar Arap’ın idam emrini verip hiçbir şey olmamış gibi yemeğine devam eden Cemal Paşa; meşhur “Bab-ı Ali Baskınından” sonra İstanbul Muhafızlığına getirilir, o sırada sıfatı paşa değil Cemal Bey’dir daha. Asayiş ondan soruluyor. Darbeyi yapan İttihatçılara suikast ihbarını Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’ya o verir. İkisi kafa kafaya verir, muhtemel bir suikast karşısında tutuklanacak muhalif yazar ve gazetecilerin listesini özenle yaparlar. Cemal Bey, Mahmut Şevket Paşa’ya da “tehlikede” olduğunu söyler; o ise umursamaz, onun aklı kendi ölümünden çok o sırada tutuklayacağı muhaliflerdedir daha çok.
Listeyi yaptıkları günün ertesi günü siyasi rakipleri Çemberlitaş’ta Mahmut Şevket Paşa’yı öldürmekle başlarlar işe.
*
Mahmut Şevket Paşa Babıali Baskınıyla; suikasta uğradığı günden 4 ay 19 gün önce Sadrazam olmuştu oysa.
*
Dünyanın en iyi matematikçilerini bir araya getirseniz, dünyanın en gelişmiş bilgisayarlarından birisini emrine verseniz, onlara öğleden sonra, herkes işinin başındayken, gündüz gözüyle birkaç gözü kara adamın Başbakanlığı basarak darbe yapacaklarını söyleseniz ve o matematikçilere, o gelişmiş bilgisayar yardımıyla o darbenin gerçekleşme olasılığını hesaplayın deseniz, emin olun hepsi hep birlikte bu olasılığın sıfıra yakın olduğunu söyleyecekler size.
Ama o “barut öksüren” adamlar bu işi başardılar.
*
23 Ocak 1913 günü saat 13.00’te, yakın bir tarihe kadar Cumhuriyet Gazetesi’nin ana binası olarak kullanılan o zamanki İttihat Terakki Menzil Genel Müfettişliği’nde Cemal Bey’in odasında (Cemal Bey, gazeteci Hasan Cemal’in dedesidir) İttihat Terakki’nin üç ası Talat, Enver ve Cemal’den başka Halil, Mümtaz, Hilmi ve Sapancalı Hakkı kafa kafaya vermiş son hazırlıkları gözden geçiriyorlardı.
Planın her ayrıntısı Talat Bey’in kafasının içindeydi. Darbenin beyni oydu çünkü.
Kara Kemal birkaç metre aşağıda bulunan postaneyi işgal edecekti. Talat eski bir postacıydı. Muhaberatın önemini ondan daha iyi bilen yoktu. Postaneye daha önceden yerleştirdiği İttihatçılar Babıali’nin bütün telefon hatlarını keseceklerdi.
Bütün vilayetlere anında iletilecek telgraf metnini önceden hazırlamış cebine koymuştu. Telgraf şu cümleyle başlıyordu:
“Milletin kutsal haklarına tecavüz eden Kamil Paşa kabinesine karşı galeyana gelen ahalinin Babıali önünde gösteriler yapması ve milletin arzusu üzerine istifa eden sadrazam…”
Oysa “ahalinin galeyana geldiği”, “gösteri” falan yaptığı yoktu.
Üç as, “kansız” bir darbe tasarlamışlardı. Zorunlu olmadıkça silah kullanılmayacaktı. Buyrukları kesindi.
Tam bu sırada avluda kişneyen bir at, zamanın geldiğini haber verdi. “Fedailer mangasının” en zapt edilmezi, en delidolusu, en gözü peki Yakup Cemil, Başbakanlığı basmaya giderken Enver’in bineceği kır atı getirmişti.
*
Talat saatine baktı, 14.00’ü gösteriyordu. Daha önce hazırlıkları yapmış, Babıali civarındaki her kahveye birkaç İttihatçı yerleştirmiş, harekete geçince onların görevi kahvehane müdavimlerini Babıali’nin önüne çekmeye çalışmaktı.
“Ben Sapancalı Hakkı’yla kahveleri bir kontrol edeyim, bakalım bizimkiler ne alemde,” dedi ve Hakkı’yla birlikte çıktı.
Sirkeci’ye kadar kahvelere bakarak indiler. Hiçbir kahvede görevlendirdiği hiçbir adamı yoktu. Ahali oturmuş, her zaman yaptığı gibi çay, kahve eşliğinde tütün içiyor, kederli kederli zamana kıyıyordu. Adamları girişecekleri hareketin başarısına inanmamış olacaklar ki hepsi toz olmuşlardı. Talat ne olursa olsun yolundan dönmeyecekti, yanındaki Hakkı’ya, “Var git Enver’e her şey hazır, harekete geçebilirsin de. Üniformasıyla beyaz atın sırtında onu görünce herkese bir cesaret gelir mutlaka. Ben de Nutukçu Ömer Naci’yi bulayım. Sesi gürdür, ahaliyi hemen coşturur,” dedi.
Sapancalı Hakkı fırladı, yokuşu koşar adımla çıkarak Talat’ın “harekete geçebilirsiniz” emrini Enver’e ulaştırdı. Enver hızlıca yerinden kalktı, üniformasını düzelterek avluya çıktı, orada bekleyen kır atın sırtına çevik bir hareketle atladı ve atın başını Babıali’ye çevirdi.
*
At Nuruosmaniye’den Babıali Yokuşu’na saptı. Enver’in sağında Mümtaz, solunda Hilmi vardı. İki fedai de kır atın adımlarına ayak uydurmaya çalışıyorlardı.
Yanında Talat yoktu. Babıali’nin karşı kaldırımında bir kapı aralığında sipere yatmıştı. Sapancalı Hakkı ara sokaklara dalarak hızlıca yanına vardı. Tarihin gördüğü en büyük teşkilatçı Talat Bey tedirgindi. Görevlendirdiği altmış fedaiden hiçbiri ortalıkta yoktu. Sadece Yakup Cemil, Mustafa Necip ve Ömer Naci çıkmışlardı er meydanına.
İki üç adamla ihtilal mı olurdu?
Babıali önüne biraz sonra atıyla varacak olan Enver Bey, orada büyük bir kalabalık yerine birkaç fedaiden başka kimseyi görmeyince ne yapardı acaba?
*
Mehter adımlarıyla giden atın sırtındaki süvari, iki yanında birer adamla şu anda Milli Eğitim Müdürlüğü olarak kullanılan o zamanki Nafıa Nezareti’nin yanına vardı. Kaldırımlarda ferdi ilah yoktu. Memurlar, nezaretin pencerelerinden yarı beline kadar sarkmış, beyaz atın sırtında Babıali’ye ziyarete gider gibi giden Enver’e bakıyorlardı. Memur oldukları için de “tezahürat” yapmıyorlardı.
Tam bu sırada, nezaretin taş basamaklarında duran Ömer Naci’nin gür sesi duyuldu:
“Yaşasın millet, yaşasın İttihat Terakki, yaşasın Enver!”
O gür ses Enver’e biraz komik geldi önce. Sağ yanındaki yaveri Mümtaz’a döndü;
“İttihat Terakki’yi anladık da millet nerede?” dedi.
Millet o sırada kendi derindeydi, ihtilalden bihaberdi.
Dükkanların vitrin camlarında yansıyan at üzerindeki heybetli görüntüsünü görünce, Menzil Müfettişliği’nden arkadaşı Cemal’in, “Enver artık sen Napolyon oldun” sözü aklına geldi. Genç Napolyon Waterloo Savaşı’na değil, birkaç adım ötedeki hükümet konağını basıp darbe yapmaya gidiyordu. Sağ eliyle sol göğsündeki cebi yokladı, o önemli vesika orada duruyordu, bu vesika az sonra Sadrazam Kamil Paşa’ya imzalatacağı istifa mektubuydu:
“Cihet-i askeriyenin gördüğü lüzum üzerine, hizmet-i sadaretten affımı istirham eylerim. Emr ü ferman hazreti padişahımındır.
10 kanunusani 1328. Sadrazam Kamil.”
Yazdığı mektupta “cihet-i askeriye”nin yanına “ahali” kelimesi de pek yakışırdı da “ahali” ortalıkta yoktu. Bu ahali de böyleydi işte, ihtilal zamanı geldi mi ortalıktan toz oluyordu.
Buradan gördüğü Babıali bahçesinde meraklı birkaç kişi birikmişti. Nutukçu Ömer Naci’nin durmadan yaptığı propaganda sonuç vermiş, birkaç meraklı daha yapılacak olan darbeyi, inşaat seyreder gibi seyretmeye gelmişti. Ömer Naci onları dolduruşa getiriyordu:
“Vatandaşlar, kardaşlarım. Hükümet Edirne’yi düşmana veriyor. Serhat şehri Edirne elden gidiyor. Bunu asla kabul etmeyyyiiiz.”
Eliyle de Babıaliyi göstererek, ajitastona devam ediyor:
“Şu anda burada notalar imzalanıyor. Edirne elden gidiyor. İttihat Terakki buna asla müsaade etmeyecektir. Yaşasın millet, yaşasın İttihat Terakki!”
Sesi duyan koşmaya başladı, bir anda kahveler boşaldı, Enver atını biraz daha yavaşlattı. Kalabalık biraz daha büyüdü. Hey gözünü sevdiğimin Ömer Naci’si, senin o şahane belagatın da olmasa! Darbeden sonra onu iyi bir mevkiye getirmeli…
Tam bu sırada Ömer Naci sesini daha da yükseltti, at üstünde yanında iki yaver, Başbakanla randevusu varmış gibi giden Enver’i göstererek konuşmaya devam etti:
“İşte geliyorrrr, Enver’in kır atı, işte hürriyet mücahidi Enver Bey Babıali’ye yürüyor. İşte kapının önünde arkadaşlarımız, yüzlerce sivil ve subay, ordu-millet el ele, bellerinde tabanca, içeri girmeye hazırlanıyorlarrr. Onlarla birlik olunuz, bu acizler idaresine son veriniz.”
Ömer Naci bir anda ahaliyi bıraktı, o sırada tüfek çatmış avluda çay içerek bekleyen muhafız taburuna doğru konuşmaya başladı:
“Evlatlar, elinizdeki silahları millet size kullanmak için vermiştir. Düşman Çatalca’dadır. Biz milli şerefi, milli namusu, vatanı korumak için buradayız. Siz başka türlü konuşuyorsanız, işte sinem açıktır. Ateş ediniz…”
Oysa askerlerin subayları tembihliydi ve Ömer Naci’nin bundan haberi yoktu, hepsi ayarlanmıştı, hatta içerdeki kabine toplantısında bulunan Harbiye Nazırı Nazım Paşa da ayarlanmıştı, ama bunu ihtilalcilerden sadece Talat ile Enver biliyordu.
Kır atın sırtındaki Enver, Ömer Naci’nin ateşli nutuklarıyla birikmiş meraklı ahali kalabalığı arasında menzile vardı.
*
Enver’e göre biriken kalabalık yetersizdi ama buradan dönüş de yoktu. Sağına baktı, Doktor Abidin’i gördü, ata binerkenki çevik hareketin benzeriyle atından indi.
“Abidin, sen parmaklıklı dış kapıyı tut, teşkilattan olmayan kimseyi içeri sokma. Yakup Cemil, Mümtaz, Mustafa, Sapancalı, sizler de beni izleyin.”
Merdivenleri hızlı çıkan bütün politikacılar gibi mermer basamakları atlayarak hükümet kapısından içeri daldı. Arkasından yetişmiş olan Talat ve Katib-i Umumi Midhat Şükrü Beyler de daldılar geniş hole.
Enver yanı başındaki Yakup Cemil ile Sapancalı Hakkı’ya şu emri verdi:
“Siz ikiniz, Sadaret odası ve Vükela Meclisi salonunun bulunduğu kısmın kapısını muhafazaya alın, bizim içeri girmemizi sağlayın.”
Tam o sırada silahını çekmiş olan Yakup Cemil’i uyardı:
“Bana bak Yakup, kendine hakim ol, sok bakayım o silahı beline, ihtilal kansız olacak.”
İttihat Terakki’nin işsiz güçsüz fedailerinden Yakup Cemil, Enver’in bir dediğini iki etmezdi, “Baş üstüne komutanım,” dedi, tabancayı beline soktu.
Önde Yakup Cemil ve Sapancalı Hakkı, üç adım gerisindeki Enver ve beraberindekilere adeta yol göstererek iç kapıya vardılar.
İç kapıda yalın kılıç iki süvari eri nöbetteydi Sapancalı Hakkı anısızın onlara bağırdı:
“Selam dur, yolu aç ve geri çekil.”
Nöbetçiler şaşkındı. Resmi kıyafetle Enver’i karşılarında görünce çakı gibi esas duruşa geçip selama durdular.
*
Sadaret Yaveri Nafiz Bey, o sırada iş takibi için gelen birisiyle çay içiyordu. Arnavut bir subaydı, İttihatçıları sevmiyordu, aralık kapıdan Enver ve beraberindeki kalabalık heyeti görünce işkillendi, çekmecesinden tabancasını alarak dışarı fırladı, iki el silah sesi duyuldu, Şeyhülislam Cemalettin Efendi’nin koruması kanlar içinde yerde yatıyordu, Nafiz Bey tetiğe bastı ama karşısındaki kimse daha iyi nişancıydı, vurularak yere yığıldı, bu kez Harbiye Nazırı Nazım Paşa’nın yaveri davrandı silahına, onun da akıbeti aynı oldu. İhtilalcilerden Mustafa Necip de vurulunca, kansız bir darbe yapmayı planlayan darbeciler, yarım saat içinde arkalarında dört ceset bırakmışlardı.
Darbeciler, cesetlerin üzerinden atlayarak Vükela Meclisi’nin kapısına dayandılar. Birden kapı açıldı, içeriden Harbiye Nazırı Nazım Paşa çıktı, elleri cebindeydi, karşısında Enver’i görünce, “Ne oluyor? Aklınızca Sadaret’i basmaya mı geldiniz? Haddinizi biliniz, pezevenkler,” dedi sertçe. (Daha önce anlaşmışlardı, rol yapıyordu.) Enver Bey kendinden üst rütbeli kumandanı askerce selamladı, bu da rolün bir parçasıydı. “Biz” diye cümleye başlamıştı ki cümlenin gerisini getirmeden, Yakup Cemil ani bir hareketle paşanın sırtının gerisinden silahını uzatarak sağ şakağı hizasından ateş etti. Harbiye Nâzırı ve Başkumandan Vekili kanlar içinde yere yığıldı. Enver Bey beklenmedik bu hadise üzerine hiddetle, “Ne yaptın Yakup?” diye haykırdı. Yakup Cemil, “Bu adamlara başka türlü laf anlatılmaz” dedi.
Olan biten Talat Bey'i hiddetlendirmişti, avazı çıktığı kadar bağırdı:
"Bir tabancanın daha patladığını görürsem burayı terk ederim, ona göre."
Ortalık bir anda sükunete kavuştu. Talat Bey olayın beklenmedik kanlı bir yola yöneldiğini çoktan anlamıştı.
Yakup Cemil, Harbiye Nazırı Nazım Paşa’nın son anda İttihatçıların safına geçtiğinden habersizdi, meğer Babıali Muhafız Bölüğünü o ayarlamıştı, Enver de en az Talat kadar öfkelendi, Yakup Cemil bir çuval inciri berbat etmişti.
Neyse ihtilalde devamlılık esastır. Kapıdaki odacıya Sadrazam’ın yerini sordu, makamda cevabını aldı.
*
Başbakanlık makam odasının kapısı sert bir tekmeyle açıldı. Önde Enver Bey, ihtilalciler bir anda odaya doluştu.
İhtiyar Sadrazam karşısında Enver’i görünce işin ciddiyetini anladı. Enver Bey, Kamil Paşa’yı hürmetle selamladı. Ve hiç beklemeden beş kelimelik sözlü muhtırayı kendisine bildirdi:
“Millet sizi istemiyor, istifanamenizi yazınız.”
Kamil Paşa Enver Bey’e yer gösterdi, “Buyurun oturun, hemen yazarım,” dedi.
İhtilal oturarak yapılmaz, ihtilalciler ayakta ölür, acelesi vardı. Kamil Paşa önüne bir kağıt çekti. Divitini mürekkep hokkasına batırdı, padişaha giden bütün önemli yazışmalarda olduğu gibi klasik girişi yazdı:
“Huzur-ı Şevketmeab-ı Cenab-ı Hilafetpenahi’ye…”
“Cihet-i askeriyenin isteği üzerine, hizmet-i sadaretten affımı istirham eylerim.”
Diviti tekrar hokkaya batırdı.
“Emr ü ferman hazreti padişahımındır. 10 kanunisani 1328. Sadrazam Kamil.”
Enver sol göğüs cebinden çıkardığı “istifanname sureti” ile sadrazamın yazdığını karşılaştırdı. “Cihet-i askeriye” kelimelerinin devamına “ve milletin” ibaresinin yazmasını istedi. Sadrazam onu da yaptı. Kağıdı kapıp aceleyle çıkarken, aklından “keşke ve milletin bağrından çıkan” sıfatını da ekletseydim düşüncesi geçti ama buna vakti yoktu.
İhtilalin beyni Talat Bey’i bir kenara çekti. Bir süre fiskoslaştıktan sonra görev dağılımını yaptı.
“Ben Saray’a gidiyorum. Sapancalı Hakkı sen burada Talat Beyle vaziyete hakim olun. Azmi, sen de Laz Sudi ile Nail’i alıp polis müdürlüğünü derhute et. Yakup Cemil sen benimle gel, burada kalırsan ne halt edeceğin belli olmaz.”
Süratle dışarı fırladı.
*
Babıali’nin önü mahşeriydi. Duyan gelmişti. Kalabalığı görünce Enver’in canı bir nutuk atmak istedi, dedi ki:
“Bundan sonra sobanız da tütecek, ocağınız da, Sadrazam Kamil Paşa istifa etti. Milletin haklarını savunacak bir kabine kurulacaktır. Milletin bağrından çıkan bizlere güveniniiiz. Şimdi zat-ı şahaneye bilgi vermek üzere, Saray’a gidiyorum.”
Şeyhülislam Cemaleddin Efendi’nin makam arabasına Yakup Cemil’le binerek Dolmabahçe’ye doğru yola çıktı.
Araba Sirkeci’de insan kalabalığını yararak yola devam etti. Arabanın camından bir varilin üzerine çıkarak canhıraş bir şekilde bağıran “ilk milli nutukçumuz” Ömer Naci’nin sesini duydu:
“İşte hürriyet kahramanı Enver Paşaaaa!”
Geleceği gören Ömer Naci, o sırada Yarbay rütbesine sahip Enver Bey’i, adeta geleceğini görerek paşalığa terfi ettirmişti.
*
Enver, huzura çıktı, padişahtan Mahmut Şevket Paşa’yı sadrazamlığa, Talat Bey’i de Dahiliye Vekilliğine getirmesini rica etti, padişah “tamam evladım” dedi. Ancak Mahmut Şevket Paşa vaktiyle kendisine kazık atmış olan Talat’ın kabinede olmasını istemiyordu. Oysa Talat kendini çoktan Dahiliye Vekili tayin etmiş, ihtilalin haberini telgrafla bütün illere bildirmişti. Talat mecburi geri adım attı. Ekibiyle birlikte tam anlamıyla imparatorluğa “çökmeleri” 4 ay sonra Mahmut Şevket Paşa’nın bir suikastla öldürülmesinden sonrasına kalacaktı.
*
İhtilalin ertesi günü 24 Ocak 1913’te çıkan Babıali gazetelerinin şimşir puntolu “Mahmut Paşa çok yaşa” başlıklarının altında günü mana ve ehemmiyetine uygun gırla yorum vardı.
Yorumların ortak başlığı ise şuydu:
“Ordu-millet el ele.”
*
Yararlanılan kaynaklar:
1-Örsan Öymen, Bir İhtilal Daha Var, Doğan Yayınları
2-Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1839-1945, İmge Kitabevi
3-Galib Vardar, İttihat ve Terakki İçinde Dönenler, İnkılap Kitabevi
4-Ali Fuad Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Türk Tarih Kurumu
5-Celal Bayar, Ben de Yazdım, cilt 4, Baha Matbaası
6-Mithat Şükrü Bleda, İmparatorluğun Çöküşü, Destek Yayınevi