Sezen Aksu'nun cesareti!
Önceki yazımda görüşlerine başvurduğum rahmetli Hüsamettin Arslan’ın, “Gündelik hayatta, bilgiyle kirlenen insanlar, sıradan insanların” yani ‘sağduyunun’ cennetinden kovulurlar” dediğini aktarmıştım. Ona göre, “Bu insanlar için geriye dönüş imkansızdır artık; “dünyevi cehennemin zebanileriyle yaşamak kaderleridir”; çünkü “içlerine ‘şeytan’ girmiştir”.
Sezen Aksu da "sıradan insanların cennetinden kovulmuş" "içine şeytan girmiş" bir büyük sanatkardır; bu tür insanları başına, son günlerde onun başına gelenler gelir.
*
Basit bir şarkı sözünden devasa bir “memleket meselesini” çıkarıp, bu ülkenin yetiştirdiği en kıymetli sanatçılarından birisine hayatı zindan eden o linç ordusuna içinde “hikmet”, “sanatın yüceliği”, “sanatın bazen can yakıcı mazereti” gibi cümleler barındıran laflarla cevap vermek çok acıklı, çok cahilce, çok beyhude bir çabadır biliyorum elbette ama yine de böylesi zamanlarda susmak yerine bir şeyler söylemek, sözün kıymetini bilen her sağduyulu insanın yapması gereken bir şeydir.
Ancak her meselede olduğu gibi Sezen Aksu meselesi de hemencecik bağlamından kopartıldı. İktidara karşı olanların alayı Sezen Aksu’yu savunan cephede, iktidar yanlıları da “karşı cephede” konuşlandı. Ve hiç hak etmediği halde Sezen Aksu üzerinden “siyasi bir hesaplaşma” başladı. Ben şahsen kendimi iki kampa da uzak görüyorum. Meseleye de “siyasi” bakmıyorum. Benim için mesele önce insani sonra da sanatın meselesidir.
Keşke Sezen Aksu gibi büyük bir sanatkar, basit bir şarkı sözünden dolayı bu kadar büyük bir linç ordusunun saldırısına uğramasaydı.
*
Ve benim asıl sözüm ellerinde kocaman taşlarla sıranın kendilerine gelmesini bekleyen “laikçi”, karşı linç ordusuna...
Vakti zamanında Ak Parti’nin “demokratikleşme” ve “Kürt politikasına” destek verdi diye Sezen Aksu’nun İzmir’de bir sokağın tabelasındaki adını silmeye kalkışmış, “Sezen” olan ismini “Sazan” diye değiştirmişti bu güruh. Bugün ise “bilgisizliği” hakaret sayan kendilerine benzer bir güruhun onu linç etmeleri karşısında “biz sana dememiş miydik, sürüden ayrılanı kurt kapar, müstahak sana” deyip ona yapılan bu korkunç muameleyi kendi fikirlerinin sağlamasının aracı haline getirmeye çalışıyorlar yüzlerinde çirkin bir sırıtışla. Ve asıl can yakıcı tavır budur bana göre. Ben Sezen Aksu olsam, “istemem, desteğiniz batsın” diyeceğim alayına!
Bu memlekette “laikçiler”le ("laikler" demiyorum) ile “dincileri” ("dindarlar" demiyorum) birleştiren tek şeyin gemlenemez “kin”leri olduğu bir gerçek. Ne yazık ki “kindarlık” bütün ideolojileri benzer kılan aynı fotoğrafın “arabıdır” bu memlekette ve zamanı geldiğinde bu fotoğrafı herkes kendi “karanlık odasında” yıkayıp öyle sürüyor piyasaya.
*
Benden yaşlı ve benden genç, bu memlekete yaşayan herkesin bir yarasına denk gelen bir şarkı yapmış olan Sezen Aksu konusunda son günlerde yazılan onca yazının içinde, “hadisenin şahidi” olduğum için bir şerh koymak istiyorum Oray Eğin’in geçen çarşamba günü yayınlanan yazısındaki “Bugüne kadar yaptığı en iyi iş olan Türkiye Şarkıları konserlerinden sonra askerin bir-iki hadsiz lafı üzerine korkmuş, köşesine çekilmiş susmuştu” cümlesine.
2002 yılında verdiği “Türkiye Şarkıları” konserinde Kürtçe bir şarkı da söylediği için, o gün de bugünkü gibi “parçalamak” istemişlerdi Sezen Aksu’yu. 28 Şubatçı generaller aynı bugünkü güruh gibi öfkeliydi ona. Bugün onu şeytana atmak isteyenler, o gün aslanlara atmak istiyordu.
Hayır Oray Eğin, Sezen Aksu o gün hiç korkmadı. Biliyorum, çünkü o konserin organizasyonunun bir yerinde ben de vardım. Hatta söylediği “Bûkê” şarkısının Kürtçe sözlerini ona ben öğretmiştim. Çabucak öğrenmişti bu topraklarda kullanılan hiç birimizin bilmediği öteki dillerdeki şarkı sözleri gibi. Ege Ordu Komutanı Hurşit Tolon, İzmir Efes’te verilen ilk konser 30 Ağustos’a denk geldiği için öfkelenmiş, “Anlamsız bir konser, şüpheyle karşılıyorum” demiş, aynı konseri İstanbul’da vermeye sıra geldiğinde de organizatörler o zamanki Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan’dan “izin” almayı geçirmişlerdi akıllarında. Aynı sene seçim kazanarak iktidara gelen Ak Parti’ye karşı bir süre sonra “Ayışığı”nda "Yakamoz"lar içinde “Sarıkız” sonatlarını bestelemeye hazırlanan generallere göre repertuarında Kürtçe, Ermenice, Lazca, Rumca, Sefarad şarkıları olan bir konserin zamanı değildi. “Askeri vesayet” yıllarıydı. Herkesi korkutmuşlardı. Organizatörler de şaşkındı, onlar da ne yapacağını bilmiyordu. Bir tek Sezen Aksu korkmadı! “Çetin Doğan’a gidip izin isteyelim” fikrine şiddetle karşı çıktı. “Bir konser için ordu komutanından izin mi alınır” dedi, diretti “Bu konseri iptal etmeyeceksiniz” dedi organizatörlere. Çıktı, İstanbul Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’na, arkasına Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Çocuk Korosu’nu da aldı, gümbür gümbür söyledi o birbirinden muhteşem şarkılarını.
Türkiye de bölünmedi!
*
Şimdi onu aslanlara, onu timsahlara, onu köpekbalıklarına atmadan önce gözlerinizi yumun ve derinden derine, sanki tarih öncesinden geliyormuş gibi gelen “Başını göğsüme sakla sevgilim” tınısını duymaya çalışın ömrünüzün bir deminde hayatınıza girdiği şekliyle… o zamanlar ya çocuk ya aşık ya da kazık kadardınız.
O ses hep aynı yaşta ama, bugün de aynı yaşta, yarın da aynı yaşta olacak!