Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Orhan Veli, Ahmet Haşim’in belalısıdır. Takılmadan duramaz. Aslında takıldığı Haşim’in kişiliği değil, şiiridir. Zira Haşim, Yahya Kemal’le birlikte Orhan Veli ve arkadaşlarının başkaldırdığı eski şiirin sembolüdür, şiiri “yüksek sanat” olarak görür.

        Orhan Veli’yle özdeşleşen “Garip” akımı, öncülerinden birisinin Haşim olduğu önceki şiire reddiyeyle çıkar meydana; onlara göre şiir, onlardan önceki ciddi, büyük şairlerin sandığı şey değildir sadece. İsyan; o zamana kadar şiirin konusu olmayan bir yığın sıradan insanı ve şeyi, misal “Mualla”yı, “Dalgacı Mahmut”u, “Süleyman Efendi”yi, “nasırı”, “nankör kediyi” falan sokar şiire.

        *

        Ahmet Haşim Osmanlı’nın son demi, Orhan Veli Cumhuriyet’in ilk yıllarıdır.

        Haşim havas, Veli avamdır.

        *

        Orhan Veli vezni, kafiyeyi, imgeyi velhasıl şiirde o zamana kadar ne varsa hepsini yıkan bir şairdir. Haşim gibi sembolist değil, hatta şiirde sembollere ifrit olur ama eski şiire başkaldırmak için ona bir sembol lazım gelir, onu da çabucak bulur. O sembol de Haşim’in bizzat kendisidir.

        Haşim’in bir Canan’ı var. Ulaşılmaz bir sevgilidir Canan. Yüzünü görmesi mümkün değildir. Yüzü ancak gece, ay ışığı su birikintisine vurduğunda suda yansır da öyle görünür şaire. Sadece bu zamanlarda görülebilen bir ay parçasıdır Canan. Şiirinde onu şöyle anlatır Haşim:

        “Canan ki gündüzleri gelmez

        Akşam görünür havz üzerinde”

        Orhan Veli onun bu mısralarını şu şekilde “ti”ye alır:

        “Canan ki Degüstasyon’a gelmez

        Balık pazarına hiç gelmez”

        “Degüstasyon” Balık Pazarı’nın içinde bir meyhanedir. Veli’nin Canan’ı göklerden inmiş sağda solda sürtüyor. Ama işte zalim Canan bir tek şairin müdavimi olduğu Balık Pazarı içindeki Degüstasyon’a uğramıyor! Uğrasa şair ona ne yapacağını biliyor ya gelmiyor işte.

        *

        Orhan Veli burada durmuyor, ille de eski şiirin sembolü Haşim’i gezindiği yüksek katlardan indirip ahalinin içine karıştıracak.

        Haşim’in “Bir Günün Sonunda Arzu” şiiri şöyle biter:

        “Akşam, yine akşam, yine akşam

        Bir sırma kemerdir suya baksam;

        Üstümde semâ kavs-i mutalsam!

        Akşam, yine akşam, yine akşam

        Göllerde bu dem bir kamış olsam!”

        Orhan Veli durur mu? “Eskiler Alıyorum” şiirinde Haşim’e şöyle takılır:

        “Şiir yazıyorum

        Şiir yazıp eskiler alıyorum

        Eskiler verip musikiler alıyorum

        Bir de rakı şişesinde balık olsam.”

        Haşim’in şiirine en büyük “taşı” da “Karanfil” şiirinde atar Orhan Veli. Haşim’in “Karanfil” şiiri şöyledir:

        “Yârin dudağında getirilmiş

        Bir katre âlevdir bu karanfil,

        Rûhum acısından bunu bildi!

        Düştükçe vurulmuş gibi, yer yer,

        Kızgın kokusundan kelebekler,

        Gönlüm ona pervane kesildi.”

        Orhan Veli, savaşı basamak yaparak taşlamaya başlar Haşim’i; aynı adla bir şiir yazar, onun “Karanfil”i ise şöyledir:

        “Hakkınız var, güzel değildir ihtimal

        Mübalağa sanatı kadar

        Varşova'da ölmesi on bin kişinin

        Ve benzememesi

        Bir motörlü kıtanın bir karanfile

        'Yarin dudağından getirilmiş'”

        *

        Karanfil ki en çok yakışandır şiire. Hemen hemen her şairin ya yakasında ya ağzının kenarında bir karanfil vardır.

        Edip Cansever der ki;

        “sen bir karanfilsin, delisin

        içlisin de, bükersin hemen boynunu

        mendilimin içindeki kirazdır

        mendilin içi kiraz

        bilmen ki, ne desem, yaz mutluluğu.”

        “Yüreğine bir karanfil sokulmuş” olan şair İsmet Özel ise, “Kalk Gidelim Düğüne”de; “incesin/bardakta bir karanfile benzemiyor inceliğin,” diyor.

        *

        Efsanesi çoktur karanfilin. En çok bilineni şöyledir:

        Tanrıça Artemis ava çıkar. Döner dolaşır, kısmetsiz bir gündür, yoluna hiçbir av çıkmaz, eli boş eve dönerken ormanda flüt çalan bir çobana rastlar. Aman Tanrım bu nasıl müziktir böyle! Demek bu densiz çoban bütün gün kavaldan bu sesleri çıkartarak hayvanları ürkütmüş, uzaklaştırmıştır buralardan. Öfkeden kudurur. Çobanı yatırır yere, gözlerini oyar. Yerde duran o masum gözlere bakarken yaptığı hayatı görür, işlediği günahı anlar. Kendini tutamamış, öfkesinin kurbanı olmuştur Tanrıça. Pişman olur ama son pişmanlık fayda vermez, elinden bir şey gelmez.

        Bakar öyle yerde duran gözlere. Kısa bir süre sonra o iki göz, birer karanfile dönüşür, biter toprakta. İki kan kırmızısı karanfile…

        O günden bugüne kırmızı karanfil, dökülen masum kanın simgesi olur çıkar.

        Bir Hıristiyan inanışına göre ise karanfil, İsa çarmıha gerildiğinde Meryem’in döktüğü gözyaşlarından doğmuştur.

        *

        Şairlerin içinde en karanfil kokanı, “Yerçekimli Karanfil”in yazarı Edip Cansever değil “Karanfil Sokağı”nın yazarı Ahmed Arif’tir derler. Ağzının bir köşesinde karanfil, durmadan çiğnedi durdu. Sigarası da karanfil koktu, üstü başı da...

        *

        Yazıya Orhan Veli’yle başladık, onun en yakın arkadaşı, “Şu anda dışarda yağmur yağıyor/Ve bulutlar geçiyor aynadan/Ve bugünlerde Melih'le ben/Aynı kızı seviyoruz” dediği Melih Cevdet’in şiirinden iki mısrayla bitirelim o halde:

        “Bir çift güvercin havalansa

        Yanık yanık koksa karanfil.”

        Diğer Yazılar