"Çöl Kraliçesi" mi, Allah'ın belası mı?
Bazı insanları dağlar, bazılarını denizler, bazılarını da çöller çağırır. Dağ destan, deniz şarkı, çöl şiirdir. Dağların çağrısına uyan destan yazmaya, denizlerinkine uyan şarkı söylemeye, kendini çöle vuran ise şiir yazmaya gittiğini sanır. Ama ne dağlarda destan ne denizlerde şarkı ne de çölde şiir vardır. Kaya sert, su sinsi, kum zalimdir.
*
12 Temmuz 1868’de Britanya’da, Durham County’de, İngiltere’nin sayılı zenginlerinden sanayici bir ailenin kızı olarak doğan, iki yaşındayken annesini kaybeden, önceleri pek hoşlanmadığı, daha sonra ise sıkı bir ilişki kurduğu, ölene dek ona bir günlük tutar gibi mektuplar yazdığı bir üvey anne tarafından büyütülen, babasının çizdiği yönde yol alan, girdiği Oxford’un modern tarih bölümünü iki yıl gibi kısa bir sürede birincilikle bitiren ilk kadın olan, büyüdüğü yıllar Avrupa entelijansiyasının Doğu’nun gizemine kapıldığı yıllar olduğundan, birçok Avrupalı entelektüel gibi önce Farsça öğrenen Gertrude Margaret Lowthian Bell, 1892 yılında İran sefiri olarak atanan amcasıyla gittiği İran’da “Hafız’ın Divanı”na oturur oturmaz “çölün şiirini” bulmayı kafasına koydu ve bu arayışı onu yıllar sonra bu toprakların en bozguncu kadını haline getirdi.
“Çölün şiirini” bulayım derken payına “harita çizmek” düştü. Sessizlik ve yalnızlığın çözülmez bir örtü gibi insanın etrafını sardığı çölde “zalim bir aşkın” pençesine düştü önce; şiir elinden kaydı, kendisinden yüz yıl sonra da hâlâ milyonlarca insanın ölümüne sebep olacak siyasi bir kargaşanın mucidi oldu çıktı. Bu yüzden bugün milyonlarca kişi adını duyduğunda bir lanet gönderir mezarına; ne güzel işler yaptı, ne iyi kadındı diyen çok az kişiye rastlanır bugün Ortadoğu’da.
*
Bu hatun kişinin adı şimdiye dek çok çalınmıştı kulağıma. Okuduklarımın arasında belli belirsiz bir yankısı vardı bir yerlerde. Ama ilginç hikayesiyle tanışmama Ümit Fırat abim vesile oldu. İngilizlerin Irak’ı işgal etmesiyle birlikte, topraklarına destursuz giren gavura kırık tüfekleriyle karşı koyan Kürt milislerin arasında yer alan babamın o direniş sırasında aldığı “İngiliz yarasını” anlattığım yazım üzerine Ümit Fırat, “Söz İngiltere, Musul ve çevresinden açılmışken Gertrude Bell denen tarihin en büyük ........dan da söz etmek lazım. Bir gün onu da yazsan iyi olur,” mesajını gönderince kadını araştırmak ve bu yazıyı yazmak farz oldu bana. Bu araştırmanın bana çok faydası oldu ama en büyük faydası, yazıya aldığım o Kürtçe şarkıda geçen İngiliz Hakiminin gerçek adını öğrenmiş olmamdı. Şarkıda İngilizlerin Musul’a yönetici olarak atadığı “hakim”, “Necman” olarak geçiyordu; “İngilizce adını bilmiyorum” falan demiştim o yazıda.
Önce Gertrude Bell’in Türkçeye oldukça kötü çevrilmiş olan “Mezopotamya’da 1915-1920 Sivil Yönetimi” isimli kitabında karşıma çıktı bu isim. Bell kitabında, İngilizler Musul’a girdikten sonra, “Musul’un durumu daha belli olmamıştı. Kent savaşla harap olmuştu. Yardımsız ve yönetimsiz ortada bırakılamazdı. Asker işgali olunca Albay Leachman Siyasi Memur atandı. Leachman yönetimi devraldı,” diyor. Yazımda, Kürtçe şarkıdan yola çıkarak “Leachman”ın Musul çarşısında öldürüldüğünü yazmıştım; Bell kitabında “Albay Leachman, ziyaret ettiği Felluce yolundaki şeyhinin kinine kurban gitti”ğini söyler ve “Albay Leachman’ın yerine Albay Bili, Siyasi Memur olarak atandı. Kendisinin yönetici olarak uzun deneyimi ve büyük yeteneği vardı. Yeni olduğundan, kendini tanıtmak ve Kürt sorununu kendi düşüncesine göre sonuçlandırmak için bölgede dolaşmaya karar verdi,” der. Bell’e göre Kürt direnişçiler Albay Bili’i de öldürdüler. Kürt direnişçilerinin amacı Musul’u onlardan geri almaktı zaten. Bu uğurda çok can verdiler. Onca karışıklığa bir de “Kürt direnişçisi” belasını sarmamak için 1919 yılının sonuna doğru “Kuzey Kürdistan’ın dağ sınırlarını yönetmekten vazgeçtik,” diyor kitabında Gertrude Bell.
*
İran’dayken; İngilizceye çevirdiği Hafız Divanı’yla (ki bu çeviri için bütün zamanların en iyi çevirisi derler) hemhalken Tahran’da İngiliz sefaretinde tanıştığı ikinci katibe aşık olan, babasının rıza göstermemesi ve adamın bir kaza sonucu ölmesi üzerine aşkına kavuşamayıp kendini çöle vuran Gertrude Bell’i (Hayatını anlatan 2015 yapımı Werner Herzog’un “Çöl Kraliçesi” filminde onu Nicole Kidman canlandırmıştı) Osmanlı topraklarında küçük küçük devletler kurma fikrine götüren süreç her yönüyle ibretlik bir süreçtir.
*
Biri yüzyılın sonunda, öteki yüzyılın başında olmak üzere iki dünya turuna çıktı Bell. Amerika, Okyanusya, Uzak Doğu, Hindistan ve Afrika’yı dolaştı. 1899’dan 1914’e kadar da Osmanlı coğrafyasında gezdi durdu. Bu gezi sırasında bildiği dillere Türkçe ve Arapçayı da ekledi. Gezileri sırasında kazılar da yaptı. Tıpkı “Arabistanlı Lawrence” gibi arkeolojik faaliyetlerini ajanlığını perdelemek için kullandı. 1907’de Ramsay ile Konya Karadağ Binbirkilise’de bir taraftan Hititlerin başkentini ararken diğer taraftan da Almanlar tarafından inşa edilen İstanbul-Bağdat demiryolunu gözledi. 1905, 1907, 1909, 1911 ve 1914’te Anadolu, Mısır, Suriye, Irak ve Arabistan’ı gezdi. Irak’ta bulunan Ukaydir kalesini keşfetti. Gezileri sırasında gittiği şehirlerde bulunan Türk, Kürt, Arap, Fars, Ermeni, Rum, Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi kanaat önderleriyle görüştü, birçoğuyla ahbap, dost oldu. Osmanlı Devleti ve Britanya Krallığı’ndan izin almaksızın gerçekleştirdiği efsanevi 1913-1914 gezisi, Birinci Cihan Harbi sırasında yaptığı kariyeri için önemli bir basamak teşkil etti. Bu geziden sonra Londra’ya vardığında harp patlak vermişti.
Aşık olduğu Doughty Wylie’nin İngiliz saflarında Çanakkale’de ölmesi Bell’i Türklere karşı kinle doldurdu. Dostu Wyndham Deedes aracılığıyla Arthur Hirtzel’e “Arap aşiretlerini Türklere karşı kışkırtabilirim” diyen bir mektup yazdı. Bu mektupla savaş lortlarının ilgisini çekti.
1915 Kasım’ında Mısır’a, oradan da Basra’ya gitti, Osmanlı’yı parçalayarak Çanakkale’de ölen sevgilisi Wylie’nin intikamını Türklerden alacaktı. Burada İngilizlere Irak’a girmenin yolunu gösterdi, 11 Mart 1917’de İngilizler Bağdat’ı işgal etti.
Böylece asıl amacına bir adım daha yaklaştı. Dağılmakta olan Osmanlı İmparatorluğundan Arapları koparacak, Ortadoğu’da aynı milletten bir sürü devlet yaratacaktı. Harp Osmanlı’nın yenilgisiyle sonuçlanınca Gerthrude Bell’in kafasında şu fikir iyice olgunlaştı:
“Doğu toplumları kendilerine verilecek özgürlükleri suiistimal edip kısa sürede kaybedeceklerinden, onlara hürriyetlerini vermeyip kurulacak küçük devletçiklere hamilik yapmak Batı devletlerinin sorumluluğudur.”
*
Ortadoğu’da konuşulan bütün dillere hakimdi Bell. Bütün kültürleri çok iyi tanıyordu. Gittiği her şehirde, uğradığı her kasabada, yoluna çıkan her Bedevi çadırında mutlaka bir tanıdığı vardı. Diplomatlarla partilere katlıyor, şeyhlerin sofralarına rahatlıkla “kadın başına” oturuyordu. İstihbaratçılığı bu yüzden Britanya’nın çok işine yaradı. Onun verdiği istihbaratla İngilizler Osmanlı-Arap şehirlerini bir bir işgal etti. Savaşın ardından Paris Barış Konferansı’na Bağdat’ı temsilen katıldı. Çünkü Irak onun eseriydi, adını bile o bulmuştu. Oturdu sabahlara kadar haritasını çizdi, sınırlarını özenle belirledi. Kral Faysal’ı bile o buldu. Suriye’nin Fransızlar, Filistin’in Yahudiler tarafından işgaline karşı çıktı. Siyasi yetki verirlerse eğer Arapların İngilizlerle işbirliğine hazır olduğuna inandı. Bir Bedewi’nin kalbini ondan daha iyi tanıyan olamazdı.
*
Winston Churchill 1921'de, Ortadoğu’da kurdukları düzenin son rötuşlarını yapmak üzere Kahire Konferansı'nı topladı. Gertrude Bell, konferanstan önce mesaisinin büyük bölümünü Mekke şerifinin küçük oğlu Faysal'ı kendi krallığını kurmaya ikna etmek için harcamıştı. Günlüğünde şunları yazdı:
‘‘Ölmeden önce Faysal'ın Pers sınırlarından Akdeniz'e kadar hüküm sürdüğünü göreceğim.’’
Gertrude Bell, Churchill'in konferansa çağırdığı kırk kişinin içinde tek kadın delegeydi. 12-25 Mart 1921 günleri arasında toplanan Kahire Konferansı’nda Filistin, Şam ve Ürdün hakkında da önemli kararlar alındı. Kurulacak devletin adının “Mezopotamya” değil “Irak” olması kararlaştırıldı. Iraklılar tarafından davet edilmesi şartıyla, Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ın, seçimle kral yapılması tasarlandı. Kendisini “Ümmü’l-Mü’minîn” diyecek kadar çok seven Arap liderlerini ikna etme görevi Bell’e verildi. O da Faysal'ı Irak'ın ilk kralı seçtirmeyi başardı. Osmanlı'dan koparılan Bağdat, Basra ve Musul'u da dahil ederek Irak'ın sınırlarını belirledi. “Ben bir Iraklıyım,” dedi ve Irak kurulduktan sonra Kral Faysal'ın en yakın sırdaşı oldu. Günlüğüne şunları yazdı:
‘‘Bu sabah tüm vaktimi Bağdat'taki ofisimde Irak'ın güney sınırlarını belirleyerek geçirdim. Çok güzel bir sabahtı...’’
Şu cümle de onundur:
“Üniformalar, kaftanlar uşaklar, hizmetkârlar, gergin geçen yemekler, yükselen tansiyonlarla burada bir tarih yapıyoruz. Bir daha asla bir Kral yaratma işine girmeyeceğim. Fazlasıyla yorucu bir iş bu!’’
Tahtını göstermelik bir referandumla (Tüm baskılara rağmen Musul’da sandık kurulamamış, Süleymaniye’de halk sandıklara gitmemiş, Kerkük ise “hayır” demişti, Kürtlerin bu işte rızası yoktu) sağlamlaştıran Faysal, yurtdışı gezisine çıktı. Dönüşünde İstanbul’da bulunan Kürt Teali Cemiyeti’nden Mevlanzade Rıfat ve Emin Ali Bedirhan Bey, bir Kürt devleti kurma umuduyla Bell’e müracaat ettiler. Bell bu “ihtiyarlara” İstanbul banliyölerindeki bahçeli evlerinde, emekliliklerini yaşamalarını salık verdi. Bell, “bir Kürt devleri kurulacaksa onu da ben kurarım” dedi.
Ama onun ajandasında bu hiçbir zaman yer almadı. Türk düşmanı olduğu gibi, kalbi hiçbir zaman Kürtlerden de yana atmadı.
*
Eylül 1922’den Irak Müzesini kurdu. Vaktinin büyük bir bölümünü müzeye verdi. Müzede çok kıymetli kitap ve evrakı düzenlemişti. Oldukça yorgundu. 1892’de gittiği Tahran’da, nişanlısı Henry Cadogan’ın nehre düşüp ölmesi, 1905’te Konya’da aşık olduğu Doughty Wylie’nin Çanakkale Savaşı’nda vurulması ve son aşkı Kinahan Cornwallis’in gelen evlilik teklifini reddetmesi Bell’i ruhsal olarak yıpratmıştı. Sakinleştirici almadan uyuyamıyordu.
1923'ten itibaren koyu bir yalnızlığın içine düştü. Bağdat'ta etrafında sadece ölülerin kemikleri vardı. 1926'da kardeşini kaybetti, bu aldığı son darbeydi. Üvey annesine yazdığı mektupta ‘‘Burada çok yalnızım. Ve bu yalnızlıkla çok fazla devam edemem’’ dedi. ‘‘Sevgili baba, artık durmalıyım. Daha fazla yürüyemeyeceğimi hissediyorum’’ diyen mektup, babasına yazdığı son mektup oldu. Bu sözleri belki de bir intihar haberiydi. 12 Temmuz 1926 gecesi, elli sekizinci yaş gününden iki gün önce, Bağdat’taki evinde, uykusunda öldü. Ölüm sebebi “aşırı doz” olarak raporlara geçti.
Ölümünden bir ay önce annesine; intihar ettiği iddialarına destek verecek şekilde “dünya çok zalim değil mi?... Burada yapayalnızım. Hiç kimse sonsuza kadar yalnız yaşayamaz. En azından ben yaşayamam” diye yazmıştı. 7 Temmuz 1926 tarihli son mektubunu “artık yazmayı bırakmalıyım, sıcaklık uzun mektuplar yazmaya müsaade etmiyor. Seni seven kızın Gertrude” diye bitirdi.
Geride 9 kitap, 1600 mektup, 16 günlük, 7 bin fotoğraf ve bugün bile, hâlâ Ortadoğu’da istikrarsızlığın kaynağı olan yapay bir devleti, “Irak”ı bıraktı.
Irak en büyük eseriydi.
*
Bazı insanları dağ, bazılarını deniz, bazılarını da çöl çağırır. Çöldeki arayış her zaman insanın yoluna şiir çıkarmaz; tıpkı dağların destan, denizlerin şarkı çıkarmaması gibi…
*
Yararlanılan Kaynaklar
Mustafa Celalettin Hocaoğlu, “Gertrude Bell’in Irak Mandasının Kurulmasındaki Rolü”, Doktora Tezinden özetlenen makale, Tarih Okulu Dergisi
Gertrude Bell, “Mezopotamya’da 1915-1920 Sivil Yönetimi”, Yaba