Bir düşüm var!
Bütün ağırlığıyla üzerimize çöken felaketin üzerinden tam on gün geçti. Marmara’yı vuracak derken, beklemediğimiz bir yerden vurdu. Maraş sarsıldı, beraberinde on vilayet daha… Asrın felaketi olarak gelip bağrımıza taş gibi oturdu.
Bizi ısıtacak, ışık verecek olan güneş o gün tutuldu.
Şaşırdık, sağa sola yalpaladık önce, sonra yardıma koşmak için birbirimizle yarıştık; sadece bu topraklarda olabilecek bir dayanışma duygusuyla ilk dakikadan itibaren yek vücut olduk. Ama aradan çok geçmeden bir haller oldu bize, her zaman yaptığımız gibi başladık birbirimizi suçlamaya.
*
Ademoğlu bu, Havvakızı… Cennetten sürgün yediği günden beri izah etmekte güçlük çektiği bir yığın meselenin mesuliyetini doğaüstü güçlere, olmadı başkasına yükler. Büyük felaketler, öngöremediği büyük altüst oluşlar karşısında hemen savunmaya çekilir. Kendini korumaya alır, suçu başkasına atar.
*
Büyük felaketin onuncu gününde ölenlerin öldüğü, kalanların cılk yaralarıyla yeni doğan bir kuş yavrusu kadar çaresiz biz felaketin dışında kalanlara baktığı bu günlerde bir düşüm var benim.
Bugünden itibaren hepimizin, kelimenin her anlamıyla hepimizin birlikte yapacağı ortak ve hayırlı bir iş bulmak...
Bu iş ne olabilir?
Mesela felaketin yaşandığı günden bugüne hep birlikte yaptığımız işlere bakalım:
Büyük bir dayanışma gösterdik; lokmamızı, libasımızı, yorganımızı, döşeğimizi, ekmeğimizi, paramızı bölüştük amenna, Allah razı olsun herkesten ama bir o kadar da birbirimizi kıyasıya eleştirdik, suçladık, hatta lanetledik ve hâlâ aynı şeyi yapıyoruz.
Büyük felaket üzerimize abandığı günden beri yalnızca içimizdeki öfkeyi dışa vurmak için güdümlü kelimelerden taşlar yapıp birbirimize fırlatıyoruz ha bire.
“Suç bende değil, sende,” diyoruz.
“Hata benim değil senin,” diyoruz.
“Bunun hesabını ben değil sen vereceksin,” diyoruz.
“Tüm olan bitenin sorumlusu ben değilim sensin,” diyoruz.
Yani birlikte ve aynı anda yaptığımız tek şey birbirimizi suçlamak!
Hepimizin ortak yaptığı tek şey kendimizi haklı bulmak, haklı çıkarmaya çalışmak.
*
Hani hep diyoruz ya “biz dostları az düşmanları çok bir milletiz” diye; öyleyse eğer o düşmanların istediği tek şey, bu büyük felaket anında birbirimize girmemiz…
Ne yaparsak yapalım; iç kargaşanın büyüdüğü, terörün hüküm sürdüğü, canlı bombaların patladığı, başka depremlerin yaşandığı geçmiş zamanlarda da birbirimize düşme döngüsünü değiştiremedik, şimdi de değiştiremiyoruz. Onlar, o “kötü adamlar” ne isterse biz onu yapıyoruz.
Onlar bir yere bomba koyduklarında sonrasında da neler olacağını tahmin ediyor, kurguluyorlar her şeyi. Doğa çarık çürük evlerimizi başımıza yıktığında, dere yatağına yaptığımız evlerimiz sel alıp götürdüğünde biz her seferinde onların yazdığı senaryoyu harfi harfine oynuyoruz. Bu yüzden ne gerçek failleri bilebiliyor ne de onları şaşırtabiliyoruz.
Hep birlikte kurbanı oluyoruz bu uğursuz tezgahların.
Her seferinde şefkat ve sevgi, birlik ve dayanışma kelimeleri öksüz, sahipsiz, etkisiz kalıyor.
Öfke, intikam ve kin öne çıkıyor!
Şaşkın şaşkın ortalıkta dolaşıp duruyor, birbirimize hakaret ediyor, küfür dolu gürültünün karmaşasında bir türlü gerçek suçluyu bulamıyoruz. (“Gerçek suçlu Suriyelilerdir” diyen Hitler kılıklı faşistler hariç!)
Bulamıyoruz, çünkü yanlış yerde arıyoruz.
*
O suçlu, zalim ve alçak kişiler tam olarak nerede bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki o adamlar buraya, bu topraklara dışarıdan gelmiş değil. Galiba gerçek suçlu biziz!
Bu yüzden bize düşen; dünyanın en güzel kara parçasında toplanmış, yüzyıllar boyunca aynı kaderi paylaşmış, bu “yalnız ve güzel ülkede” yaşayan insanları, yani birbirimizi hırpalamaktan vazgeçip, birleşmek! Belki o zaman gerçek suçluyu bulmaya yaklaşabiliriz.
Gerçek suçluyu hemen bulamasak bile gerçek suçsuzu bulabiliriz.
İnanın bana şeytan burada, aramıza dışarıdan gelmiş değil. Bir şeytan varsa aramızda, o da cehennemden çıkıp gelmiş, asıl vazifesi bizi birbirimize düşürmek olan omuzlarına bir kara pelerin atmış olan bildiğimiz İblis değil, kendi kendimizin yarattığı, kendi kendimize düşman ettiğimiz, kendimizin yarattığı şeytandır.
Gerçek şeytanın dayanışmayla, kardeşlikle, paylaşmayla işi olmaz.
Onun işi gücü fitnedir!
*
Bu güzel memlekette altmış yıl ömür sürmüş, mektep tahsil görmüş, onlarca kitap yazmış biriyim ama bugün ortaya koyacağım hiçbir çözüm önerim yok. Onları, işin erbabı olanlar da olmayanlar da yapıyor her gece televizyonlarda, gazete köşelerinde.
Benim depreme, büyük felaketlere karşı geliştireceğim, size sunacağım bir çözüm önerim yok ne yazık ki. Ne yerbilimciyim ne de zelzele uzmanı.
Bu noktada depremden korunma yollarına dair bir sözün de hiçbir yaraya merhem olacağını da düşünmüyorum. İktidarı suçlasam, muhalefete küfür etsem de bir işe yaramayacak. İktidar ne kadar suçlu, muhalefet ne kadar suçluysa ben de o kadar suçluyum. İktidar ne kadar suçsuz, muhalefet ne kadar suçsuzsa ben de o kadar masumum. Bu ülkede legal, demokratik yollardan siyaset yapan hangi partinin mensubu olursa olsun bir tanesinin bile art niyetli olduğunu, memleketini benden daha az sevdiğini de düşünmüyorum. Yek birimiz bir diğerimizden vatanımızı daha çok sevmiyoruz; tek bir sevgide anlaşıyorsak, o da memleket sevgisidir, buna da eminim.
Ve bu yüzden bu yazı çerçevesinde hiçbir suçlamaya yer vermeden yalnızca ve yalnızca bir çare, bir umut arayışı içindeyim.
*
Dünya şimdi bir yanardağ ve bu volkanın ağzına en yakın yer bizim memleketimiz. Ama unutmayın ki bu coğrafya tüm peygamberlerin ortaya çıkıp umudu yeşerttiği, aydınlığın meşalesini yaktığı coğrafyadır.
Tüm büyük müjdeciler bu topraklardan ve en korkunç, en kederli, en umutsuz zamanlarda çıktılar ortaya.
Şimdi onların yetiştiği topraklar üzerinde oturan bizler her şeye rağmen umudu, yaşama sevincini diri tutmak zorundayız.
*
Hadi gelin ilk kez hepimiz hep birlikte bir şey yapalım. Aynı kasemde anlaşamamışsak da birbirimize söz verelim.
Hiçbir şey yapamıyorsak ölmüşlerin ruhu niyetine bir duaya oturalım.
O da olmaz ise bütün fikirlere, siyasi argümanlara falan boş verip yan yana diz çöküp yitirdiğimiz canlar için birlikte ağlayalım.
Ama bir şeyi de ilk defa birbirimize karşı değil birlikte yapalım.
Bu kara kıyafetler ve kara düşünceler içindeki fitnenin bizi birbirimize düşürüp keyif çatmasına izin vermeyelim.
Hangi fikir mahallesinden gelirse gelsin bizi, hepimizi sevgili bir şemsiyenin altında toplayacak bir söz, bir davranış, bir dua yok mu Allah aşkına?
*
Biliyorum, kelimelerim kifayetsizdir. Bu olsa olsa Hakkari’nin Irak sınırında, yolu elektriği olmayan, kör karanlık bir köyde doğmuş ve bugün memleketin önemli bir medya organında yazı yazma imkanını elde etmiş sıradan bir yazarın duygusal bir yazısıdır.
Bu nedenle çok fazla anlam yüklemiyorum ama bir tek şeyden kesinlikle eminim. Ölümün kara gömlekli elleri, fikrime karşı, fikrime düşman hiçbir vatandaşıma beni düşman yapamaz.
Çare aynı fikirde olmayanların ürettiği dayanışmadadır.
Çare çatışma, öfke, küfür ya da intikam değildir. Hatta gerçek suçluyu bulmanın zamanı da değildir şimdi.
Şimdi birbirimize kenetlenmenin zamanı.
Böyle zamanlarda çok sık kullanılan bir tabir var:
Sözün bittiği yer diyor insanlar! Sözün bittiği yerdeyiz! Olabilir. Söz bitebilir ama umut bitmez.
Umudun bittiği bir yer ve zaman yoktur.
Umut her şey bittiğinde başlayan tek şeydir.
*
Burası Mezopotamya’dır, insan burada kalkmış ayağa...
Burası Anadolu’dur, beşikler vermiş Nuh’a...
Burası Türkiye Cumhuriyeti’dir, acıyı öğüte öğüte gelmiştir bugüne.
Muhtaç olduğumuz umut gözyaşlarımızda bile mevcuttur.