Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Gazeteci Tuğrul Eryılmaz’ın damakta “eğlenceli bir dedikodu kitabı” tadı bırakan, “68’li ve Gazeteci” kitabında benim de adım geçtiği için, Eryılmaz’ın bana dair söyledikleriyle ilgili bir iki şey söylemek istiyorum.

Önce Sezar’ın hakkı Sezar’a:

Tuğrul Eryılmaz, Türk basınında benim tanıdığım gazeteciler içinde işini en iyi yapan, mesleğine en aşkla bağlı, en çıkarsız, en samimi gazetecilerden birisidir.

Seveni çoktur ama onun sevdikleri çok azdır.

*

Yüzüme karşı hiç söylemedi ama meğerse sevmediklerinden birisi de benmişim, belli ki kitaba saklamış bunu, “Ben Muhsin Kızılkaya’yı da sevmezdim öyle...” diyor.

Beni sevmediğini biliyordum. O yüzden ben de “sevgisine mazhar olmak” için özel bir çaba harcamadım zaten.

Bıraktım, öyle dağınık kaldı!

Sonuçta o editördü; ben de derdini yazacak bir mecra arayan işsiz bir gazeteci...

Güneş Gazetesi’nde 90’lı yılların başında “Dünden Yarına Kürtler” diye bir yazı dizisi yapmıştım ve o andan itibaren Babıali’de mimlenmiş, adım “péşmergeye” çıkmış, kimse iş vermediği için de mecburiyetten bir reklam ajansına girmiş, metin yazarlığı yapıyordum.

Ama gazetecilik kurdu da beynimi kemirip duruyordu.

Tuğrul Eryılmaz’ın Radikal İki’si derdime çare olabilecek iyi bir mecraydı.

Bacadan girdim!

Tuğrul Eryılmaz da söylüyor, ben yazılarımda Kürt’ün insani “dertlerini” anlatıyordum.

Aslında kendi dertlerimi... Dil yaremi, dilimin neden kanadığını, Kürt meselesinin aslında bir dil meselesi olduğunu, dil yaresine bir derman bulunursa, Kürtlerin Türkiye’den ayrılıp bir Kim İl Sung (Tuğrul Eryılmaz iyi bilir, yoldaşlar Türkçeye çevirsin de devrim süreci hızlansın diye İngiltere’den Türkiye’ye kitaplarını göndermeyi düşündüğü şahsiyet) rejimine benzer bir rejimde yaşamak istemediklerini, daha doğrusu bir ulusal kurtuluş savaşı vermek istemediklerini biliyor, söylüyordum.

Bütün meselenin kaynağını dilde gördüğüm için de, Radikal İki’ye yazdığım her yazımın arasına bilinçli bir şekilde Kürtçe bir cümle sıkıştırıyordum. Amacım, anadilimin birkaç kelime bile olsa popüler bir mecrada görünmesini sağlamaktı.

Meğer tek bir cümle bile büyük bir sorunmuş!

Çünkü günün birinde Tuğrul Eryılmaz buldu beni ve “Yukarıdakiler bana, her hafta senin ekinde Kürtçe bir cümle okuyacak mıyız diye soruyorlar” dedi bana.

Belli ki onu “uyarmışlardı”, o da nazik bir şekilde beni “uyarıyordu.”

Aslında beni uyarmak zorunda değildi, o Kürtçe cümleyi yazıdan atar, ben de en çok bir daha yazmazdım, böylece konu kapanır, “sevmediği” benden de kurtulmuş olurdu.

Ama onu yapmadı, o yüzden Tuğrul Eryılmaz iyi bir insandır diyorum.

Tuğrul Eryılmaz
Tuğrul Eryılmaz

*

Tuğrul Eryılmaz kitabında, “Muhsin Kızılkaya Radikal İki’ye yazmayı bıraktığı zaman çok mutlu olmuştum. (...) Türkiye’de insanlar çok değişiyor ve çok hızlı oldu bu değişim” diyor.

Ben yazmayı bıraktığımda henüz Ak Parti’de milletvekili olmamıştım. O tam sekiz yıl sonrasının işi...

Bıraktığımda “değişmemiştim” yani...

O halde Tuğrul Eryılmaz niye mutlu olmuş, bilmiyorum.

Yine de hep mutluluk peşinde koşan bir insanı bir nebze bile olsun “mutlu” ettiysem ne mutlu bana!

*

Ben Radikal İki’yi bıraktığımda Ak Parti demokratikleşme hamlesini başlatmış, Kürtçe televizyonun önü açılmış, dil alanında bir yığın serbesti hasıl olmuş, derdimi anlatmak için başka mecralar da devreye girmişti.

Ben Radikal İki’yi bıraktığımda artık bu memlekette Kürt’e Kürt deniyordu!

Ben Radikal İki’yi bıraktığımda istediğin yerde istediğin kadar Kürtçe cümleler yazabilir, hiç kimse bu Kürtçe cümleyi buraya neden yazdın diye seni “uyarma” gereği duymuyordu.

Ben Radikal İki’yi bıraktığımda, o zamana kadar Kürtçe tek bir cümleye bile tahammül edemeyenlerin alayı yavaş yavaş “Kürt dostu” olmuş, inceden inceye “kendi akılları, Kürdün gücüyle” iktidarı devirip yerine geçmenin hesaplarını yapıyorlardı.

O günden bugüne polis korumasında yaşamama sebep olan hadise de o sırada başıma geldi.

Tedhiş örgütü PKK bir bildiri yayınlayarak, “Şivan Perwer, Mehmet Metiner ve Muhsin Kızılkaya gebermeden Kürt halkının başı rahat bir yastık yüzü görmeyecek” dedi.

Ne yapsaydım, beni “gebertmek” isteyenlere yaltaklansam mıydım? Onların cephanesine barut mu yetiştirseydim?

Eline çocuk kanı bulaşmış olanlarla halayı mı dursaydım?

*

Tuğrul Eryılmaz kitabında bütün derdinin “iktidarla” olduğunu söylüyor. Amenna, iktidar kötü bir şeydir bir solcu için anladık ama nedense bu arkadaşlar iktidarı hükümet sanıyor; başka alanlardaki mutlak iktidarların icraatlarını görmek istemiyorlar.

Misal PKK beni ve onlar gibi düşünmeyen birkaç Kürt aydınını “gebertmek” istediği zaman; örgüt çoktan Demirtaş’ın açıklamasına göre “400 kilometrelik sınırı” kontrol eden, insanlardan haraç alan, küçük çocukları zorla dağa götürüp asker yapan, vergi alan, mahkeme kuran, insan yargılayan, infaz eden, kesen biçen bir iktidar kurmuştu bölgede.

Hem de ceberut bir iktidar!

Tuğrul Eryılmaz’ın bir gün bile yaşamaya tahammül edemeyeceği bir iktidar hem de!

Hendek kazıyorlardı şehirlerde. İlçe girişlerinde “KCK asayiş” timleri uygulama yapıyordu, vergi vermeyenin iş yerini yakıyor, gündüz gözüyle lokanta basıp garson öldürüyor, bir arabanın içinde düğüne giden altı kadını kurşuna diziyor, bayram günü kapıyı çalıp, kapıyı açan çocuğun gözü önünde babasını kurşuna diziyor, hain gördüklerini elektrik direklerine asıyor, kırsal alanda kurdukları mahkemelerde insanları kendi hukuklarına göre yargılıyordu.

Yoksa o iktidar değil miydi?

İktidar sadece seçimle iş başına gelen hükümet midir?

Seçimle iş başına gelen iktidarla sorunun olacak, ama baskı ve terörle halkın başına bela olmuş bir “iktidarı” iktidar görmeyecek, o iktidarı kuran örgütün, yani KCK’nın eş başkanı başta olmak üzere Polit Büro üyelerinin alayının köşe yazarlığı yaptığı bir gazeteye karşı devlet harekete geçtiğinde, “vay gazetecilik elden gidiyor” diye “nöbete” koşacaksınız!

*

Gazeteciliğe ilk başladığım yıllarda beraber çalışma onuruna eriştiğim, rahmetli Turgut Özal’ı destekliyor diye Uğur Mumcu’nun komutasında “devrimci” bir güruhun her Allah’ın günü “dönek” diyerek hayatı dar ettikleri rahmetli Çetin Altan’a bir gün, “Abi bunlar sizden ne istiyor?” diye sormuştum.

“Benim derdim Babıali patronlarıyla. Onlar ne zaman iktidarın yanına geçseler ben muhalefete, ne zaman iktidarın karşısına geçseler, ben iktidarın yanına geçerim” demiş de başka bir şey söylememişti.

Çetin Altan’ın “patronlarına”, gazete yöneticilerini ve editörleri de eklemek lazım bence.

Ha bitirirken şunu da söyleyeyim:

Ben iktidarın adamıyım ya! Kitaplarımın tümünün baskıları çoktan tükendiği halde, hiçbir yayınevi, “iktidarda olmayan mazlumların korkusundan”, kitaplarımı yayınlamaya cesaret etmiyor. İlk yayıncım, “yayınlarsam, beni linç ederler” dedi bana.

Şimdi soruyorum Tuğrul Eryılmaz’a, iktidarda olan kim? Ben miyim, yoksa siz “mazlumlar” mı?

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar