Nasıl köşe yazarı olunur?
Benim bu sanal ortamda (bizim bir köşemiz yok, bizim alem geniş, köşesiz bir yerde enine boyuna, geniş geniş yazıyoruz) yazdıklarımı okuyarak (bazı köşe yazarları bunlara “okurlarım” diyor, Allah’ım ne kibir, ne büyüklük! Demek ki insanın bacanağı, eltisi, görümcesi, dünürü olduğu gibi “okuru” da olabiliyor?) benimle ahbaplık kuran, bunu da mail yoluyla yapan gençten birinden bir mail aldım geçen hafta.
Köşe yazarı olmak istiyor ve bu konuda benden yardım talep ediyor genç adam!
Vakti zamanında asıl işim gereği, artist olmak, tiyatrocu olmak, dizi filimde rol almak, senaryosunu filme çektirmek isteyenlerin müracaatlarına çok şahit oldum ama böylesine ilk defa rastlıyorum! Her müracaatı da bildiğim yöntemlerle, onları kırmadan dökmeden, kimseyi kendime küstürmeden karşılamaya çalıştım o zamanlar elimden geldiği kadar. (Bunu yaparken çok kişiyi küstürdüğümü de biliyorum. Aslında dünyanın en güzel senaryosunu yazmış da, ben kıskançlıktan önünü kesmişim, aslında adam değil yetenek düşmanıymışım.) Çünkü gençliğimde ben de yaptım onların yaptığını. Bu memlekette bir “dayın yoksa” bir şey olmazsın fikri yaygındır ya, ona kanıyor insan… Oysa yetenek denen şeyin bulunabilecek en büyük “dayıdan” daha büyük bir dayı, hatta “dayı oğlu dayı” olduğunu öğrenmem benim de çok vaktimi aldı… (Acaba “dayıları onları sultan yaptı” demesinler diye mi hiçbir Osmanlı padişahının dayısı yoktur?)
Her neyse!
Köşe yazarı olmak isteyen “okurum” (belki de birkaç yıl sonra ben onun okuru olurum kim bilir, kimse kimseden büyük değildir yani, en büyük Allah!) mail yoluyla beklediği nasihatleri şimdiden verirsem amenna; vermezsem eğer zaten bir iki yıla kalmaz taşradan yüklenip İstanbul’a geleceğini, gazeteye (benim her gün gazetede olduğumu sanıyor, Allah’tan artık elle tutulan, koltuğa yayılarak okunan, okunduktan sonra üzerinde yemek yenen, bazen uçak yapıp havalara fırlatılan, sonra çöple karıştırılıp kapının önüne konan bir gazetem yok, dolayısıyla bir odam da yok) her gün bir yazısını getirerek beni bezdirinceye kadar, daha doğrusu kendisini yazar yapıncaya kadar ensemde boza pişireceğini de ekliyor mailinin sonuna.
Rahatım, nasılsa beni bulamaz. Ama öte yandan da huzursuzum, bana ağır bir sorumluluk yüklüyor. Henüz kendim bile kendimin beğendiği bir yazar olamamışken, ben bir başkasını nasıl köşe yazarı yapabilirim ki?
Sevgili okuruma (köşe yazarları sevdikleri ve nefret ettikleri kim varsa, isimlerini köşe yazılarında geçirmek istediklerinde önüne mutlaka “sevgili” sıfatını eklerler) kişisel bir mail (bayılıyorum bu mail lafına, dörttür kullanıyorum, vaktiyle mektuplaşma diye bir şey vardı, postacılar getirir götürürdü onları, hatta küçük yerlerde bazı postacılar sevgililerimize yazdığımız mektupları açar okurdu, bazıları çok kıskanır mektupları yırtar atardı, biz de “Allahsızın kızı mektubuma cevap yazacak kadar beni ciddiye almadı” diyerek kahrolur, boşu boşuna mektup bekleyip dururduk “Allahsızın kızı”ndan) yazmak yerine, dileği üzerine onu köşe yazarı yapacak bir tarif hazırlayarak, o tarifi bir köşe yazısı haline getirmeye karar verdim.
Bu köşe yazısında, onu köşe yazarı yapmak için değerli önerilerimi nasıl sıralasam acaba?
Bence köşe yazarı olmak zor bir şey değil, bir şekilde olursun sevgili okurum! (Bu “sevgili” lafına tekrar bayıldım, bayılan köşe yazarına mevzu koklatırsan hemen ayılır, bilmiş olun.) En zor olan, köşene nakşedeceğin, kamusal alana saçacağın, saçtığın yerde fikri açlıktan ellerini senin gibi, yüce adamlara açıp “hadi bana da fikir, bana da fikir, fikirsizlikten ölmek üzereyim, Allah rızası için birazcık fikir” diye yalvaran insanların hizmetine vereceğin fikri bulmak… Çoğu köşe yazarı buna “fikir” değil de “konu” der.
Diyelim ki dolar yükselecek diye var olan bütün parasını dolara çevirip onun yükselmesini bekleyen bir döviz yatırımcısı gibi fıldır fıldır gözlerle bilgisayar ekranına uzun uzun baktın ve bir türlü bir “fikir” gelmedi aklına. O zaman döviz kurları ekranına bakan çaresiz yatırımcı pozisyonundan hemen çık ve şu naçizane tarifimi harfiyen uygulamaya kalkış.
Etkili bir köye yazısının tarif şöyle:
2 su bardağı siyaset al, 2 demet grup konuşmasıyla karıştır, 1 tatlı kaşığı tarafsız kaya tuzu ekle, 2 okkalı küfür ile 3 orijinal hakareti ince ince doğra; bölücü, hain, dönek, şerefsiz, terörist, operasyon, üst akıl, alt zeka, geniş resim, kur atağı, ekonomik iflas, demokrasi güçleri, işbirlikçi, pasif direniş, sine-i millet, sivil diktatörlük, kaynağını açıkla, kaynağını açıklayamaz çünkü kıçından uydurmuş, saraya giden chp’liyi bulana benden bir gazoz, ilk asparagasçı Rahmi abi değil, İzmir marşı eşliğinde horon tepilmez, basın özgür değil, basın hiç olmadığı kadar özgürdür, Türkiye laiktir laik kalacak, etle tırnak gibiyiz, eskiden böyle değildik, hayat biçimime müdahale etti vurdum hakim bey, bizim mahalle sizin mahalleye beş çeker gibi kelime ve cümlelerin tümünü bir bardakta iyice karıştırarak tahin kıvamında bir kokteyl haline getir, o kokteyli hazırladığın fikir yığınının üstüne boca et, hepsinin üstüne “ben bunu daha önce yazmıştım” cümlesini biraz nane ve dere otu ile çokça kibir eşliğinde serp, ortaya çıkan şeyi da sakın yeme, başkasına yedirmeye çalış, kimseye yediremezsen yanında yat.
Bu mevzular seni yıllar yılı idare eder sevgili okurum! Artık büyük bir köşe yazarısın. Günün birinde kovulursan gazetenden, (ki her canlı gazeteci bunu mutlaka tadacaktır) kovulmadan önce “Yaş Değnekle Kovaladılar Ey Halkım” diye bir kitap yazmayı da sakın unutma. Ha, kovulmadan önce kitabı hazırda tut, kovulur kovulmaz yayınla ki açlıktan nefesin kokmasın.
Baktın bütün bunlardan da bir köşe yazısı çıkartamıyorsun, o vakit otur bir köşe yazarına, “Nasıl köşe yazarı olabilirim?” diye bir mail gönder. Senin gönderdiğin mail üzerine, “işte Allah bana bir fikir gönderdi” diyerek sevinçten dört köşe olan, o coşkuyla da kendini tutamayıp şu anda okumakta olduğun yazıyı yazan köşe yazarının herhangi bir köşede olmayan köşe yazısını, bir köşeye çekilerek büyük bir dikkatle, bir köşe yazarı adayına yakışacak şekilde altını kalın kalın çizerek, sindire sindire oku.
Ondan sonra da köşe yazarı olamadıysan, iyisi mi vazgeç sen bu işten, konsolos veya emlakçı ol!
- Enkidu ile Şems-i Tebrizî'yi kim öldürdü?45 dakika önce
- Kitapların kıymetini bilmek4 gün önce
- Türkiye'de heykeli dikilen İsveçli şair1 hafta önce
- Bir edebi eser olarak "Kapital"1 hafta önce
- Ne umdular ne buldular?1 hafta önce
- Savaş, barış, toplum2 hafta önce
- Bir kumarbaz, bir roman, bir aşk3 hafta önce
- Çok yakın, yine de çok farklı3 hafta önce
- Flaubert ile Turgenyev'in ölümü4 hafta önce
- Tolstoy'un elması!1 ay önce