Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Uzun bir süreden beri Taksim Meydanı’na gitmemişim demek.

Pazar günü baba oğul çıkıp gezelim dedik. İnşaatı süren AKM’nin önünde indik otobüsten. İnşaatın önünde yapımı süren binanın maket detayları var panoların üzerinde. Önünde durup bir süre baktık. Sonra el ele tutuştuk, yolun karşısına geçtik.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın kurduğu “Dijital Gösterim Merkezi”nde Ara Güler’in fotoğraflarıyla ilgili bir duyuru vardı, burayı daha önce görmüştüm.

Ancak hemen onun yakınında yeni karşıma çıkan, gerçekten de ilk bakışta bir anlam veremediğim platforma baktım.

Meydanın yeniden düzenlenmesi konusunda belediyenin kurdurduğu “Kavuşma Durağı”ymış adı, sonradan öğrendim. Merdivenli, devasa bir salıncağa, ya da böyle Nuh’un gemisine benzeyen platformun üzeri insan doluydu, herkesin elinde telefon sağın solun, arkadaşının, kendisinin fotoğrafını çekip duruyordu.

Platformun altında bir fotoğraf sergisi vardı. Gezmeye başladık. Taksim Meydanı’nın en eski halinden bugüne kadar geçirdiği aşamaları, şahit olduğu hadiseleri gösteren sergide, ilk defa karşıma çıkan bir sürü fotoğrafa bakarken nasıl mutlu oldum anlatamam.

Topçu Kışlası meğer vakti zamanında ne görkemli bir yapıymış!

Onu yıkanlar ne düşünmüşler, o civarda yüzyıl önce insanların yaşadığına dair Sular İdaresini ve karşıdaki kiliseyi saymazsak, tek imare olan o güzelim yapıyı yıkıp yerine İnönü’nün adına yaraşır bir park yapma fikri ilk olarak kimin aklına geldi, onu da bilmem.

Ama kim düşünmüşse, bu şehre, Taksim’e, tarihe en büyük kötülüklerden birisi yapmış besbelli.

Ayrıca artık bitmek üzere olan cami de çok yakışmış meydana; ben değil dokuz yaşındaki oğlum söyledi, ben de tasdik ettim.

*

Sergide benim için sürpriz olan sadece Topçu Kışlası’nın eski güzel fotoğrafları değildi.

Meğerse bir zamanlar burada bir de “Süngü Heykeli” varmış.

Önce karikatür sandım, cahilliğime verin bilmiyordum, o tarihlerde İstanbul’u hiç görmedim.

Meğer 27 Mayıs’tan sonra askerler bir süngünün heykelini yapıp getirip bu meydana dikmişler.

Sergideki fotoğrafta devasa boyutlardaki büyük süngü heykelinin arkasından eski AKM binası görünüyor. Süngüye defne dalı sarmışlar...

Süngü ile defne dalı, ne de yakışıyorlar birbirine!

*

Eve gelince biraz araştırdım. Başka fotoğraflarına baktım heykelin. Bu heykeli hayal meyal bir yerlerden hatırlıyordum. Evet, hatırladım bir filmden... Zeki Alasya, Metin Akpınar, Kemal Sunal ve Halit Akçatepe’nin oynadığı “Salak Milyoner” filminden... O filmde Zeki Alasya bu heykelin dibinde oturuyordu. Ama ben filmde geçen o kısacık görüntüde onu bir Roma sütununa, Sultanahmet’teki Dikilitaş gibi bir şeye benzetmiştim. Roma, çünkü defne dalı sarılmıştı taşa; onun bir süngü olduğunu nereden bilebilirdim ki o zamanın çocuk aklıyla? Filmi 70’li yıllarda seyretmiştim.

Darbeci askerlerin Taksim Meydanına, şehrin kalbine bir süngü saplamaya kalkışacağını aklıma bile getiremezdim.

Meğerse o süngü orada neredeyse yirmi yıl falan kalmış. Hatta kartpostalları yapılmış, satılmış, bayramlarda, yıl başlarında insanlar birbirlerine göndermiş.

*

Yirmi yıl sonra, daha önce yapılmış olan askeri darbeleri beğenmemiş olan başka darbeciler, 12 Eylül 1980’de yönetime tekrar el koydular.

Benim lise yıllarıma denk geldi o yıllar.

12 Eylül, 27 Mayıs’tan nefret ediyordu.

12 Eylül’ü yapan generaller, albayların yaptığı 27 Mayıs’ı darbeden bile saymıyordu.

27 Mayısçılar “devrim”, 12 Eylülcüler “ihtilal” yapmıştı!

İhtilal devrimi beğenmiyordu.

Devrim solcu, ihtilal sağcıydı.

Onun için 27 Mayıs’ın getirdiği her şeyi değiştirmekle işe başladılar. Yani bir tür devrimcilik yaptılar.

Önce bir sürü yeri delinmiş 61 Anayasasını yürürlükten kaldırdılar.

Sonra o zamana kadar bayram olarak kutlanan (Başbakanın asıldığı bir günü bayram olarak kutlamak! Allah’ım nasıl bir patoloji?) “27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramını” yok ettiler. Sonra “devrim” kelimesini yasaklayıp, yerine “inkılabı” koydular. Yeni kuşakların bu kelimeye alışması çok zor oldu, herkes bu kelimeyi, “köpekleşme” anlamına gelen “inkilap” diye söylemeye başladı; hatta “Atatürk Devrimleri” tabirini de değiştirdiler, okullardaki “Devrim Tarihi” dersini “İnkılap Tarihi” yaptılar.

Bir sürü şey daha yaptılar. 27 Mayısçıların yaptığı bütün “devrimleri” kendi “inkılaplarıyla” değiştirdiler.

27 Mayısçılar devrimci, 12 Eylülcüler inkılapçıydı çünkü.

Bu inkılaplardan birisi de meğer Taksim’deki o meşhur süngü heykelini kaldırmakmış, ben yeni öğrendim, cahilliğime verin!

Hayır, süngüye karşı oldukları için değil, süngüye neden defne dalı sarıyorsunuz bre cahiller diye kızdıkları için değil, İstanbul gibi dünyanın en güzel şehirlerinden birisinin kalbine süngü saplamak hangi vicdana sığır be ey vicdansızlar demek için hiç değil.

Belki de içleri yana yana kaldırmışlardır o süngüyü oradan.

Belki de kıskançlıktan çatlaya çatlaya...

Ne aceleniz vardı, bir sürü iş yaptınız, bırakın o süngü heykeli de bize kalsın demişlerdir mutlaka.

Ama işte inkılap böyle bir şey.

Bazı darbecilerin “inkılabı”, bazı darbecilerin “devrimini” galebe çalar.

Bizim payımızı da süngü düşer!

*

Bu yazıyı yazarken Murat Bardakçı’nın yazısından öğrendim.

Kuruma Kurulu, Taksim Meydanı’na kurulan İletişim Başkanlığı’nın çadırı ile İmamoğlu’nun yeni kurdurduğu “Kavuşma Durağı”nın kaldırılmasını kararlaştırılmış.

Ah Taksim Meydanı, daha elimizden ne çekeceksin sen!

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar