Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Dünyanın neresinde hayata gözlerimizi açmışsak, dünyanın neresinde büyümüş, neresinde yaşıyorsak yaşayalım; aslında hepimiz aynı çocukluğu yaşamış, aynı çocukluğu yaşıyoruz kainatın kuruluşundan beri.

Anne aynı annedir.

Ev aynı evdir.

Arkadaşlar aynı arkadaş.

Toprak aynı, su aynı, hava aynıdır.

Gökyüzü aynı, ay, yıldızlar aynı.

Açlık, aynı açlık...

Gece aynı, gündüz aynıdır.

Sokak aynı sokaktır.

Bir tek değişen coğrafyadır.

Yoksa zaman da aynı zamandır.

Ve en önemlisi oyun aynı oyundur.

*

Güneş batar da gölgeler bulabildiği her çukuru telaşla doldurmaya başladığında ev çağırır bizi. Ama duyduğumuz annenin sesidir. Toprak damlı dört duvar arasına, kara bir kıl çadıra, sazdan bir kulübeye, bir apartman dairesine, bahçe içinde güzel bir villaya “haydi akşam oldu eve gel” diyen ses bizi o mekanlara değil, kendi koruyucu kanatlarına, “şefkatine” çağırır; o ses annenin sesidir.

Çocuk bir tek anneye sığındığında kendini güvende hisseder.

*

Dünyanın neresinde yaşıyorsa yaşasın bütün çocukların üstü başı aynı şekilde kirlenir.

Dünyanın bütün çocukları farklı dillerde aynı azarı işitir anneden.

Dünyanın neresinde yaşıyorsa yaşasın bütün annelerin şefkati birbirine benzer.

Bütün anneler aynı şekilde havlu koyar evladının terlemiş sırtına.

Bir tek annenin azarı zoruna gitmez çocuğun.

*

Çocukları, anneden çok oyunlar büyütür. Annenin üstüne sadece oyunu koyar çocuk. Onu oyundan sadece anne alabilir. Annenin sesi bitirir oyunu.

Çocuk içeri girer, anne sırtını okşar.

Gözlerini açtığında artık çocuk değildir.

Oyun bitmiş çocuk büyümüştür.

*

Gerçek hayat, sert bir duvara tosladığında başlar. Oyun gerçeğe dönüşür. Kurallar biraz daha katılaşmış, takımlar daha hırslı, rakipler daha güçlü, saha daha çamurlu, yağmur damlaları daha iri, kar daha amansız, fırtına daha sert, silahlar daha sahicidir.

Bir umut; birisinin annenin okşamayı bıraktığı yerde sırtını sıvazlamasını bekler insan.

Yeni hayat oyununda güvendiğin kişi kimse, birçok yolculukta sınanmış, birçok badireyi birlikte atlatmış, birçok menzilde birlikte at değiştirmiş birisi olduğu için değil, ona çok güvendiğinden hiç değil, o sırada ondan başkası yanında olmadığı için sırtını dayamışsındır ona.

Geride kalan ömrümüz ne kadarsa, o süre boyunca bir oyunun oyuncularıyız artık.

Büyüklerin oynadığı bir oyun… Cevabını Oğuz Atay’ın da bulamadığı “Oyun nerede başlıyor, hayat nerede bitiyor?” sorusunun peşinde, aniden oyunun bittiğini anlarız.

O halde oyun nedir?

Oyun; kendi irademizle razı olduğumuz, belirli bir mekanda, belirli bir zaman aralığı içinde, emredici kurallara uygun olarak gerçekleştirdiğimiz, bir amacı olan, içinde hem gerilim, hem sevinç, bazen de gözyaşı barındıran, tekdüze hayattan kurtulup başka türlüsü mümkündür hissini veren çocukça bir faaliyettir.

Aslında hayattır oyun.

“Oyunlar … gerçeğin en güzel yorumlarıdır. Bizim gerçek dediğimiz şey de bazı güçlükler yüzünden iyi oynanamayan oyunlardır,” der Oğuz Atay.

Ademoğlunun, Havva kızının macerası başından gideceği yere kadar budur.

Din, bilim dediğimiz şey, felsefe, sosyoloji, hukuk aklınıza ne gelirse gelsin bulabildiğimiz her şey bu büyük oyunun içinde, “büyük çaresizliğe” bir çare bulabilme arayışıdır. Araçlar çoğaldıkça oyun genişler.

*

“Büyük çaresizlik oyununda” zenginle fakir sadece “mutsuzlukta” eşittir. Zengin her şeye sahip olduğu için hayattan tat almaz, dolayısıyla mutsuzdur; fakir hiçbir şeyi olmadığı için mutsuz… Zengin sahip olduğu şeylerin hiçbirisine sahip olmadığından (evi bahçıvanın, çocuğu bakıcının, arabası şoförünün, parası piyasanın vb) başı sonu belirsiz bir oyunun öfkeli aktörü; yoksul zenginin sahip olduğu şeylere sahip olmak için giriştiği savaşın kindar neferidir…

İkisinin birbirine öfkesi, arada kalan münevveri de oyuna dahil eder.

Münevver bir teori geliştirmeye başlar. Bazılarının reçetesinde iki tarafı “uzlaştırmak” varken, bazılarınınkinde bir tarafın bir tarafı yok etmesi çözüm olur. İkisi de imkansızdır… Bu da oyunu biraz daha kızıştırır.

Yeryüzünün üç seküler dini; Marksizm de Liberalizm de Faşizm de böyle doğmuştur.

*

Hayat büyük bir boşluktur, bütün dünyayı içine alacak kadar büyük bir boşluk… Ve hepimiz o devasa boşluğun içinde “tehlikeli oyunlar” oynayıp duruyoruz.

Peki oyun ne zaman tehlikeli olur? Çocukken annemiz, babamız sık sık uyarır bizi, “Aman ha, böyle oyunlar tehlikelidir çocuğum”.

Bunun edebiyatını Oğuz Atay yaptı. İnsan öyle tuhaf bir mahluktur ki, “Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor, ama diğer yandan da kılına zarar gelmesin istiyor”. Gerçeğin peşinde koştuğunu sanıyor insan, gerçek ise romancının deyimiyle “başkalarının bize uygulamaya çalıştığı tatsız bir ölçüdür” ve “birimi insandır”.

Ve o “tehlikeli oyunlar” insanlığı öldürdü bugün.

Oğuz Atay’a göre bu ölüm, şöyle gerçekleşti:

“Nihayet insanlık da öldü. Haber aldığımıza göre, uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık, dün hayata gözlerini yummuştur. (.....) Yıllarca önce küçük bir kasabada dünyaya gelen insanlık, dünya savaşlarından birinde, çok rutubetli bir siperde göğsünü üşütmüş ve aylarca hasta yatmıştı. Bu olaydan sonra hastalığın izlerini bütün ömrünce ciğerlerinde taşıyan insanlık, önceki gece sabaha karşı nefes alamaz olmuş ve gösterilen bütün çabalara rağmen gün ağarırken doktorlar, insanlıktan ümitlerini kesmek zorunda kalmışlardır. Doğru dürüst bir tahsil görmeyen ve kendi kendini yetiştiren insanlık hiç evlenmemişti. Küçük yaşta öksüz kalan insanlığa doğru dürüst bir miras da kalmamıştı; bu yüzden sıkıntılarla geçen hayatı boyunca insanlık, başkalarının yardımıyla geçinmeye çalışmıştı. İnsanlığın ölümüyle ülkemiz, boşluğu doldurulması mümkün olmayan bir değerini kaybetmiştir. Gazetemiz, insanlığın yakınlarına başsağlığı ve sonsuz sabırlar diler. Not: Merhumun cenazesi, önce uzun yıllar yaşamış olduğu Hürriyet Caddesinden geçirilecek ve ölümüne kadar içinde barındığı Ümit Apartmanı bodrum katında yapılacak kısa ve sade bir törenden sonra toprağa verilecektir.”

*

Dünyanın neresinde yaşıyorsak yaşayalım; hangi dili konuştuğumuz mühim değil, dinlerimiz farklı olabilir birbirinden hepimizin tek ortak yanı aynı oyunun telaşlı, öfkeli, kurnaz, aptal oyuncuları olmamızdır.

Bu “tehlikeli oyunda” bizi “uyaran” tek ses annemizin sesidir.

“Oyun yeter, haydi eve gel, akşam oldu çocuğum!”

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar